Bilge Ekinci

Divan Şiirinden Seçmeler


Скачать книгу

cânâ revân etsen gerek cânım dedim

      Yüzüme bin hışm ile baktı dedi cânın mı var

      Zülf-i dilber gibi ey Zâtî perîşânsın yine

      Cevri bîhad yoksa bir yâr-ı perîşânın mı var

      Zâtî

1

      Âlemin süsü olan bu meclisin içinde kadehler güldür; sürahi gonca, çıkardığı sesler bülbül feryadıdır.

      Eline menekşe al, meclis bahar bahçesini hiçe sayıyor; sultanım, altın kadeh nergis, mumun dumanı sümbüldür.

      Meclisi şenlendiren bu mum bir selvidir, açık yüzlü bir güzeldir; dumanı başında kâkül olmuş, sana karşı par par yanıyor.

      Sultanım, bu meclise ebemkuşağı saz, Zühre oyuncudur; ayın günün ışığı ney, gökler tef, güneş ve ay puldur.

      Ey Zâtî, bu meclis güzel bir gezme yeridir; sürahi çeşme olmuş, ona akan su da şaraptır.

2

      Ey felek ne oldun, inliyorsun, hercai bir sevgilin mi var? Her yeri dolaşan bir ayın mı var?

      Ey çiçekli bahçe, senin benzini sonbahar mı sararttı, yoksa başı dışarı bakar salınan bir selvin mi var?

      Ey bülbül, her an ağlayıp feryat ediyorsun, dikenle baş başa vermiş gülen bir gülün mü var?

      Dedim ki: “Ey sevgilim, yoluna canımı vereyim!”; yüzüme öfkeyle baktı: “Senin de canın mı var ki!” dedi.

      Ey Zâtî, gene güzellerin zülfü gibi perişansın. Yoksa, cevri sonsuz, peri gibi bir sevgilin mi var?

      Fuzûlî

1

      Küfr-i zülfün salalı rahneler îmânımıza

      Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perîşânımıza

      Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşk

      Sana baktıkça dolar dîde-i giryânımıza

      Cevri çoğ eyleme kim olmaya nâgeh tükene

      Az edüp cevr ü cefâlar kıluben cânımıza

      Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alup

      Her gelen gamlı gider şâd gelüp yanımıza

      Gam-ı eyyâm Fuzûlî bize bîdâd etti

      Gelmişiz acz ile dâd etmeğe sultânımıza

2

      Dil-i zârımda ne kim var bilüpdür bilürem

      Yâr hâl-i dilimi zâr bilüpdür bilürem

      Yâri ağyâr bilüpdür ki bana yâr olmaz

      Ben dahi anı ol ağyar bilüpdür bilürem

      Zülfünü ehl-i vefâ saydına dâm eyleyeli

      Beni ol dâma giriftâr bilüpdür bilürem

      Ben ne hâcet ki kılam şerh ana hâl-i dilim

      Dil-i zârımda ne kim var bilüpdür bilürem

      Yâr hem-sohbetim olmazsa Fuzûlî ne acep

      Özüne sohbetimi âr bilüpdür bilürem

      Fuzûlî

1

      Kara zülüflerine tapınışımız imanımızda gedikler açalı, karanlıkta kalan kâfirler bile bizim perişan hâlimize ağlıyor.

      Ey sevgili, seni görmek imkânsız görünüyor; çünkü sana baktıkça ağlayan gözlerimize yaşlar doluyor.

      Cevri çok etme; zira belki ansızın bitiverir; cevri az yaparak canımıza cefalar et!

      Her gelen bizden bunca gam alarak yanımıza şen gelip gamlı gittiği hâlde yine gamımız eksik olmuyor.

      Ey Fuzûlî, zamanın gamı bize zulmetti; âciz kalarak sultanımızdan imdat dilemeye geldik.

2

      Dertli gönlümde ne varsa sevgilinin onları bildiğini bilirim; sevgili gönlümün hâlini perişan bilir, biliyorum.

      Sevgilinin bana yâr olmadığını yabancılar biliyor; ben de bunu yabancıların bildiğini biliyorum.

      Vefalıları avlamak için zülfünü tuzak yapalı, beni bu tuzağa tutulmuş biliyor, biliyorum.

      Ona gönlümün hâlini açmama ne lüzum var; dertli gönlümde olanları biliyor, biliyorum.

      Ey Fuzûlî, sevgili bana konuşma arkadaşı olmazsa şaşılacak şey mi? Benimle konuşmayı kendisi için bir leke sayıyor, biliyorum.

3

      Dost bîpervâ felek bîrahm devrân bîsükûn

      Derd çok hemderd yok düşmen kavî tali’ zebûn

      Sâye-i ümmîd zâil âfitâb-ı şevk germ

      Rütbe-i idbâr râh-ı âlî pâye-i tedbîr dûn

      Akl dûn-himmet sadâ-yı ta’ne yer yerden bülend

      Baht kem-şefkat belâ-yı aşk gün günden füzûn

      Ben garîb ü mülk-i râh-ı vasl pür teşvîş ü mekr

      Ben harîf-i sâde levh ü dehr pür nakş-ı füsûn

      Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfan-ı belâ

      Her hilâl-ebru kaşı bir serhad-i meşk-i cünûn

      Yelde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bîsebât

      Suda aks-i serv tek tesir-i devlet vâjgûn

      Serhad-i matlûp pür mihnet tarîk-i imtihân

      Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn

      Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perdenişîn

      Sâgar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn

      Tefrîka hâsıl tarîk-i mülk-i cem’iyyet mahûf

      Âh bilmem neyleyim yok bir muvâfık rehnümûn

      Çehre-i zerdin Fuzûlî’nin tutupdur eşg-i al

      Gör ana ne rengler çekmiş sipihr-i nilgûn

3

      Dost pervasız, felek merhametsiz, devran sükûnsuz; dert çok, dert arkadaşı yok, düşman kuvvetli, talih âciz.

      Ümit gölgesi kaybolmuş, arzu güneşi hararetli; düşkünlük rütbesi yüksek, tedbirin mevkii aşağı.

      Aklın himmeti kısa, ayıplama sesleri yer yerden üstün; talihin şefkati az, aşk belası günden güne daha fazla.

      Ben garip, kavuşma yolunun bulunduğu ülke hile ve karışıklık dolu; ben saf bir insan, dünya kitabı nakışlar ve büyülerle dolu.

      Her selvi boylunun cilvesi, bir bela tufanı dalgası; her hilal kaşlının kaşı, bir çılgınlık kitabının baş satırı.

      Bilgi temkini rüzgârda lale yaprağı gibi sebatsız, suda selvi aksi gibi devlet tesiri tersine.

      Emelin son hududu mihnet dolu bir imtihan yolu; varılmak istenen hedef zarar dolu bir tecrübe yolu.

      Maksadın güzeli saz nağmesi gibi perde içinde; içki kadehi saf şarabın kabarcığı gibi baş aşağı.

      Cemiyet ülkesinin yolu korkunç, karışıklık hasıl oluyor. Ah! Ne yapayım bilmem, muvafık bir yol gösteren yok…

      Fuzûlî’nin