ses gök gürültüsüne, hızı ise atın çevikliğine benzetilir.
Somanın coşturucu kuvveti şüphesiz tanrısallığını açıklar. Normalin ötesinde güçler veren bir bitkidir. Bu yüzden soma ölümsüzlük içkisi (amṛita), tanrı içeceğidir. Tanrılar bunu sever. İnsanlardan az olmasa da tanrılara ölümsüzlük verir. Bir ilahide bu içki sayesinde İndra’da uyanan coşkunluk hissi betimlenmiştir. İçki onda istediği zaman dünyaya sahip olabileceği hissini uyandırır. Ayrıca soma şifa bakımından zengindir ve bitkilerin efendisidir. Doya doya içildiğinde konuşmayı tetikler ve konuşmanın efendisidir. Kâhin yaratandır, ibadet edenin koruyucusudur ve bilgeliği yüceltilir. Bilgeliğiyle insanları sürekli izler, bu yüzden bin gözü vardır. İnsanlar ve tanrılardan az kalmasa da babalar onu sever, sayesinde ışığı ve inekleri bulmuşlardır. Tanrılar, büyük kahramanlıklarını ve başarılarını soma içmeye borçludurlar. Örneğin İndra, Vṛitra’yı öldürmek için üç göl dolusu somayla kendisini doldurmuştur. İndra tarafından içildiğinde Soma güneşin gökyüzünde yükselmesini sağlamıştır. Bundan dolayı asıl mahareti Soma’nın gerçekleştirdiği iddia edilir. Işığı bulup güneşin parlamasını sağlamıştır. Bu sebeple iki dünyayı da destekler ve kışlaların efendisidir. İndra gibi müthiş bir savaşçıdır. Daima muzaffer olup tapınanları için arabalar, atlar, altın, cennet, su ve bin nimet kazanır. Bin uçlu bir mızrak dahil korkunç ve keskin silahlar taşır. İndra gibi boğa olarak tarif edilir, sular da döllediği ineklerdir. İndra’nın arabasına biner ve Marutlar onun dostudur. Rüzgârlar onu sevindirir ve Vāyu onun koruyucusudur.
Soma dağlarda ikamet etmektedir. Özellikle Mūjavant dağından bahsedilir. Şüphesiz dağların aslında yeryüzüne ait olduğunu söylememize gerek yok. Soma göksel bir varlıktır ve doğumu semada gerçekleşmiştir. Gökyüzünün, güneşin ya da Parcanya’nın çocuğudur. Semanın efendisi, kuşudur. Tıpkı tanrı Sūrya gibi tüm âlemlerin üstünde durur. Mistik olarak sema olan süzgeçten geçirilip arıtıldığında damlalar havadan yeryüzüne dökülür. Damlaların gökyüzünden inişine dair bu gizem, çeşitli biçimlerde anlatılmaktadır. Bir anlatıya göre çevik kartal, damlaları ayağıyla havadan İndra için getirmiştir. Ok gibi hızlı uçarak demirden kaleleri yarıp geçmiş ve semaya yükselmiştir. Sonra İndra için aşağı inerken somayı taşımıştır. Ancak kartal bu marifeti yara almadan yerine getirememiş. Soma ile kaçarken okçu Kṛşānu onu vurmuş ve tüylerinden birini koparmıştır. Görünüşe göre efsane, kartal biçimindeki yıldırımın fırtına bulutu kalesini delip geçtiğini ve bulutun suyunu yere indirdiğini ima eder. Bulutun suyu tanrı içeceği (ambrosia) (Not 3) olarak tasavvur edilmiştir. Aynı zamanda ateşin de yeryüzüne bu şekilde geldiği düşünülmektedir.
Soma ayrıca nehirlerin kralı, tüm dünyanın kralı, tanrıların kralı ya da babası ve tanrılarla ölümlülerin kralıdır. Çoğu zaman tanrı olarak çağrılmasına karşın bir paragrafta açıkça tanrılar için ihtiyaç duyulan bir tanrı olarak isimlendirilmektedir.
Ṛigveda kadar eski zamanlarda ayın Soma ile bu şekilde özdeşleştirilmesine dair izler bulunmaktadır. Bu özdeşleştirilme süreci Brāhmaṇa döneminde tam olarak yerine getirilmiştir. Bu yüzden güneş bakiresi Sūryā’nın Soma ile evlendirildiği söylenen evlilik ilahisinde kendisinin nakṣatra’larda ya da ay konaklarında lüks içinde yaşadığından bahsedilir. Ayrıca rahip tarafından bilinen bu somadan hiç kimsenin yemediği belirtilmektedir. Diğer yandan aynı kişileştirme daha mistik bazı ilahilerde kullanılan ifadelerin sonunda bulunabilir. Özdeşleştirme süreci somanın karanlığı dağıtması ve sularda yaşaması nedeniyle göksel ve parlak olarak adlandırılmasıyla ya da ona içki ismini vererek gerçekleşmiş olabilir. Bu durum kolaylıkla somanın içki gibi, ay olduğuna dair düşüncenin çıkmasına neden olmuş olabilir. Bu sebeple kâseler içindeki somanın aslında sular içindeki ay olduğu söylenmektedir. Ṛigveda’da ilah olarak karşımıza çıkan somanın gerçekten ambrosia kâsesi yani ay olduğu görüşü kabul edilmektedir. Bu kâse yeryüzünde dinsel törende kullanılan soma olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu görüş hâlâ Ṛigveda’da soma ile ay arasındaki ayrıma dikkat çeken yerli geleneğe ve metinlerin kolayca anlaşılır diline aykırıdır.
Avesta ile karşılaştırılması, bitkinin İran’da da ezilip sütle karıştırıldığını ve Hindistan gibi İran’da da göksel somanın karasal olan soma ve tanrıdan gelen içecekten ayrı tutulduğunu göstermektedir. Dağda yetişir ve bir melek tarafından getirilir. Işık verir, iblisleri öldürür ve nimet bahşeder. Ancak Hindistan’da ilk hazırlayanları iki kişi (Vivasvant ve Trita Āptya) olmasına karşın İran’da içkiyi ilk hazırlayanlar üç kişidir; Vīvanghvant, Āthwya ve Thrita. Muhtemelen bu görüş daha eski bir döneme dayanır. Buna göre bal likörü biçimindeki nektar cennetteki koruyucusu iblisten bir kartal tarafından alınıp indirilmiştir. Bu varsayım Zeus’un kartalı tarafından getirilen nektar efsanesiyle doğrulanmıştır. Kartal tarafından kaçırılan likör Odin’in başkalaşım geçirmiş halidir.
Göksel sularla karşılaştırıldığında karasal nehirler Ṛigveda’da görece küçük bir role sahipti. İlahilerin birinde Sindhu ya da İndus nehrinden kollarıyla bahsedilir. Bir başka ilahiyse, Vipāş ya da Beas nehri ile Şutudrī ya da Satlec akarsuyunu övmektedir. Bununla birlikte Sarasvatī’den; dağların zirvelerini dalgalarıyla aşması, yedi katlı olması, annelerin, nehirlerin ve tanrıçaların en iyisi olması bakımından sıkça övgüyle bahsedilir. Hatta kendisine göksel bir köken atfedilmiştir. Bu da Ganj ırmağının ilahi doğuşuna dair sonraki mitin öngörüsü sayılabilir. Aşvinlerle birlikte İndra’ya yiyecek sağlamaktadır. Kendisine İḍā (ya da İḷā yani kurbanlık yiyecek) ve kıyısında yaşayan Bharataların İḍā’sı gibi görünen Bhārati ile tapınılmaktadır. Sarasvatī ile Dṛşadvatī’de gerçekleştiği şekliyle kurbanlardan bahsedilir. Ayrıca erkek Sarasvatī ya da su cini Sarasvant’a beraber tapınılır. Sarasvatī’nin kimliği net olarak bilinmez. İsmi genelde Afganistan’daki Helmend olarak bilinen Avesta’daki Harahvaiti ile özdeştir. Şayet Sarasvatī hâlâ Ṛigveda’daki o nehir ise Vedik dönemde genelde kabul görenden daha uzak batıda Hint yerleşimleri olması gerekirdi. Diğer yandan Sarasvatī’nin yedi akarsu büyüklüğünde ve yedi katlı olarak tasvir edilişi büyük İndus nehrine daha uygundur ve sözcük o nehrin ikinci ismi olabilir. Fakat ne zaman ülkenin ortasındaki küçük bir akarsu olan Dṛşadvatī ile anılsa, aynı ismi taşıyan ancak günümüzde kumların içinde kaybolan modern nehrin daha eski bir biçimi olduğu anlaşılır. Vedik kültürün gelişiminin tam anlamıyla gerçekleştiği yer bu iki nehrin yakınlarındaki bölgeydi; en azından sonraki dönemde. Ṛigveda kadar eski bir dönemde akarsuya sonraki saygınlığının büyük kısmının verilmiş olması ihtimal dışı değildir. (Not 4)
Yeryüzü onunki gibi bir ibadeti gökyüzü münasebetiyle ağırlar. Ancak sadece bir ilahi yalnızca onun övülmesine tahsis edilmiştir. Hatta ilahide kocasının gönderdiği yağmurdan bahsedilir. Dağların yükünü taşır ve yerde ormanın ağaçlarını destekler. Muazzam, sarsılmaz ve parlaktır. İsmi Pṛithivī, “yayılmış olan” anlamına gelir ve ozanın anlattığına göre onu İndra yaymıştır.
Somut tanrılar dışında fiziksel temeli, ya ortadan kaybolduğu ya da hiç mevcut olmadığı için soyut olarak tanımlanabilecek bazı tanrılar karşımıza çıkar. Bu tanrıların büyük bir kısmı ilk türe aittir. Asıl sahiplerinden ayrılıp daha somut tanrıların suretlerinin gelişimini temsil ederler. Bunlar arasında en meşhuru güneş olan Savitṛi’dir ve parlak güneşin canlandırıcı gücü olarak ayrı bir tanrıdır. Tvasṭṛi fiziksel bir geçmişten daha ileri bir aşamada ayrılığı temsil etmektedir.