Fazlı Necip

Haremin sultanları


Скачать книгу

Her birinden emsalsiz inciler, elmaslar, parlak altın sikkeler, kıymetli şallar ve kumaşlar çıkıyordu. Hepsi meydana yığıldı.

      Deli, bir çocuk gibi yerinden sıçrıyor, seviniyor, bağırıyordu:

      “Hey kâfir! Benden ne kadar mal çalmış! Ne güzel, ne nadide şeyler toplamış.”

      Bütün bu servet Padişahın gözü önünde hazine dairesine taşındı. Sonra onun emriyle Şekerpare’nin konağı da arandı. Orada bulunan sırmalı, inci işlemeli yorganlar, yatak takımları, ağır kürkler ve ipekli kumaşların hepsi saraya getirildi. Delinin önüne saçıldı.

      Padişah, Şekerpare’nin bu muazzam serveti toplamasına kethüdası Sebzecizâde İbrahim Efendi’nin vasıta olduğunu haber aldığı zaman, onun da idam edilip bütün servetine el konulmasını emretti.

      Böyle beş parasız, sefil bir halde gemiye getirilen Şekerpare, beraber sürgün edildiği kadının Fitne Kumkuması Hamide Hanım olmadığını kimseye söylemedi. Onun İstanbul’da kalmasının kendisi için önemli bir dayanak noktası olacağını düşünüyordu. Mısır ’a gelir gelmez İstanbul’a dönebilmek için çareler aramaya başladı.

      Nurü’l-ayn, Şekerpare’yi nazik bir saygıyla karşıladı ve sordu:

      “Sarayda Belkıs Sultan’ı gördünüz, tanıdınız mıydı?”

      “Tanımamak mümkün müydü? Onun felâketlerine benim düşmanım sebep olmuştu.”

      “Onun felâketine Maksut Paşa sebep olmuştu. Paşa sizin de düşmanınız mıdır?”

      “Hayır, o görünür sebeptir. Felâketlerimizin asıl sebebi Valide Mahpeyker Sultan’dır.”

      “Kösem Valide Sultan mı?”

      “Evet. Bu kadın oğlunu daima kontrolü altında tutmak, onun namına ferman çıkarmak için Padişahın yanında şeref ve itibarı olanları perişan edecek bin türlü hile icat ederdi. Belkıs Sultan’ın saraydan atılması, kocasının idamı, mallarına el konulması hep Kösem Valide’nin tertibi ve teşvikiyle olmuştur.”

      “Acayip! Belkıs Sultan ise Kösem Valide’den devamlı güleryüz gördüğünü söylüyor, ondan hiç şüphelenmiyordu.”

      “Ah! O ne yılandır. Beni de hep öyle tebessümlerle okşayarak zehirleyeceğini anladığım için ondan evvel davrandım. Padişahı onun etkisinden kurtarmaya çalıştım.”

      “Onun nüfuzunu nasıl kırabildiniz?”

      “Onun nüfuzunu kırmak için Padişahı kandırmak, onunla bir arada olmak yeter sandım. Deli, validesinin Sakız Adası’na sürgüne gönderilmesini emretti. Sonra Kösem Sultan’ın taraftarlarının girişimleriyle Davutpaşa Köşkü’nde kalmasına razı oldu. Ben burada aldandım. Onu saraya sokmamak, Padişahla görüşmesine meydan bırakmamak nüfuzunun kırılmasına yeter sandım. Onun hile ve yalanları yalnız beni değil, Fitne Kumkuması’nı bile aldattı.

      Kendisinden bahsettirmiyor, saraya uğramıyordu. Fakat taraftarları vasıtasıyla devamlı benim ve Hamide Hatun’un kuyusunu kazıyordu. Bizim gafil bulunduğumuz bir anda Mısır’a sürgün edilmemiz için bir emir çıkarttılar. Bir sabah yatağımda gözlerimi açınca karşımda müthiş, silahlı, iriyarı üç yeniçeri gördüm. Beni hiç konuşturmadan evden çıkardılar. Ancak gemiye atıldığım zaman işi anlayabildim.”

      “Şimdi İstanbul’a giderseniz yine saraya girmeyi başarabilecek misiniz? Ümidiniz var mı?”

      “Kesinlikle hayır. Benim zamanım geçti. Saraya girmemi yalnız Valide Sultan değil oradaki bütün gözdeler sonuna kadar önlemeye çalışırlar. Hoş, artık beni Padişah da aramaz ya… O, daima yeniler, tazeler ister.”

      “Durum böyleyse, İstanbul’a gitmek için neden bu kadar gayret gösteriyorsunuz?”

      “İntikam almak için.”

      “Kimden?”

      “Kösem Valide’den.”

      “Güç iş.”

      “Çok güç olduğunu bilirim. Fakat intikam o kadar tatlıdır ki, en zor şeyleri bile göze aldırtır. Ben şimdi sarayın bütün sırlarını, Deli’nin eğilimleriyle zayıf noktalarını bilirim. İstanbul’da saraya takdim olunacak pek güzel, çok zeki bir kız arayacağım. O, sarayda benim talimatım doğrultusunda hareket edecek, ben dışarıdan ona yardımcı ve destek olacağım. Orada Kösem Valide’den intikam almak için benimle beraber çalışacak, Belkıs Sultan gibi, Hamide Hatun gibi birçok kuvvetli yardımcılar bulurum. Kesinlikle Kösem Valide’nin nüfuzunu kırmayı başarırız.”

      Şekerpare bu sözleri derin bir hırs ve kızgınlıktan doğan heyecanlarla söylemişti. Bir an durdu. İhtimal ki çok ileri gitmiş; yardımını istediği bu genç, güzel, tecrübesiz kızı ürkütmüş ve korkutmuş olduğunu düşündü.

      Diğer taraftan Nurü’l-ayn da başka düşüncelere dalmıştı. Acaba bu müthiş kadına açılmak, kendi arzularını ona anlatmak, onunla beraber çalışmak doğru muydu? Şekerpare’nin İstanbul’da arayacağını söylediği kız, tam kendisi değil miydi? Kendisi saraya girmek, rakiplerini mağlup ederek Padişahı pençeleri arasına almak, güç ve servet kazanmak arzuları beslemiyor muydu? Biraz kuşkuluca sordu:

      “İstanbul’a vardığınız zaman Belkıs Sultan’ı arayacak mısınız?”

      “Ona şüphe mi var?”

      “Zannederim ki o da şimdi İstanbul’da, Kösem Valide’den intikam almak için sizin de takip ettiğiniz hedefe doğru gidiyor. Benim burada olduğumu ve aynı maksat için çalıştığımı haber alınca çok sevinecektir.”

      “Siz de mi Kösem Valide’nin mağdurlarındansınız? Siz de mi ondan intikam almayı düşünüyorsunuz?”

      Nurü’l-ayn onaylamak için hafif bir gülümseme ile başını salladı. Sonra ona açıldı. Macaristan’dan nasıl getirildiğini, Belkıs Sultan’ın sarayında ne maksatla, nasıl bir talim ve terbiyeyle büyütüldüğünü anlatmaya başladı.

      Çok nazik ifadelerle, mütevazı bir şekilde anlattığı hayat hikâyesi, Şekerpare’yi hayretler içinde bırakmıştı. Fettan kadın, İstanbul’da arayacağı ve bulmakta çok zorluk çekeceği güzel ve fevkalâde zeki kızın işte karşısında oturmuş, kendisine tebessümler ettiğini görüyordu. Hayret ve sevincinden zaman zaman yerinden fırlıyor, güzel kızın boynuna sarılıyor, onu şapır şupur öperken, “Sen benim tecrübelerimden, bilgilerimden, yardımlarımdan; Belkıs Sultan’ın da itibarından istifade ederek çalışırsan hiç şüphesiz başarılı oluruz,” diyordu.

      Bu uzun sohbetlerden sonra iki güzel kadın arasında gizli olduğu kadar derin bir samimiyet de kurulmuştu.

      Nurü’l-ayn o gece Şekerpare’yi misafir etti. Beraber yediler, biraz şarap içtiler. Güzel kız rebap çaldı, şarkılar söyledi. Şekerpare onun sazda olduğu kadar sözde de olan becerisini, neşeyle süzülen gözlerinin sihrini, gönülleri âşık eden cazibesini, hele daha açılıp saçıldığı zaman vücudunun muntazamlığını, yay gibi endamını, cildinin tazeliğini görmüştü. “Hünkâr bu güzellik hazineleri, bu cazibeler, bu nazireler, bu nimetler karşısında çıldıracak, sana esir olacaktır. Ona her ne istersen yaptırabileceksin. Fakat yaptırılacak, istenilecek şeyleri bilmek gerekir,” dedi.

      Gece geç vakte kadar sohbet ettiler.

      Bir ara, sarayın selamlık tarafına doludizgin koşarak birtakım atlıların gelişi bir hareket, bir heyecan uyandırdı. Sarayda bu tür harekete alışkın olmayan Nurü’l-ayn endişeli bir tavırla kulak kabartmış dışarıyı dinliyor, hareme de intikal eden