Şimdiye kadar aralarında birçok kıskançlık münakaşası olmuştu. Hatta bir defasında daha ileri gitmişler, bir ay dargın durmuşlardı. Ahmet Melih’in bir İzmir dönüşü Fikriye isminde bir kadın için Beyoğlu mağazalarından birine yaptırdığı kısa kürkün faturasını yazıhaneye gönderecek yerde apartmana göndermiş olmaları Nermin Hanım’ı altüst etmişti. Genç kadın bu faturayı görünce hemen mağazaya telefon etmiş, yanlışlık olduğunu söylemişti. Kendisi böyle bir kısa kürk yaptırmamıştı. Fakat aldığı cevap ona her şeyi anlattı. O zaman bu müdafaası imkânı olmayan ihanetin cezasını Ahmet Melih pek ağır çekti. Tam bir ay tek kelime konuşmadan tatsız, berbat bir hayat geçirdiler. Öyle anlar oldu ki Ahmet Melih böyle dargın durmaktansa büsbütün ayrılmayı bile düşündü. Nihayet karısının teyzesi aralarını buldu. Barıştırdı.
O hadise bile Nermin Hanım’a böyle bir karar verdirmemişti. Hâlbuki şimdi ortada fol yok, yumurta yoktu. Hiçbir kadınla bağlantısı yoktu. Gelip geçici münasebetleri bile gayet gizli geçiyordu. O hâlde karısını böyle birdenbire ayrılmaya sevk eden sebep ne olabilirdi?
Ahmet Melih’in kalbine bir anda acı bir şüphe geldi.
Acaba karısı birisini mi seviyordu!
Yüzüne ateş çıktı. Bu ihtimal bugüne kadar zihnini kemirmiş değildi. Hatta yıllarca evvel karısının en şahane zamanlarında bile bu şüphe kalbinde yer tutmamıştı. Ona o kadar emniyeti vardı ki… Ve karısından o kadar kuvvetli bir sevgi görüyordu ki bu kadar hummalı bir sevginin taksime uğramasına imkân yoktu. Ve o çapkın erkek kuşkusuyla genç karısını ve genç karısının etrafında cephe alan erkek gözlerini pek iyi kontrol etmişti. Nermin bir melekti. Üzerinde toplanan bakışların erkek hislerini hürmete mecbur edecek kadar masum bir melek.
Ve hayatları hep böyle pürüzsüz, endişesiz geçmişti. Fakat bugün ne olmuştu?
Kendi tarafından çıkarılmış bir hadise olmadan karısının apartmanı bırakıp evine gitmesi ve ayrılma kararı vermesi için elbette bir sebep olacaktı. Bu sebep de…
Evet bu sebep de… Ahmet Melih bütün düşüncelerine hâkim oluveren bu sebebi ifşa etmekten çekiniyordu. Bu o kadar elim bir şeydi ki! O kadar masum zannettiği karısının bir macera kahramanı olmasını havsalası almıyordu.
Havsalası almıyordu. Fakat…
Başka ne sebep olabilirdi?
Rıza Sedat’ın parmaklarını başında hissetti:
“Ne düşünüyorsun?”
Boş, hareketsiz göz bebekleri arkadaşının gözlerine dikildi:
“Aklıma başka şey geliyor.”
“Ne gibi?”
“Sen hiç düşünmedin belki… Ona bu kararı verdiren sebep bir başka erkek sevgisi olmasın?”
Rıza Sedat’ın dudakları büküldü.
“Zannetmem.”
Ahmet Melih’in gözleri aşikâr bir sevinçle parladı:
“Niçin?”
“Çünkü mesleğim icabı. Böyle davalarda her şeyi kurcalamak vazifemdir. Nermin Hanım’dan bu noktayı da sordum. Hiddetle ve nefretle başını salladı. Utandım.”
Ahmet Melih sükûnet bulmuştu. Bir an için kafasını burgu gibi oyan elim düşünce çözülüverdi. Rıza Sedat ciddi buhran geçiren arkadaşına en doğru yolu göstermeye karar vermişti. Dedi ki:
“Bu meseleyi fazla konuşmayalım. Her şey nihayet karşı tarafın göstereceği ısrara veyahut ricata bağlıdır. Nermin Hanım’ın kararından vazgeçmediğini farz edersek netice mahkemeye intikal edecektir.”
Rıza Sedat arkadaşının gözlerine bakarak devam etti:
“Bu takdirde sen ayrılmamak için ısrar edecek misin?”
O hiçbir şey düşünmüyordu. Hadise o kadar tepeden inme olmuştu ki yarını düşünemiyordu.
Saat on ikiye gelmişti.
Rıza Sedat çağırdığı daktilosuna işler hakkında bazı emirler verdikten sonra tekrar Ahmet Melih’e döndü:
“Öğle oldu. Kalk bir yerde yemek yiyelim. Şimdiki hâlde unut bütün bu olan biten şeyleri.”
O kadar kendini kaybetmişti ki avukatın yanında uykuda gezer bir insan gibi yürüyordu. Çıktılar. Caddenin serin havası ve gürültüsü onu biraz değiştirdi.
Rıza Sedat koluna girmiş onu âdeta sürüklüyordu. Galata’da bir lokantaya girdiler.
Rıza Sedat son bir defa o bahse avdet etti:
“Bundan şimdilik kimseye bahsetmeye lüzum yok, hiçbir şey olmamış gibi hareket edelim.”
Rıza Sedat yemekte her zamanki tatlı fıkralarına başlamıştı. İstemediği hâlde Ahmet Melih’e üst üste iki bardak şarap da içirdi. Yemek, şarap ve dinlediği hoş fıkralar Ahmet Melih’i kâfi derecede teskin etmişti. O kadar ki çıkarlarken bir gün evvelki mağrur iş adamı Ahmet Melih yine sokakta idi.
Rıza Sedat onu akşam yazıhanesine gelip bulacağını söyleyerek ayrıldı. Ahmet Melih Galata’nın o saatlerindeki gürültüsüne o kadar alışıktı ki her günkü gibi dudaklarında purosu, ağır ve tok adımlarla yürürken taş duvarlarda akisler yapan bu sokak gürültüsünü bir ninni gibi dinleye dinleye hana girdi. Yazıhanesine çıktı.
Odacı karşıladı.
Ona kahve söylerken her zamanki gibi keyifli idi. Daktilo birkaç mektup getirdi. İmzalanacak kâğıtları masanın üstüne koydu. Bu tanıdık sesler, alıştığı yumuşak koltuk, teneffüs ettiği hava hepsi hepsi ona hayatında bir değişiklik olmadığını temin ediyordu. Gazeteleri getirtti. Hiç sevmediği hâlde bir iki başmakaleyi sonuna kadar okudu. Ara sıra zihni meseleye takılmıyor değildi. Fakat ilk hızı kalmamıştı artık. Bu işin neticesini düşünürken biraz neşelenir gibi oluyordu. Şimdiye kadar yalnızlık ihtiyacını ne iştiyakla hissetmişti? Hissetmişti, fakat tatmin edememişti. İzmir seyahatleri olmasa hayatı ne kadar kapalı ve sıkıcı geçecekti. Yılda on beş, yirmi gün süren bu ayrılış bile kâfi gelmiyordu. Dün geceki gibi ara sıra yaptığı kaçamaklar çok defa burnundan geliyor, ya birkaç gün dargın yaşıyorlar yahut sıkı bir kavgadan sonra yatışıyorlardı. Daha bir gecelik eğlencenin tadına doymadan hanıma hesap vermek için eziyet çekmek lazımdı.
Ahmet Melih yavaş yavaş meseleyi müspet cepheden görmeye başlamıştı. Hatta eğer vaziyet katileşirse geçireceği bekâr hayatı üzerine şimdiden küçük küçük projeler bile çiziyordu.
Telefonun zili tatlı hayallerine nihayet verdi. Arayan Mühendis Ragıp’tı. Dün geceki eğlentiden dolayı teşekkür ediyordu. Birçok şaka, kahkaha arasında telefon kapandı. Dün gece…
Lezzeti henüz etinde ve iliklerinde yaşadığı hâlde sabahın tepeden inme hadisesiyle hatırlamaya bile cesaret edemediği dün gece…
Ahmet Melih buna ancak şimdi şimdi avdet edebiliyordu. Dün gece, o ne âlemdi? Çapkınlık içinde çapkınlık… Gizli çapkınlığın daha ince bir zevki var, derler.
Ahmet Melih dün gece bu zevki katmerli olarak tatmıştı. Bir kere orada toplanışları gizli bir eğlenti içindi. O, bu eğlenti içinde ikinci bir halvet hayatı geçirmişti. O ne âlemdi?
Mukaddes ne güzel kadındı?
İnsan öyle bir kadınla yaşasa belki ömrünün sonuna kadar çapkınlık yapmak ihtiyacını duymayacaktı. Çünkü o yalnız güzel bir kadın değil, eğlenmesini ve eğlendirmesini, yaşamasını ve yaşatmasını bilen bir kadındı. Onunla İzmir’e bir