Burhan Cahit Morkaya

Sevenler Yolu


Скачать книгу

aynı zamanda gece için de müsaadesini isteyecekti. Yazıhaneye döndüğü zaman programını çizdi. Telefonu açacak, önce imza meselesini müjdeleyecek, sonra bankanın ileri gelenlerine bu akşam bir ziyafet vermeye mecbur olduğunu, tanımadığı kimseleri evine davet etmektense bunu münasip bir lokantada vermenin daha doğru olduğunu söyleyecekti. Ve muhakkak ki zaten makul bir kadın olan karısı bunu pek doğru bulacaktı. Ziyafeti nerede vereceğini sorarsa vereceği cevabı da hazırladı. Her ihtimale karşı bunu meçhul bırakmak lazımdı. Belki de mühim bir şey çıkar, telefonla olsun aranabilirdi.

      Bütün bunları inceden inceye düşünen Ahmet Melih Bey telefonu açtı. Saat altıya geliyordu.

      Söyleyeceği kelimeleri zihninden kaçırmamaya çalışarak karısının sesini beklerken kulağına hizmetçinin sesi geldi.

      “Hanım nerede?”

      Karısının oda işlerine ve orta hizmetine bakan Çerkez kızı hanımefendinin henüz gelmediğini söyledi.

      Ahmet Melih o kadar meşguldü ki sabahleyin apartmandan ayrılırken karısının kendinden evvel sokağa çıkmış bulunduğunu bile hatırlamadı. Hatta onun henüz eve gelmeyişini bir lütufu sayarak bu akşam yemeğe gelemeyeceğini, ziyafet meselesini hanımın dönüşünde hemen söylemesi için hizmetçiye emirler vererek telefonu kapattı. Büyük bir yükten kurtulmuştu. Telefonda karşısına karısı çıkmış olsaydı yine bin türlü serzenişler, şikâyetler dinleyecekti. On sekiz, yirmi yıllık bir evlilikten sonra bu kadar yapışkanlık da pek gülünç ve usandırıcı oluyordu.

      Bugünkü işler yolunda gidiyordu.

      Bankacıları memnun etmişti. Şimdi arkadaşlarıyla eğlenmek hakkıydı. Nâzım Cemal belki şimdiden Prenses’in apartmanına damlamıştı.

      Mühendis Ragıp zaten ne zamandır böyle bir eğlenceye susadığını söyleyip duruyordu. Yalnız Avukat Rıza Sedat’ın geleceği şüpheliydi. Karısı yakasını bırakırsa bu eğlenceyi kaçırmayacağını söylemişti.

      Onun için kazak bir erkek derlerdi. Fakat bu onun sinirine, keyfine göre değişiyordu. Onu çok defa umumi balolarda karısı ile değil daktilosu ile görenler olurdu. Fakat karısıyla bulunduğu zamanlar yanında bir kedi gibi yaltaklandığını da görenler çoktu. Garip bir adamdı. Mahkemelerdeki o müthiş Rıza Sedat bazen o kadar yumuşak, o kadar kılıbık olurdu ki yakından tanımayanlar bu kadar silik ve donuk bir adamın en çetin ve karışık davaları iki satırlık bir müdafaa ile çözüverdiğine inanmazlardı.

      Nâzım Cemal ve Ahmet Melih hususi eğlence âlemlerinde tatlı fıkralarıyla kendini aratan Avukat Rıza Sedat’a bu akşam için ısrar etmişlerdi.

      Ahmet Melih ötekilerin geleceğinden şüphe etmediği için avukatın yazıhanesine telefon etti. Kendisini bulamadı. Kâtibi avukatın birdenbire çıkan bir iş için Feneryolu’na kadar gittiğini söyledi.

      “O hâlde gelir gelmez, bu akşam toplantıda kendisini beklediğimizi söyle!”

      “Başüstüne efendim.”

      Artık yapacak bir iş kalmamıştı. Yazıhaneden çıktı. Otomobile atladı:

      “Taksim’e.”

      Sinemanın önünde otomobilden indi:

      “Sen apartmana git. Hanım bir yere çıkmak ister belki… Sonra garaja gidersin. Ben taksi ile dönebilirim.”

      Ve otomobil döner dönmez Sıraselviler’e doğru yürüdü.

***

      Bu geceki eğlenti için Prenses yeni tanıdığı iki genç kadını davet etmişti.

      Bunlardan biri bir hariciye memuru ile bir zaman yaşamış şık, zeki bir kadındı. İyi tahsil, terbiye görmüş, seyahatler yapmış; giyinmesini, yakıştırmasını iyi kavramış bir kadın, Prenses’in apartmanında kendini Necla diye tanıtmıştı. Fakat asıl ismi olmadığı muhakkaktı. Çekik siyah gözlü, duru beyaz tenli, narin vücutluydu.

      Öteki genç kadın Esved isminde, adının aksine pembe, sarışın, iri mavi gözlü bir gençti. Geniş omuzları ve kalçaları, uzun boyu ilk hamlede Necla’dan çok göz alıyordu. Fakat ötekindeki incelik bunda yoktu.

      Ruhsar Hanımefendi dışarıdaki vasıtalarıyla ele geçirdiği bu kadınları tecrübelerine göre âdeta imtihandan geçirdikten sonra kabul ettiği için bu dairede görülen kadınların en inatçı ve titiz erkekleri memnun edecek kadınlar olduğuna şüphe etmemek lazımdı.

      İki kadın daha gündüzden apartmana gelmişler, tuvaletlerini tazelemişlerdi. Ruhsar Hanımefendi Nâzım Cemal’in meclis odası adını verdiği büyük yemek salonunda zengin bir masa hazırlamıştı.

      İlk gelen Nâzım Cemal oldu.

      Onun böyle eğlencelere yüzü yoktu. Hiçbir kadının tahakkümünü kabul etmeden yaşayan Nâzım Cemal Bey kırk beş yaşının artık hesaplı, temkinli olmak hususundaki ikazlarına rağmen kendini üst üste eğlencelerden vazgeçiremiyordu.

      Saçlarındaki beyazlar siyahları mağlup etmişti. Göbeği vücudunu ikiye bölecek kadar yükselmişti. Göz kapaklarındaki çizgiler kalınlaşmış, perde hâline gelmişti. Fakat o, bu çöküntü âlemlerinden korkmuyordu. Bu her fâni mahlukun ne kadar itina etse yine mukadder akıbeti idi. O asıl ruhi inkırazdan korkuyordu.

      Arzuların bittiği yerde insan bir külçe ve hayat bir işkence sayılırdı. Ve çok şükür Nâzım Cemal henüz nefsinde böyle bir isteksizlik, yorgunluk hissedenlerden değildi.

      Sıraselviler’deki apartmanda onu ilk karşılayan Ruhsar Hanımefendi oldu. Kuyruklu sürmelerle göz bebekleri dışarı fırlamış gibi çiğ bakan Prenses, katmerli gerdanını titreten bir eğreti heyecan içinde pırlanta, yakut ve zümrüt yüzüklerin kümelendikleri ellerini uzattı:

      “Hoş geldiniz, safa geldiniz beyefendi. Göreceğimiz gelmişti vallahi.”

      Misafir ağırlamasını, herkesin zevkine göre vaziyet almasını o kadar iyi biliyordu ki bu apartmana gelip de onun tatlı diline, güler yüzüne hayran olmadan çıkan işitilmemişti.

      Nâzım Cemal yarını düşünmeyen insanlara mahsus bir gönül rahatlığı içinde teklifsiz, laubali, salona geçerken soruyordu:

      “Hani ya, bizimkiler yoklar mı daha?”

      “Nerede ise gelirler beyefendi.”

      Ve sonra bayat bir şuhluk içinde gülerek ilave etti:

      “Onlar sizin gibi genç değiller… Geç kalırlar.”

      Ve kalın, kof kahkahalar içinde tuvalet teşhir eden birer mağaza gibi ayakta duran kadınları gözünün ucuyla işaret etti:

      “Tanışmazsınız zannederim. Necla Hanım, Esved Hanım.”

      Ve onlar üç dört saatten beri bekledikleri bu erkek misafirin gelişinden sıkılmışlar, utanmışlar gibi utanmaya benzer bir büzülüşle ellerini uzattılar. Nâzım Cemal o kadar pişkin ve alışkındı ki değil böyle sıkılma, utanma numaraları yapan kadınları, bu hayata hakikaten ilk olarak adımını atınca heyecandan ve hicaptan ağlayan, yalvaran ve kaçmak isteyen kadınları bile bir iki saat içinde bir kadehten içki içecek kadar eğlendirmenin yolunu bilirdi.

      Daha oturmadan şakalaşmaya başladı.

      “Her şeyden evvel bu güzel hanımların isimlerini değiştirmeli. Böyle kanarya gibi mahlukun adı Esved olur mu canım?”

      Ve bir eski ahbap teklifsizliği ile çenelerini, yüzlerini okşayarak aralarına girdi. İki hizmetçinin henüz mezelerini yerleştirmeye çalıştıkları yemek salonuna doğru sürükledi.

      “Bizimkiler gelmeden birer tane çakabiliriz. Oooh doğrusu nefis şeyler… Bizim Prenses tabiat sahibidir canım.