en hızlısı, disk atıcılar ve boksörlerin en beceriklisidir. Apollon gibi entelektüel yaşamın yüce davranışlarından hiçbirini temsil etmese de Yunanlar arasında fazlasıyla değer verilen en üst seviye pratik sağduyuya sahiptir. Güreş okulu ve jimnastik salonu da bu sebeple onun tesisleri olarak görülmüş ve heykelleriyle süslenmiştir. Hatta gençlerin eğitimiyle bağlantısını daha da kalkındırmak adına sonraki dönemlerin ozanları onu dilin, alfabenin ve dilleri çevirme sanatının mucidi kılmıştır. Yunanlar arasında yaygın olan ölü hayvanların dillerini sunma geleneği, açıkça Hermes’i etkili konuşma sanatının efendisi olarak gördüklerini gösterir.
Romalıların Merkür’ü hakkında söylenecek çok fazla şey yoktur. İsminden anlaşılacağı üzere (Latincede satın almak anlamına gelen mercari) Romalılar tarafından yalnızca ticaret tanrısı olarak görülmüştür. Kendisine tapınma, Ceres ile aynı dönemde, büyük kıtlık döneminde Tarquinius’un kovulmasından birkaç yıl sonra başlamış fakat görünüşe göre Pleblerle sınırlı kalmıştır. Tüccarlar birliği onu kendilerinin koruyucu ilahı olarak görmüş ve mayısın ortasında Merkür ile annesi Maia adına kurban sunmuşlardır.
Hermes’in plastik sanatlarda betimlemesi düşünsel gelişimi ile eşit bir ilerleme göstermiştir. Tanrının daha önce bahsettiğimiz antik hermalar üzerine dökülmüş ilk heykelleri onu bir çoban, bazen de tanrıların habercisi ya da elçisi olarak betimlemiştir. Ancak daima güçlü ve sakallıdır. Sonraları daha genç bir görünüme bürünmüş ve gücünün doruğunda, geniş göğüslü, esnek ancak güçlü uzuvları olan, kıvırcık saçlı ve küçük kulakları, ağzı ve gözleriyle sakalsız bir genç halinde tasvir edilmiştir. Tüm bu özellikleriyle mükemmel bir zarafet ve dinçlik birleşimi oluşturuyordu. İncecik yontulmuş dudaklarının etrafındaki içten cömertlik ve düşünceli bir biçimde öne doğru eğildiğinde ortaya çıkan meraklı yüz ifadesini de eklersek tanrının kendine has başlıca özelliklerini elde etmiş oluruz.
Mevcut heykelleri arasında Herkulaneum’da bulunan ve şu anda Napoli Müzesi’nde sergilenen bronzdan gerçek boyutlardaki Dinlenen Hermes muhtemelen en bahsedilmeye değer olandır. Burada tanrıların elçisi olarak görünür ve dinlenmek için bir kayanın üzerine oturmuştur. Kanatlı sandaletleri üzerindeki tek kıyafettir. Aslında gerçek anlamda sandalet değillerdir, ayak bileklerine yakın bir yerden kanatların sıkıca bağlandığı ayaklarını saran kayışlardan ibaretlerdir (19. Şekil).
19. Şekil: Dinlenen Hermes. Napoli’deki Bronz Heykel.
Bir zamanlar Antinous’un olduğu sanılan Vatikan koleksiyonundan olağanüstü mermerden bir heykel, tanrıyı güreşin efendisi olarak resmetmektedir. Ne var ki sol elinde tuttuğu Caduceus modern bir eklentidir. Roma’daki Hermes Ludovisi heykelinde konuşma sanatının efendisi Hermes Logius’un zarif bir tasvirini görüyoruz. Bu heykelde kanatlar ayaklarına yerleştirilmemiştir. Hatta her zaman olduğu gibi doğrudan başına, aslında tam olarak yuvarlak, alçak bir seyahat şapkasının üstüne kondurulmuştur.
British Museum’daki şirin, bronz bir heykelcik ticaret ve alışveriş tanrısını elinde dopdolu bir keseyle tasvir eder. Benzer bir anlayış Roma’daki Capitoline koleksiyonundaki bir heykelde de karşımıza çıkar (20. Şekil). Hermes’in başlıca simgelerinden zaten bahsetmiştik: ayaklarındaki, başındaki ya da şapkasındaki kanatlar, elçi asası, adak kâsesi ve para kesesi.
20. Şekil: Hermes Heykeli. Capitoline Koleksiyonu.
9. Hephaistos (Vulkanus):
Ateş ve demircilik tanrısı Hephaistos, genellikle Zeus ve Hera’nın oğlu olarak kabul edilir. Öyle çirkin ve sakattır ki annesi utancından onu cennetten denize atar. Ancak Okeanidlerden Eurynome ve Thetis, ona acıyıp denizlerin dibindeki bir mağarada dokuz yıl boyunca bakmışlardır. Bunun karşılığında Hephaistos onlara birçok süs yapmış. Annesine alıştırıldıktan sonra Dionysos’un kılavuzluğunda Olimpos’a geri dönmüştür. Neredeyse bunun kadar yaygın olan bir anlatıya göre, ona bu kadar zalimce davranan annesi değil Zeus’tu. Zeus ile Hera arasındaki bir tartışma üzerine Hephaistos annesine yardım etmeye gelmiş ve göklerin tanrısı öfkelenerek onu ayağından tutup Olimpos’tan fırlatmış. Talihsiz Hephaistos bütün bir gün boyunca düşmüş. Sonunda günbatımında, vücudunda kalan azıcık nefesle Limni Adası’na inmiş. Burada adanın sakinleri olan Sintianlar, iyileşene kadar ona bakmışlar. Sonraki yazarlar onun bu düşüş sebebiyle sakat kaldığını dile getirir. Aynı temel fikir, ateşin ilk kez cennetten şimşek biçiminde indiği gibi, buna benzer çeşitli efsanelerin kökeninde yatar. Hephaistos aslında ateş elementini temsil eder ve ateşin tüm etkileri ona atfedilir. Yerin altındaki ateşler, volkanların açık kraterlerinden dışarı çıkar. Bunun nedeni demir ocağı ve demirhanelerinin bulunduğu kızgın dağın ortasında çalışan Hephaistos olmalıdır. Onun başlıca tapınma yeri olan Limni Adası’ndaki Moskilos Dağı efsanesi de aynı şeyleri anlatır. Onunla bağlantısından dolayı Sicilya’daki Etna da neredeyse bir o kadar meşhurdur. Volkanik dağların yakınlarında şarabın özellikle kaliteli olduğu fark edildikten sonra Hephaistos ile Dionysos arasındaki samimi dostluk hikâyesi uydurulmuştur.
Ateşin en yararlı işlevi, metalleri eritip her türden alet edevat biçiminde insanlar için yararlı hale getirmedeki gücünde açığa çıkar. Bu nedenle Hephaistos karakterinin algılanma biçimi giderek onun metallerle çalışan bütün beceriklilerin ustası ve ateş kullanan sanatkârla zanaatkârların efendisi olarak temsil edilmesine neden olmuştur. Bu özelliğiyle sanat seven tanrıça Athena ile yakından ilişkilendirilmiştir. Buradan, her iki ilahın neden Yunan bilim ve sanatının esas merkezi olan Atina’da bu kadar benzer derecede onura layık görüldüklerini ve bu denli çok sayıda ortak festivale sahip olduklarını anlayabiliyoruz. Ayrıca Hephaistos’u içinde zekice tasarlanmış yirmi çift körüğe sahip devasa bir atölye bulunan ve kendi başına Olimpos’ta inşa ettiği muhteşem bronzdan bir sarayda tasvir etmekten hoşlanan ozanlar, ondan genellikle zanaatkâr sıfatıyla bahsetmiştir. Burada tanrıların ölümsüz konutlarını da inşa etmiştir. Örneğin, kendiliğinden tanrıların ziyafet salonlarına giden ve yemek bittikten sonra yerlerine dönen yürüyen-masalar ya da üçayaklı sehpalar gibi yaptığı birçok yaratıcı alet edevat vardı. Ayrıca kendisine yürüyüşlerinde eşlik etmesi için altından iki tane bakire heykeli yapmış, onlara hareket etme ve konuşma becerisi bahşetmişti. Ozanlar tarafından bahsedilen diğer eserleri arasında Zeus’un aegisi (kalkanı) ve asası, Poseidon’un üç uçlu mızrağı, aralarında sıradışı güzelliğe sahip birinin bulunduğu Herakles ve Akhilleus’un kalkanları bulunur.
Hephaistos’a tapınma Yunanistan’da pek yaygın değildi. En önemli tapınma merkezi Limni Adası’ydı. Burada, Moskilos Dağı’nda Etna’nın Kikloplarına misilleme yapan işçileri Kabiriler ile yaşadığı sanılıyordu. Onuruna meşale yarışları gibi farklı festivallerin gerçekleştirildiği Atina’da büyük saygı görüyordu. Genç erkekler ellerine yanan meşalelerle koşuyorlar ve hedefe sönmemiş meşalesiyle varan ilk kişi ödülü kazanıyordu. Buna ek olarak Campania ve Sicilya’daki Yunanlar tarafından son derece kutsal sayılıyordu ki bu da buralarda bulunan kızgın dağlar ile kolayca açıklanabilecek bir gerçekti.
Romalılar bu tanrıya Vulkanus ya da daha antik dönemlerdeki yazılışına göre Volkanus ismini vermişlerdir. Onu iyi dilekleri ve ateşin faydalı işleriyle onurlandırmışlardı. Ayrıca yangın felaketlerin karşı ondan kendilerini korumasını talep etmişlerdir. Yunan yazarların etkisi altında şekillenen tanrıya dair asıl ve daha yaygın olan görüş, yerini Etna ya da Lipari adalarında demir ocakları olan ve çekiç kullanmada arkadaşlarıyla yarışan demirci tanrı ya da Mulciber imgesine bırakmıştır. Yunan söylencelerine göre Venüs