Lütfü Şehsuvaroğlu

Ordusunu Arayan Kumandan


Скачать книгу

habersiz, uçurtma uçurmuşum…”

      1940’lardan sonra davasını bir siyasi mücadeleyle de süsleyen şair, aynı çizgiyi sürdürür:

      “Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri!

      Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!”

      Fransa ve Baudelaire genç cumhuriyetin genç şairini içine çekerken neferlerini kaldırım taşlarından yapacak olan şair, neyin peşinde olduğunu geç de olsa anlayacaktır:

      “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

      Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış…”

      NECİP FAZIL’IN ŞİİRİ

      Necip Fazıl’ın şiirini başkalarının açıklaması kadar abes bir şey yoktur. O poetikasında kendi şiirini yine kendi açıklayan bir şair, aynı zamanda kendi kendisinin münekkididir. Müthiş “ben” duygusuna sahip şair, yine başkalarına fırsat vermeden “ben”ini didik didik eden, onunla uğraşan, nefsini yerden yere vurma beceresi gösteren bir nefs muhasebecisidir aynı zamanda.

      Orhan Okay, onun bu hasletini şöyle açıklar: “Cyrano de Bergerac, çok uzun olan burnuyla alay edenleri susturarak burnu hakkında en güzel hicivleri kendisi yapar ve karşısındakilere ‘Ama sizin hiçbirinize bunların tekini söyleme fırsatı vermem.’ der. Necip Fazıl da öyle.”

      Dolayısıyla Necip Fazıl’ın şiirini tahlil ederken onun “Çile”nin sonuna yerleştirdiği “Poetika”sını göz önünde bulundurmak icap eder.9

      Şiire başladığından çeyrek asır sonra şiirini bir poetika çerçevesine oturtmak, bir dünya görüşünün hizmetine koşmak ihtiyacı hissetmiştir. “Anladım işi, sanat, Allah’ı aramakmış.” mısrasında dile getirdiği gibi artık hafakanların şairi, estetik iman ve estetik çırpınışlarını, mistik imanın dingin atmosferine çekmek zarureti duyacaktır.

      Nefsi ile kaderi karşılaştıran ve önceki hayatında kaderi, nefsinin karşısında dize getiren şair; bu atmosferde, kaderin karşısında kendi nefsine diz çöktürmüştür.

      Kaldırımlar şairi meşhur oluşundaki bu şiire ebediyen sahip çıkmıştır. Nefsine diz çöktürmeyi bilen Necip Fazıl, bazı hafakan şiirlerini; poetikasının sınırlarını tespit ettiği ve Arvasi ile karşılaşması öncesi ve sonrası dönemleri birbirinden ayıran dönemeçte süzgeçten geçirmiş ve önceki hayatıyla yeni hayatını bütünleştiren tabiatına sahip çıkmıştır. Zaten başka ne yapabilirdi ki? Depreşen ruhunun çileli duyuşlarının, Allah’a yönelmede vazgeçilmez köşe taşları olduğunu nasıl inkâr edebilirdi ki?

      Necip Fazıl’ın şiirlerinde kuvvetli bir “ben” duygusu vardır.

      Sürekli içindeki “ben” ile uğraşan, zaman zaman bu “ben”e âşık olan ve zaman zaman “ben”ini başka hiçbir kimsenin yapamayacağı kadar ayaklar altına alan kaldırımlar şairi; böyle bir nefis muhasebesini ve içe dönüklüğü ancak sokaklar, hafakanlar, geceler, otel odaları, gibi unsurlarla mücehhez “Bodlervari” şiirlerle açıklayabilirdi.

      Mutlak hakikati arama işi olunca şiir, elbette ki pek çetin bir ihtisas alanı da olmaktadır ister istemez. Sadece ne yaptığını bilmesi yetmez şairin, o vakit niçin ve nasıl yaptığının da ilmine sahip olmak gerekir.

      Mutlak hakikati arama ilimde de olur, şiirde de. İlim, mutlak hakikati polis tavrıyla arar. Beldesi, mahallesi, nöbet kulübesi, geçtiği sokaklar, çaldığı kapılar, iş bölümü, vazifesi, vakti, imkânları, hülasa bütün zaman ve mekân ölçüleriyle tabak gibi açık ve meydandadır. Oysa şiir, mutlak hakikati daha cerbezeli arar. Kimi zaman fevkalade sarp ve dolambaçlı yollardan geçer; kimi zaman kestirme ve imtiyazlı yollardan.

      “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

      Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış…”

      Artık şiirin konusu olan sokaklar, hafakanlar, kadınlar, ölüm, insan, daüssıla vs. sadece ona götüren birer kilometre taşlarından ibarettir. Hafakanların, gecelerin, otel odalarının, sokakların, kaldırımların şairi; iç muhasebesinde kendi kendisiyle yorucu ve bitmeyen bir uğraşın, bir dönemeçten sonra başını daha ulvi bir gayeye satarak kanatlandırıcı lezzetini duymaya başladığını düşünür.

      Fikir çilesinden sonra kavramlarındaki büyük dönüşüm, gece bir hendeğe düşercesine, gaiplerden bir ses gelerek gerçekleşecektir. “Örümcek Ağı”ndan ve “Kaldırımlar”dan sonra artık kendini açıklayacak kitap ismi: “Sonsuzluk Kervanı” ve “Çile” olmalıdır.

      “Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam,

      Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

      Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

      Gök devrildi, künde üstüne künde…

      Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

      Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

      Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

      Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

      Ateşten zehrini tattım bu okun.

      Bir anda kül etti can elmasımı.

      Sanki burnum değdi burnuna (yok)un.

      Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.”

      Türk Bodler’i

      “Kustum öz ağzımdan kafatasımı” gibi mısraların, Bodler’in şiir dünyasından aparıldığına dair edebiyat çevrelerinde hayli yorum çıktı. Mesela Sabahattin Ali, “İçimizdeki Şeytan” adlı romanında bir dönem aynı ortamı paylaştığı Necip Fazıl’ı eleştirirken onun Bodlervari “tükürdüm ağzımdan kafatasımı gibi mısralar karaladığını” yazar. Gerçekten de Baudelaire’in (1821-1867) şiirine konu olan ölüm, kadın, şehir, sokak, hafakanlar vs. ile bunları şiirde üsluba çekiş arasında müthiş benzerlikler görülmektedir.

      Bodler’de de şiirine konu olan unsurlar birer fikir hâlinde tebellür eder. Nefis, kadın, melek, şeytan vs. hep bir fikirdir. “Bir fikir, bir şekil, bir mahluk / Gökten kalkmış ve düşmüş / Çamurdan ve kurşundan bir gayya içine…”

      Bodler’in şiirlerini Necip Fazıl’ınkilerle karşılaştıran ve Fransız şairin etkisini ortaya koyan Ali İhsan Kolcu, iki şairin kelime dağarcığının da benzer olduğuna dikkat çeker: “Bütün bu metinler arası benzerlikler ya da tema ve motif tesirlerinin yanında genel anlamda Baudelaire’in, Necip Fazıl üzerindeki tesirini gösteren başka bir hususa dikkat çekmek gerekir. Söz konusu ettiğimiz husus her iki şairin kullandığı kelime dağarcığının büyük bir benzerlik göstermesidir. Baudelaire’in söz dağarcığını süsleyen, tabut, keşiş, papaz, rahip, gece, karanlık, leş, böcek, bela, afyon, fikir, his, içki, İsa, Musa, gökyüzü, cehennem, cennet, hafakan, cinnet, ukde, şehir, kan, aşk, peri, cin, ölüm, toprak, uçurum, renk, ses, koku, şekil, rüya, yolculuk, dans, paçavra, ihtiyar gibi kelimeler aynı zamanda Necip Fazıl’ın şiirlerinde kullandığı söz varlığını oluşturur.”10

      Necip Fazıl’da Bodler etkisine rağmen o, Türk edebiyatında ilk defa içe dönük şiiri yazan şairdir ve Türk şiirinde bir ilki başlatmıştır. Türkçesi, üslubu, metafizik ürpertisi, onu gerçekten büyük bir şair yapmıştır. Edebiyatın bütün dallarında eser vermesine rağmen şairliği hepsine galabe çalar.

      “Necip