Turhan Tan

Safiye sultan


Скачать книгу

bakışlarla kendini uğurladığını görünce, eliyle selam işareti yaparak iltifat etmişti.

      Kahya kadın, şu hamam faslı sırasında kendi kuvvetini, kendi önemini genç Venedikliye hissettirmeyi tasarladığından yüzünü ciddileştirmişti, ağır bir tavır almıştı. Hamama gelince yüzünü Bafo’ya çevirdi. “Beni takip et,” işaretini tekrarladı ve mermer döşeli girişte duraklayarak kendi aklınca anlatmaya koyuldu. “Ben senden büyüğüm, beni kızdırırsan, seni döverim,” demek istiyor ve kızın yavaşça kulaklarını çekiyordu. Sonra soyunulacak yere geçerek kızı sedire oturttu, işaretle tarif ederek soyunmasını teklif etti. Bafo, sessizdi ve dikkatle etrafını inceliyordu. İçeriden sızıp gelen sıcak hava onun tenine çabucak çiğ düşürmüştü. Altın tacının telleri dibinde damla damla inciler beliriyordu. Sessizliğine rağmen kafası çalışıyordu. Çünkü Raziye Hatun’un kendisini nasıl bir yere getirdiğini ve soyunmasını teklif etmekle nasıl bir amaç güttüğünü anlamıştı. Yalnız aldanmamak ve yapacağı işte hataya düşmemek istediğinden hissine hakim olmaya çalışıyordu.

      Raziye, şehzade sarayında kahya kadın olmanın ve yüzlerce halayığa her dediğini yaptırmanın kendine verdiği gururla, adeta sabırsızlanıyor ve kızın hemen soyunmasını istiyordu. Onun kayıtsız ve sessiz durmakta inat ettiğini görünce kaşlarını çattı, işaretlerini tekrarladı ve emrini hızla yaptırmak için de Şehzadenin dahi oraya gelmek üzere olduğunu anlatmaya koyuldu. Eliyle bıyık işareti yapıyor ve o bıyık sahibinin, hamama geleceğini söylemeye çalışıp kızı harekete geçirmek istiyordu.

      Bafo bu son işaretleri alınca kalktı, hamamın iç tarafını örten kapıyı açtı, kurnaları ve küçük mermer göbeği gördü. Sonra döndü, Raziye’nin yanına geldi, ondan iğrendiğini göstermek istiyormuş gibi bulantı işaretleri yaptı ve kadıncağızın bir kulağını yakalayarak hamamdan dışarı sürümeye başladı. Raziye, hiç ummadığı bu hücum karşısında şaşırdığından bağırmayı da beceremiyordu, ulumakla inlemek arasında bir sesle genç kızı takip ediyordu.

      Hamamla Şehzade Murat’ın beklediği oda arasında on on beş adımlık bir koridor vardı. Bu kısa mesafeyi Bafo somurta somurta, Raziye de uluya uluya geçmişti. Kulağını genç parmaklardan kurtaramayan kahya kadın, Şehzadenin yanına varır varmaz bu işkenceden kurtulacağını, hatta zalim ve haddini bilmez kızın cezalandırılarak kendinin hoşnut edileceğini umduğundan Bafo’yu takipte acele ediyordu.

      Lakin zavallının ümitleri boşa çıktı. Çünkü Bafo, yakaladığı kulağı Şehzadenin önünde de bırakmadı, Raziye Hatun’u salon kapısına kadar götürdü, orada zavallının beline bir tekme savurdu, sofanın ortasına kadar fırlattı.

      Şehzade hayran hayran tüm bu olan biteni seyrediyordu. O anda umulmaz bir oyun seyretmenin verdiği hazla hoş bir şaşkınlık geçiriyordu. Ne dövülenin lehinde ne dövenin aleyhinde bir düşüncesi vardı. Fakat Raziye’yi sofaya fırlatıp attıktan sonra yanına gelip sert sözler söylemeye koyulan Bafo’ yla baş başa kalınca, şehzadeliğini, saray kanunlarını, harem düzenini hatırladı, büyük bir suç işlemiş güzel kıza sert kelimelerle öğüt vermek istedi.

      Kendisinin İtalyanca, Bafo’nun da Türkçe bilmemesi değil ama nefis bir şarkının ahengiyle harıl harıl işleyen ağzın güzelliği, o ağza yakışan bir hoşlukla pırıldayan gözlerin çekimi, bu arzuyu gelip geçen bir düşünceden ibaret bırakmıştı. Artık Şehzade Murat, Raziye Hatun’un dayak yemesiyle harem düzenini, saray geleneklerine vurulmuş olan darbeyi düşünmüyordu, Bafo’nun gür ve güzel sesine ruhunu vererek ondaki saçların nuru, ondaki gözlerin zarafeti, ondaki dudakların tadı, ondaki gerdanın şiiri ve ondaki endamın sihri içinde kendinden geçiyordu.

      Lakin bu seyir, güzel Venediklinin heyecanına karşı kayıtsız kalmayı mümkün kılamazdı. Çünkü o heyecanda da başka bir güzellik, başka bir cazibe vardı. Bu sebeple Şehzade, cesur ve pervasız halayığın ne istediğini, neden gazaba geldiğini anlamak istedi. Manalı manasız işaretler sıralamaya girişti. Bafo, bir müddet o işaretlere gelişigüzel karşılık verdi fakat bu şekilde anlaşamayacağını anlayınca, şehzadenin önünde çömeldi, iki eliyle cücelerinin boylarını çizdi, o hayali çizgileri devam ettirerek onları hatırlattı, içeriye getirilmelerini istedi.

      Cüceler, haremağaları gibi saraylarda kadınlarla temas etmeleri uygun görülen mahluklardır. Şu şartla ki, hadım ağalarının harem dairesinde yatıp kalkmaya da izinleri vardır. Ancak cücelere bu izin verilmemiştir. Onlar, davet edildikçe hareme girer, hokkabazlık ve maskaralık yapar, kadınları padişahın ve şehzadelerin huzurunda güldürüp eğlendirir, sonra bahşişlerini alıp koğuşlarına döner. Yani Bafo’nun dileğini yerine getirmekte bir terslik yoktu. Şehzade Murat da böyle düşündü, dairesinin kapılarına henüz ne bir köle ne bir halayık getirtmediği için koridora kadar çıkmak zorunda kaldı, oradan el çırptı. Daire dışındaki sofalarda emir bekleyen dişili erkekli hizmetçilerden nöbeti olanların, bu işaret üzerine hemen koşacağını biliyordu. Fakat ilk el çırpmaya, koridorun bir köşesinden kahya hatunun iniltisi cevap verdiğinden, Şehzade onun yanına kadar yürüdü.

      “Hala,” dedi, “ağlıyor musun? Ayıp be. Kalk, gözlerini sil, kapıma iki üç kızla, iki üç köle yolla. Bu macerayı da unut.”

      Fettan kadın, efendisinin ayaklarına kapanarak gözyaşları döke döke yalvarmaya başladı.

      “Sarayında yüzden fazla kız var. Hepsinin çiçeği burnunda… Beğendiğini hizmetine al. Dilersen ben yollara düşeyim, diyar diyar dolaşayım, sana istediğin gibi güzel kızlar bulayım. İstersen kendimi de senin keyfine, senin zevkine feda edeyim. Tek şu hain kızı kov, onurumu kurtar.”

      Şehzade Murat, ayaklarını sertçe çekti.

      “Alık,” dedi, “senin göğe çıkıp Zühre yıldızını yakalaman, bana getirmen mümkün mü ki ben kendi ayağıyla sarayıma gelen bu canlı yıldızdan vazgeçeyim. Sen, yediğin dayağı, attığın dayaklara say. Her kuşun etinin yenmeyeceğini öğrenip bundan böyle önüne gelene kamçı sallama.”

      Kadın inledi.

      “Ben ona el bile kaldırmadım.”

      “Dilinle, gözünle bir halt etmişsindir. Her ne olmuşsa, artık unutman gerek. Sen, haydi kalk, dediğimi yap. Yoksa bir dayak da benden yersin.”

      İşte cüce Cafer’le Nasuh, Şehzadenin bu emri üzerine selamlıktan alınıp içeri getirilmiş ve doğruca Bafo’nun huzuruna götürülmüştü. Murat da boylarına poslarına hayran kaldığı cücelere büyük bir ilgi gösteriyordu. Onların İtalyanca konuştuğunu öğrenince bu ilgi, minnete dönüştü ve Şehzade, Bafo’nun yanıbaşına oturarak cücelerin tercümanıyla konuşmaya başladı.

      Konuşmaya başladı dedik. Fakat gerçeği tam olarak söylemiş olmadık. Çünkü Şehzade Murat, Bafo’yla konuşmuyordu, onun tarafından enikonu tersleniyordu. Hem azarlayan, hem aşağılayan böyle bir tavra Şehzadenin tahammül edip edemeyeceği de şüpheliydi. Gerçi o, her şımarık ruhun sahip olduğu aç gözlülükle, o dakikada yaman bir iştah taşıyordu. Zihni de iradesi de körleşmişti. Yalnız hayvani ihtiraslarıyla görüyor, düşünüyor ve hareket ediyordu. Buna rağmen, Bafo’nun kendine de aşağı yukarı bir Raziye Hatun gözüyle baktığını sezseydi, mutlaka coşacak, kuduracak ve birçok laubaliliğine aldırış etmediği kızı kıyasıya hırpalayacaktı.

      Cüceler, işte bunu düşünerek ve sezinleyerek tercümede sadakatten tamamıyla ayrılmıştı. Bafo’nun sözlerini değiştirerek Şehzadeye anlatmak ve onun cevaplarını da Venedikli kızın arzusuna göre tatlılaştırarak İtalyancaya çevirmek yolunu tutmuştu. Mesela kız, cücelerin ayak öpmek, Şehzadeye dualar etmek, kavuk sallamaktan ibaret selamlamalarını bitirmesinden