Burhan Cahit Morkaya

Sevenler Yolu


Скачать книгу

bastım!” dediği zaman âdeta gözleri parlardı.

      Yirmi beş yaşında evli bir kadın ne mesut kadındı! Evli, bekâr, genç ve ihtiyar her erkeğin gözünde arzular kaynaştığını görmek ne zevkli şeydi! O, kocasının sevgisine bağlı kaldığı hâlde bu gözlerden sızan arzuları, yıllarca ne tatlı heyecanlarla seyretmişti.

      Bu tılsım nasıl çözüldü?

      Bu arzular neden kendini belli etmez oldu?

      Hâlbuki daha bir hafta evvel bu gün giydiği tuvaletin provasını yapan terzisi vücudunun dişi hatlarını sevip okşayarak:

      “Oh Madam Melih, sizin vücudunuz her zaman genç kız kalacak!” diye hayretini saklayamamıştı.

      Yaşını ifşa eden nesi vardı ki etrafındaki erkek arzular hayretini kaybetmişti?

      Bulunduğu salonlarda kendisine tesadüf etmek, yalnız tesadüf edip birkaç kelime konuşabilmek için davet edildiği yerleri polis hafiyesi gibi araştıran erkeklere ne olmuştu?

      Genç kadın bu alakasızlığı ne zamandan beri hissediyor, fakat benimsemiyor, bunu tesadüfün aksiliğine veriyordu. Fakat tanıştığı, hatta sırnaşırca takiplerine karşı gizli ve tatlı heyecanlar duyduğu erkek gözlerindeki kıvılcımlar neden sönmüştü?

      O erkek bakışlarının manasını pek iyi bilirdi. En miskin erkek gözlerinde bile zaman zaman öyle alevli kurt bakışları parlardı ki!

      Üzerinde kümelenen bu erkek bakışları kalbini gıcıkladıkça kadınlık gururu da beraber şahlanırdı.

      Onlara ümit verecek zayıf bir harekette bulunmadığı hâlde duyduğu zevkin hissedilmesi endişesiyle ince kaşlarını asabiyetle gerginleştirir; ağır, ciddi bahisler açarak kendini meşgul ederdi. Bütün bu söylenmeyen, lezzeti yalnız hissedilerek duyulan arzu ve sevgilerin izi yavaş yavaş kaybolmuştu.

      Bunu ne zamandan beri hissediyordu? Üzerinde toplanan erkek bakışlarının harareti mi kalmamıştı?

      Ona hoş görünmek, onu takdir etmek, onu beğendiklerini belli etmek için giydiği elbiseden, beğendiği filme kadar her fırsattan istifade ederek şaklabanlık eden erkeklerin dili mi tutulmuştu?

      İlk zamanlar bunu kendi kendine izah etmek için çok düşündü. İlk vardığı netice şu olmuştu? Muhtelif fırsatlarla tanıştığı bu erkekler onun güzelliği karşısında pek haklı olarak gıcıklanmışlar, hislerini ve arzularını anlatmak için terbiyeli bir insanın yapabileceği kadar fırsatlardan istifade etmişlerdi. Fakat bütün bu hissî hareketleriyle onun kalbini harekete geçiremediklerini görünce heyecanlarını zapt etmeye çalışmışlardı. Bu muhakkak böyle idi.

      Her terbiyeli erkek böyle hareket edebilirdi.

      Daha iki yıl evvel büyük İstanbul balosunda Sabri Hami ona ne kadar takılmıştı? Her danstan sonra büfeye giderlerken hâlleriyle, sözleriyle neler anlatmak istemişti?

      Fakat her güzel kadına yılışkanlığıyla hele sarhoş zamanlarında sırnaşıklığıyla şöhret bulan Sabri Hami’ye o kadar ağır davranmıştı ki adamcağız üçüncü danstan sonra, bir daha gelip davet etmeye cesaret edememişti.

      Kocasının adına hürmet ettirmek isteyen her şerefli kadın şüphesiz böyle hareket ederdi. Fakat kendine hâkim olduktan, hislerini idare edebildikten ve en tehlikeli vaziyeti kurtardıktan sonra bu temayüllere müsamaha etmekten ne çıkardı?

      Kadın isterse en çetin erkeği en harlı dakikasında bir kedi gibi dizlerinin dibinde yaltaklandırabilir. Bunu yapabildikten sonra onlara biraz ümit vermekte, gönül heyecanlarıyla eğlenmekte ne tehlike olabilirdi? Bu, böyle idi.

      Fakat şimdiye kadar bunu düşünmemişti bile! Kızlığından beri erkeklere karşı garip bir titizlik hissetmişti. Bu belki de eski terbiyenin tesiri idi. Ahmet Melih’le evlenişi de sevgi neticesi olmamıştı. Eski, klasik evlenme… Bu evlenmelerde belki de sevgi yoktu, samimiyet yoktu. Fakat onların yerine hislere ve itiyatlara da hâkim olan öyle kuvvetli bir inanış vardı ki az bir zaman karı kocaya birbirinin hakiki eşleri olduğu kanaatini veriyordu.

      Zaten insanları birbirlerine bağlayan hislerin kökü hep bir kaynaktan fışkırmıyor mu? Ve nihayet bütün sevgiler dönüp dolaşıp aynı kalıba dökülmüyor mu?

      Nermin Melih, evlenişinin ilk günleriyle son yılları arasında büyük bir fark görmemişti. Hummalı bir sevgi ile başlamayan bu evlilik hayatı zaten hızlanmamış ve alevlenmemişti ki bu ateşini ve süratini kaybetsin. Bu, belki de biraz hareketsiz ve heyecansızdı ama öyle olduğu için de devamlı olmuştu. Bu durgun hayatı ara sıra bulandıran ve onun kadınlık hislerini şahlandıran vakalar sade kocasının ara sıra kulağına kadar gelen çapkınlık dedikoduları idi.

      O zaman gururu incitilmiş bütün kadınlar gibi kıskançlık buhranları içinde intikam hisleri kabarır, kocasının bu sadakatsizliğine karşı aynı silahla mukabele etmeyi aklından geçirirdi.

      Bunlar da ne tatlı ve heyecanlı buhranlardı!

      Her defasında kocasının eskisinden daha sıcak bir sevgi ile kendine avdet edişini görmek ne iç gıcıklayıcı bir muvaffakiyetti!

      O henüz intikam hisleriyle yaşarken Ahmet Melih başladığı taze macerayı eskitmiş, evinin sakin havasına avdet etmiş bulunduğu için arzuları yaşamadan sönerdi.

      Ve on sekiz yıl, bu, hep böyle devam etmişti.

      Sevilmek ihtiyacını duyduğu zamanlarla kocasının başka kadınlarla maceralar geçirdiği zamanlara tesadüf etmiş olsaydı bu iki kuvvetli his belki de onu tehlikeye atacaktı. Hayatta tesadüflerin ne görülmez ve hissedilmez mühim rolleri olur!

      Şimdi yuvarlak aynanın önünde bu on sekiz yıllık ömrünün sade, hareketsiz fakat sevimli ve bilhassa acısız nasıl akıp gittiğini düşünüyordu. Bu hayatın ilk yılları oldukça hareketli geçmişti. Bir çocukları olmuştu.

      Dört yıl her genç annenin duyduğu bütün o içli sevgiyi İlhan’ın üstüne toplamıştı. Fakat çocuklara hiç acımayan o zalim ölüm henüz dillenen ve asıl sevilecek çağa giren yavruyu ellerinden alınca önce hayata bir küskünlük geldi. Aylarca odasından bile çıkmadı. Nihayet doktorun ısrarıyla yaptıkları Avrupa seyahati, araya giren daha başka düşünceler bu ilk acıyı unutturdu.

      Babası Viyana’da siyasi vazifede iken iki yıl kadar orada kalmıştı. Genç kızlığının en neşeli zamanına ait bu hatıraların saklı kaldığı şehirde her şeyi unuttu. Seyahatten döndükleri zaman ahbapları onu eskisinden daha şen ve güzel buldular.

      Kadın kalbinde her acının bir panzehiri vardır. Fakat cinsî cazibesinin eriyip tükenmesinden gelen acıya şifa verecek şey ne olabilirdi?

      Nermin Melih, on sekiz yıl kendine gülen aynanın önünde bu akşamki kadar zavallı olduğunu hatırlamıyordu.

      Şair Fazlı’ya nükteler, teşbihler ilham eden cıngılı yeşil gözlerinde bile eski parlaklık kalmadığını bu akşam anlamıştı. Zaten daha iki yıl önce o gümrah kestane saçları arasında yakaladığı küstah bir beyaz teli bir hırsız gibi kimseye göstermeden koparıp yok ettikten sonra sık sık tesadüf ettiği bu muzır mahluklara karşı çetin bir mücadeleye başlamıştı.

      Bu akşamki ziyafet için hazırlanırken titiz bir dikkatle saçlarını kontrol etmiş, tamam on bir tane beyaz teli dibinden koparıp atmıştı. Şimdi güzel başına bakarken o kestane saç dalgaları arasında yine bir beyaz telin zalim bir düşman gibi kendine güldüğünü gördü. Şimşek süratiyle hareket eden parmakları tabiatın masum bir çiçeğinden başka bir şey olmayan bu teli kopardı, attı.

      Fakat bu ipek gibi ince beyaz tel onun sinirlerini oynatmaya kâfi gelmişti.

      Az endişeli,