olur mu?”
Ahmet Melih Bey dalgın ve isteksiz, Nâzım Cemal’e ve Mühendis Ragıp’a dönerek mırıldandı:
“Siz yine şükredin, bekârsınız.”
Nâzım Cemal iki elini havaya kaldırıp dua eden bir Protestan misyoneri gibi tavana baktı:
“Çok şükür. Yüz bin kere şükür. Hayatımda birçok sersemlik ettim. Fakat nasılsa bu gafleti yapmadım.”
Ahmet Melih kızdı:
“Sen zaten kendinden başkasını sevmezsin de ondan… Evlenmek için sevmek lazım.”
Nazım Cemal güldü:
“Sevgi ile evlenmenin münasebeti ne ki? Bilakis insan sevdiği kadınla evlenirse bu sevgiye nihayet vermiş olur. Almanların bir söz temsili vardır. Derler ki: ‘Erkek evlendiği gün bütün kadınların kendi karısından güzel olduğunu anlar.’ Evlenmeyi bir yol arkadaşlığı manasına anlarım. Fakat sevişmekle evlenmek arasında hiçbir münasebet yoktur azizim… Bunu ispata bile lüzum yok. Zatıaliniz Nermin Hanımefendi ile sevişerek evlendiniz. Fakat sorarım azizim, bu güne kadar kaç kadının peşinden koştun, kaç kızın aşkına çanak tuttun? Hepimiz macera geçirdik, sevdik, bu sevgiler yüzünden günlerce, haftalarca, hatta aylarca üzüldük. Böyle bir kadına gönül verdiğimiz sıralarda başkasını düşündük mü? Ne gezer? O sırada karşımıza dünyanın en güzel kadınını getirseler gözümüze akrep gibi, çıyan gibi görünür. Çünkü içimiz doludur. Cümlei asabiyemiz ancak o sevdiğimiz kadının harareti ile ısınır, hareket eder. Varsa da odur, yoksa da odur. Ama gelgelelim bu sevginin de bir hamlık, sonra bir olgunluk devri vardır. Bunları geçirdik mi mesele kalmaz. Gördüğümüz zaman bile bize çarpıntılar geçirten bu çehre artık ankebutlaşır ve nihayet silinir gider.Maazallah bu mahluk hayatımıza kolayca çıkmayacak şekilde girmiş, yapışmışsa…”
Nâzım Cemal devam edemedi. Yanındaki evli arkadaşlarına baktı. Yutkundu, sonra gülümsedi:
“Bununla beraber bunu da bir saadet bilenler vardır ya!”
Ahmet Melih Bey salondan tarafa baktı. Kendilerinden başka kimse olmadığını görerek cevap verdi:
“İşte biz Avukat Sedat’la beraber bu mesut insanlardanız.”
Nâzım Cemal göbeğini fıkırdatarak bir kahkaha attı:
“Kıskanılacak bir saadet doğrusu.”
Sonra yavaşça ilave etti:
“Geçen kış Şevkiye’ye âşık olup peşinden ‘Kahire’ye kadar gittiğin zaman bu saadeti nerede bırakmıştın acaba? Semiramis Oteli’nin damgasıyla yolladığın mektuplar hâlâ duruyor. Şevkiye için yazdıklarını bir araya toplasam roman olur. Bizim Palamut Kralı Ahmet Melih Bey âdeta muharrir, şair kesilmişti. Şimdi ne oldu? Ehramlarda, Helyopolis’te geçen bir diğer haftalık maceradan sonra bırakıverdin. Bu en yenisi. Evlendiğinden beri yaptığın çapkınlıkları, geçirdiğin gönül buhranlarını saysam sabahı buluruz.
Haydi azizim bu masalları ben çok evlilerden dinledim. İddia ederim ki benim gibi kırk beşlik bir bekârın macerası sizin gibi kaşarlanmış evlilerin yanında bir genç kız sevgisi gibi masum kalır. Burada çok konuşmayalım. Nermin Hanımefendi zaten kuşkulandı. Bana göre hava hoş ama sizi düşünürüm. Kalkın haydi.”
İç içe üç salonda elli altmış davetli vardı. Nermin Melih Hanımefendi pek uzak olmayan şöhretli günlerinin bıraktığı emniyet ve gururla misafirleri arasında dolaşırken onun hâlâ sevilecek bir kadın olduğunu fısıldaşan gençler bir köşede dedikodu ediyorlardı.
Bir bankada servis şefi olan Reşit Turgut sık sık yanlarına gelip birkaç kelime ile gönüllerini alan ev sahibesinin bu akşamki tuvaletini pek beğenmişti.
“Fondan gibi bir kadın.” diyordu. “Yaldızlı, çiçekli kâğıtlara sarılmış bir fondan.”
Zengin babanın bir türlü okşamadığı haylaz oğlu, Şair Fazlı dudaklarını büktü:
“Fakat o kadar bayat ki tadına kanmadan ağızda eriyecek.”
Mütemadiyen dolaştırılan bol bardaklarını geri çevirmeden boşaltan genç Doktor Nusret Ziya salondaki kadınları, bekleme odasına biriken hastalarını on iki katlı bir apartman görmüş gibi lezzetle seyrederken lakırtıya karıştı:
“Bunlar mükemmel kadınlar monşer, mükemmel kadınlar!” dedi. İkramiyeli çikolata gibi. Ne kadar bayatlasalar yine müşterisi vardır. Çünkü zengindirler.”
Sonra gözlüğünün altından sinsi sinsi bakarak güldü:
“Kadınlar asıl otuz yaşlarını geçtikten sonra bize faydalı olurlar.”
“Ne demek?”
Genç doktor mühim bir sır verir gibi yavaşça ilave etti:
“Otuzdan sonra kadınların tamir devri başlar. Vücutlarını olduğu kadar ruhlarını da tamir etmek ister. İlk gençliğindeki sevgi kabiliyetini kaybeden kadınların en samimi dostları biziz.”
Reşit Turgut bir kahkaha attı:
“Vay kâfir… Sizin muayene odaları aynı zamanda birer aşk yuvası desene! Öyle söylerler ya… Doktorların şöhretini yapan kadınlardır.”
“Doktoruna göre!”
“Orası öyle… Zaten şimdi kadın hastalıkları mütehassısından geçilmiyor. Eskiden kadınlar ne bu kadar hastalanırmış ne de bu kadar mütehassıs varmış. Şimdi manikürcü kadar kadın hastalıkları mütehassısı var ve kazanıyorlar da… Şu salonda kim bilir kaç hastan var senin?”
“Hiç yok!”
Şair Fazıl öksürdü:
“Yok değil, belki de hepsi… Fakat söylenmez tabii. Meslek esrarı. Gevezelik edeceğimize hanımların yanına gidelim de dedikodu edelim.”
Geç vakte kadar devam eden toplantıda grup grup eğlenceler, briç, poker oynayanlar sekiz buçuğa doğru dağıldılar. Ahmet Melih Bey’in ısrarıyla iki arkadaşı Nâzım Cemal’le Mühendis Ragıp yemeye kaldılar.
Onlar Radyum Palas’ın Marmara’ya uzanmış gibi binadan ayrılan geniş taraçasında rakıya başlamışlardı ki Melek Hanım yorulduğunu söyleyerek misafirleriyle kocasını yalnız bıraktı. Odasına çekildi.
Hakikaten çok yorgundu.
Her yıl isim gününün gecesi sabaha kadar eğlenirlerdi. Hatta evdeki eğlencelere kanmadıkları bile olurdu. O zaman sırf değişiklik olsun diye otomobillere atlar; nerede açık bir gazino, bar, hatta meyhane bulurlarsa girerlerdi.
Salonlarının ipek kadife, atlas döşemelerine alışkın bu süslü insanlar bu şehirden uzak kır meyhanelerinin hasır ve tahta iskemlelerinden hiç şikâyet etmezler, kalın ve kirli kadehlerle içtikleri ağır, fena içkilerden zevk alırlardı.
Ne iyi eğleniyorlardı.
Nermin Melih hiçbir eksikleri olmadığı hâlde hayatının ve muhitinin böyle can sıkacak kadar sakinleşmesine mana veremiyordu. Bu gece misafirleri de kendisi gibi neşesizdi. Onlar âdeta resmî bir ziyafet savmak endişesiyle akşamın bir an evvel geceye kavuşmasını beklemişlerdi.
Havada gönülleri ağırlaştıran bir sıkıntı var gibiydi. Genç erkekler bile isteksiz, heyecansız görünüyorlardı. Hele daha iki yıl evvel âdeta yapışkan, gönülsüz bir âşık gibi sırnaşıklık eden Doktor Nusret bu akşam ne kadar somurtkandı.
Odasının bütün elektriklerini yaktı. Küçük tuvaletinin önündeki tabureye ilişti. Evlendiği günden beri en samimi arkadaşı