“Destino” animasyonunun yapımına katkılarda bulundu (Dali 1945 ve 1946 yıllarında Destino üzerinde çalışmıştı.).
3- Sansasyon yaratan yorumlar yapmak Dali’nin kişiliğinin bir parçasıydı. Bir keresinde Fransız usta Paul Cézanne (1839–1906) için “Gördüğüm en beceriksiz ressam” demişti.
Carl Sandburg
Amerikan tarihindeki en iyi şairlerden olan Carl Sandburg (1878–1967), en çok Orta Batı’nın ünlü endüstri şehrinin verimliliğini, gücünü ve sahip olduğu özgün karakteri yücelttiği “Chicago” (1914) şiiriyle ve on yıllar sonra yazdığı uzun Abraham Lincoln biyografisi ile anımsanmaktadır. Sandburg’un anlaşılır ve canlı şiirleri onu yaşadığı sırada oldukça popüler biri haline getirmişti. Çalışmaları günümüzde de oldukça geniş bir okur kitlesine hitap etmektedir.
Batı İlinois’teki küçük bir şehir olan Galesburg’da yaşayan yoksul bir İsveçli çiftin çocuğuydu. Küçük yaşta okuldan ayrıldı. Onlu ve yirmili yaşlarında kötü işlerde çalışmak zorunda kalmıştı. Bu dönemde yerel kültürü ve Orta Batı geleneklerini yakından tanıma fırsatı buldu. Yerel politik kampanyalardan berber dükkanlarına ve çiftliklere kadar bölgeye aşinaydı. 1913’te Chicago’ya yerleşti ve gazetecilik yapmaya başladı. Bir yandan da şiirler yazıyordu.
İlk şiir derlemesi olan Chicago Poems (1916) çok popüler oldu ve ünlü “Chicago” şiiri onu ünlü biri yaptı. Bu çalışma Sandburg’un şiire yaklaşımının çok güzel bir örneğidir: Şiiri vurgulu ve açıklayıcı ifadelere dayanır. Basit ve çağrışım gücü yüksek imgelere yer verir. Efsanevi Chicago betimlemesinde olduğu gibi: “Fırtınalı, dinç, kavgacı / Büyük omuzların şehri.” Şiirlerini, genellikle kafiyesiz serbest nazımla yazmıştır. Dili geleneksel şiirden çok daha özgür ve anlaşılır bir biçimde kullanmaktadır. Şehriyle gurur duymasına rağmen suç, fuhuş ve yoksulluk gibi sorunların farkındadır. Şehrin dayanıklılığı ve zorlukları yenme gücüne ise hayranlık beslemektedir.
Sandburg sıklıkla 19. yüzyılın büyük popülist şairi Walt Whitman (1819–1892) ile karşılaştırılmaktadır. Gerçekten de Sandburg, Whitman’ın başyapıtı Leaves of Grass (1855) adlı çalışmasında serbest şiiri kullanma biçimine büyük bir hayranlık beslemektedir. Whitman’ın Amerikan toplumuna özgü basit, günlük ve özgün meseleleri yüceltişi ilgisini çeker. Whitman gibi Sandburg da Amerikan halk sanatı ve demokratik sisteminden büyülenmiştir. Şiirlerinin dışında Amerikan tarihi ve müziği ile ilgili düzinelerce kitap yazmıştır.
1- Aynı zamanda sahneye çıkmaya da hevesliydi. Okuma günlerinde halk şarkıları ve öyküleri kullanarak dinleyenlerini eğlendirmekten hoşlanırdı.
2- Walt Whitman gibi Sandburg de Abraham Lincoln hayranıydı. Onun biyografisini yazmak için uzun yıllar harcamış ve 1940 yılında bu çalışmasıyla tarih dalında Pulitzer Ödülü kazanmıştı.
3- Amerikalı çocukların ulaşabileceği peri masallarının çoğu Avrupa kaynaklıydı. Sandburg kendi peri masallarını yazma kararı vermişti. Bunlar belirgin bir biçimde Amerikan karakteri taşıyan peri masalları olacaktı.
Bessie Smith
Columbia Records, Bessie Smith’i (y. 1894–1937) “Blues Müziğin Kraliçesi” ilan ettiğinde müzik basını aynı fikirde olmadığını açık bir biçimde ortaya koymuştu. Kraliçe unvanı onun için yeterli değildi. Ünlü şarkıcıya verilmesi gereken unvan “Blues’un İmparatoriçesi” olmalıydı.
Bessie Smith, 1920’lerin ve 1930’ların en popüler blues sanatçısıydı. Kayıt stüdyosuna girmeden önce de bir performans sanatçısı olarak önemli bir başarı kazanmıştı. 1912 yılında Smith “Blues’un Anası” lakaplı Gertrude Rainey (1886–1939) ile bir revüde birlikte şarkı söylemiş, yaşlı yıldızı kendisine hayran bırakmıştı. Rainey, Tennessee’li sanatçıya başarılı bir sahne performansı için kimi tüyolar verecek ve çok geçmeden boynuz kulağı geçecekti.
Smith, 1920’de Atlantic City’de kendi şovuna başladı. 1923 yılında New York’a gitti ve vodvil turnesinde muazzam bir ilgi gördü. Aynı yıl Columbia ile bir sözleşme imzaladı ve ilk albümünü çıkardı.
Smith Columbia’nın “race record” serisinin ilk şarkıcısıydı. Şirket Afro-Amerikan blues müziğinin popülerliğinden faydalanmayı umuyordu. Smith’in ilk eserleri olan Gulf Coast Blues (1923) ve Down Hearted Blues (1923) çok popüler oldu ve iyi sattı. Diğer hit eserleri ise Baby Won’t You Please Come Home (1923) ve Nobody Knows When You’re Down and Out (1929) idi.
Büyük Buhran’ın Amerika’nın eğlence bütçesini kısması ve sesli filmlerin yaygınlaşması ile birlikte Smith’in yıldızı sönmeye başladı. Sesli filmlerin çekilmesi vodvil performanslarının cazibesini yitirmesine yol açtı. Her şeye rağmen Smith formunun zirvesindeydi ve hâlâ gençti. Kimileri 1930’larda yeniden popüler olacağını umuyordu. Ne var ki böyle bir şansı olmadı. 26 Eylül 1937 tarihinde Mississippi’de geçirdiği bir trafik kazasında “Blues’un İmparatoriçesi” hayata gözlerini yumdu.
1- 1975 yılında folk-rock grubu “The Band”, ismini Bessie Smith’den alan bir parça yaptı.
2- Smith’in doğum tarihi kimi zaman Temmuz 1892, kimi zamansa 15 Nisan 1894 şeklinde gösterildi. Hangisinin doğru olduğu kesin olarak bilinemese de Smith doğum günü olarak 15 Nisan’ı tercih ederdi.
3- Smith 1929 yılında “St. Louis Blues” filminde başrol oynadı. Sanatçıya ait yegâne kamera görüntüsü bu filmde yer almaktadır.
Greta Garbo
İsveç doğumlu Greta Garbo (1905–1990), 1930’ların en büyük gişe yıldızıydı. Sessiz filmlerden sesli filmlere başarılı bir biçimde geçiş yapan az sayıdaki sanatçıdan biriydi. Otuz altı yaşında emekli olduğundan kariyeri nispeten kısa sürmüştü. Buna karşılık ekran ışığı ve sinema perdesi dışındaki gizemli yaşantısı nesiller boyunca sinemaseverleri büyülemeye devam etti.
Stockholm’de doğan Garbo’nun asıl adı Greta Lovisa Gustafsson’du. Efsanevi Hollywood yapımcısı Louis B. Mayer tarafından keşfedilmeden önce çeşitli Alman ve İsveç filmlerinde rol almıştı. İlk sözleşmesini MGM ile yaptı ve 1926 yılında ilk üç filmini çekti: The Torrent, The Temptress ve Flesh and the Devil.
İsveç kökenli, yorgun bir Amerikan fahişesini canlandırırken sinema tarihine geçen ilk sözlerini söylemişti: “Bir viski ver bana, bir de zencefilli gazoz. Hadi bakalım cimrilik yapma.” Aksanıyla ilgili endişeler yersiz çıkmıştı. Gırtlaktan konuşması sadece gizemli ve şuh havasının daha da artmasına yarıyordu. 1930’lar boyunca, Büyük Buhran yaşanıyor olmasına rağmen her film için 500 bin dolardan fazla aldığı söyleniyordu.
Olağanüstü güzelliği ile Garbo, hızla ünlü bir sessiz film yıldızı haline geldi. Ona “İsveç Sfenksi” deniliyordu. İskandinav aksanı, MGM’in 1930 yılına kadar onu sesli filmlerde oynatmasına mani olmuştu. Bu tarihte Eugene O’Neill’in Anna Christie oyunundan yapılan bir uyarlamada rol aldı. Rolüyle fazlasıyla adından söz ettirmişti. Öyle ki, MGM filmi tanıtırken “Garbo Konuşuyor” sloganı ile bir reklam kampanyası başlatmıştı.
Bütün ünlü film replikleri