Burhan Cahit Morkaya

Sevenler Yolu


Скачать книгу

için düşündüğümü bilsen.”

      Gözleri parıldayan genç kadın heyecanla sordu:

      “Ne düşündünüz?”

      “Seninle bir İzmir seyahati yapmak.”

      Bu hiç beklemediği bir cevaptı. Bir Avrupa seyahati demiş olsaydı muhakkak ki kendini ağır satmak arzusuna rağmen boynuna atılacaktı.

      Bükülen dudakları isteksizce cevap verdi:

      “Kabil mi? Nasıl giderim? Ne derler?”

      Ahmet Melih Bey genç kadının kalbinden geçenleri sezmemişti:

      “Ne çıkar?” dedi. “Seninki nasıl olsa burada yok!”

      Çok şeyler ümit ettiği bu meşhur zengini darıltmış olmamak için biraz yumuşadı:

      “Sizi kırmak istemem, eğer imkân bulursam hay hay…”

      Ahmet Melih, genç kadına sokulmuştu. Gündüzkü muvaffakiyetli işlerin verdiği serbestlik içkinin keyfine de karışarak onu azdırmıştı. Artık her şeyi tabii, mümkün ve kolay buluyordu.

      Genç kadının çekinmelerine rağmen onunla salondaki kadınlar gibi derhâl teklifsiz oluverdi. Ötekilerin uzaktan işitilen kahkahaları bunların cesaretini arttırıyordu.

      Arkadaşlarını şüphelendirmemek için ara sıra kapıdan görünüp gelen Ahmet Melih onların artık kendisiyle meşgul olamayacak hâle geldiklerini görünce küçük odanın kapısını kapadı.

      Nâzım Cemal Bey’in zevk ve safa mabedi adını verdiği bu apartmanda taze aşk sahneleri canlanmaya başlamıştı.

      Yaşını, başını oldukça almış bu adamlar bol bol içiyor, kahkahalar atıyor ve doya doya eğleniyorlardı.

***

      Saat henüz on buçuktu.

      Elektrik zili koridordan taşarak salona, hatta Ahmet Melih Bey’in uzaktaki küçük aşk yuvasına kadar sesini duyurdu.

      Bu saatte kim gelebilirdi?

      Hanımefendi dairesini o kadar muntazaman idare ediyordu ki şimdiye kadar hiçbir münasebetsiz ziyaret vaki olmamıştı.

      Bunu bildikleri için hepsi de yüzünü buruşturdu:

      “Kim acaba?”

      Hanımefendi hiç istifini bozmadı.

      “Keyfinize bakınız, şimdi haber veririm.” dedi ve çıktı.

      İki dakika geçmemişti ki Avukat Rıza Sedat’ı salonun kapısında gördüler. Nâzım Cemal’le Mühendis Ragıp düşe kalka ona doğru koştular:

      “Nerede kaldın yahu? Akşamdan beri seni bekliyoruz. Şimdi sana ceza var. Bu dakikaya kadar ne kadar içtikse sen hepsini birden içeceksin.”

      Avukat Rıza Sedat isteksiz, somurtkan, etrafına bakınarak gülmeye çalıştı:

      “Ahmet Melih nerede?”

      Ötekiler Ahmet Melih’in yanlarında olmadığını ancak şimdi fark etmişlerdi. Onlar da etraflarına baktılar:

      “Sahi Ahmet Melih nerede?”

      Hanımefendi derhâl araya girdi:

      “Ellerini yıkamak için çıkmıştı. Şimdi gelir.”

      Rıza Sedat kollarına yapışan arkadaşları arasında sürüklenirken mırıldandı:

      “Ya… Demek o da burada!”

      Hanımefendi dışarı çıkmıştı.

      Nâzım Cemal onu kadınlara tanıtırken Mühendis Ragıp:

      “Elbette burada ya.” dedi. “Ziyafeti veren o…”

      “Haydi bakalım sen otur da bize yetişmeye çalış. Hanımlar sana rakı versinler. Haydi kızım Esved, doldur bakalım şu kadehleri!”

      Böyle eğlenti meclislerinde kendisini daima aratan Avukat Rıza Sedat’ın bu gece neşesi yoktu. Her fırsatta hoş bir hikâye anlatan avukat üst üste verilen rakıları içerken salona dönen Hanımefendi’yi gözleriyle istintak ediyordu:

      “Nerede Ahmet Melih?”

      Ev sahibinin cevap vermesine hacet kalmadan Ahmet Melih seyrek saçları yüzüne dökülmüş, kravatsız gömleğinin yakası kopmuş, askılarının bir teki bağlanmamış içeri girdi. O kadar dalgındı yahut o kadar sarhoştu ki Avukat Rıza Sedat’ı görmedi bile!

      Ev sahibi ona avukatın geldiğini söylediği için cigara dumanları arasında gözleriyle onu aradı:

      “Nerede bizim haylaz bakalım? Gelmeseydi ceza verecektik.”

      Rıza Sedat’ın kolları onu kucakladı:

      “Bu ne hâl çelebi?”

      Ve sonra dikkatle üstünü, başını gözden geçirdi. Ahmet Melih’in beyaz ipek gömleğinin kollarındaki çapraz sürme izlerini görünce onu ters yüzüne sürükledi, salondan çıkardı.

      Ahmet Melih şaşırmıştı:

      “Ne var canım? Niye çıkıyoruz?”

      Rıza Sedat koridora çıkınca onu bıraktı. Kapının yanındaki aynayı gösterdi:

      “Kendini bir muayene et bakalım.”

      Ahmet Melih’in gözleri zor açılıyordu. Ne kolundaki çapraz sürme izini, ne de yakasındaki pembelikleri görmesine imkân vardı.

      Rıza Sedat arkadaşını aynaya yaklaştırdı. Parmaklarıyla bu lekeleri gösterdi.

      Ahmet Melih birdenbire sarsıldı:

      “Eyvah!”

      “Eyvah ya… Nerede eğleniyorsan git de bunları yapana temizlet. Sonra da işi paydos et, seninle görüşeceğim mühim bir iş var.”

      Ahmet Melih kendini toplamıştı. Arkadaşının yüzüne baktı. Avukat çok ciddi görünüyordu.

      Omzunu okşayarak ilave etti:

      “Haydi dostum. Zaten geç oldu. Biraz daha eğlen. Ben de birkaç tane içeyim. Beraber çıkalım.”

      Ve Ahmet Melih’e aralığından ışık sızan arka odayı gösterdi:

      “Haydi marş!”

      Salona döndüğü zaman masa başındakiler kadınlı erkekli bir şarkı tutturmuşlardı.

      Nâzım Cemal artık kıvamını bulmuştu. O içkiyi de ancak keyiflenecek kadar içmesini bilirdi. Kadına karşı iradesine nasıl hâkimse içkiye karşı da aynı metanetini gösterebiliyordu.

      Fakat Mühendis Ragıp, artık ipin ucunu kaçırmıştı. Avukat Rıza Sedat’ın gelişi onu büsbütün coşturdu.

      İçtiler, içtiler.

***

      Saat on ikiyi geçiyordu.

      Avukat Rıza Sedat arkadaşlarının ısrarıyla epey içmişti. Bir aralık dışarı çıktı. Biraz evvel aralığından ışık sızan kapıya yaklaştı.

      Kapalıydı. Ses de gelmiyordu. Parmaklarının ucuyla vurdu. İşittiremedi. Elinin tersiyle vurdu. Duyuramadı. Yumrukladı. Yine cevap alamadı. Kapıyı yokladı. Kilitli değildi. Açtı. İçerisi aydınlıktı.

      Rıza Sedat bütün dikkatini toplayarak başını içeri uzattı. Gördüğü manzara onu gülmeye mecbur etti.

      Ahmet Melih ve genç kadın sızmışlardı.

      Küçük ceviz yatakta bir külçe, bir kalın halat düğümü hâlinde sızmışlardı. Genç kadının yüzü değil, güzel ensesi ve başı görünüyordu. Ahmet Melih’in kafası onun omzundan sarkmıştı. Rıza Sedat ortada duran masadaki rakı sürahisine