koydu lûtf ile gülberg-i ter gibi
Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi
Hakkâ ki zîb ü zînet-i ikbâl ü câh idi
Şâh-ı Sikender – efser ü Dârâ – sipâh idi
Gerdûn ayağı tozuna eylerdi serfürû
Dünyâya hâk-i bâr-gehi secdegâh idi
Kemter gedâyı az atâsı kılardı bay
Bir lûtfu çok mürüvveti çok pâdişâh idi
Hâk-i cenâb-ı hazret-i dergâh-ı devleti
Fazl u belâgat ehline ümmîdgâh idi
Hükm-i kazâya verdi rızâyı eğerçi kim
Şâh-ı kazâ – tüvan u kader destgâh idi
Gerdûn-ı dûna zâr u zebûn oldu sanmanız
Maksûdu terk-i câh ile kurb-ı İlâh idi
Ey şan alma arzusu ve kötülenme korkusu ile ayağı bu âlemin tuzağına tutulmuş olan insan! Bu kararsız dünya ile uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek? Unutma ki bir gün gelecek, ömür baharı sona ererek lale renkli yüzün güz yaprağına dönecektir. En nihayet, devran elinden içki kadehine bir taş dokunacak ve o kadehin içindeki son yudum gibi senin de son yerin toprak olacaktır. İnsan odur ki kalbi ayna gibi saf olur, eğer insan isen kalbinde kaplan kininin ne işi var? İbretle bakması gereken gözünde daha ne zamana kadar gaflet uykusu olacak? O savaş aslanı padişahın başına gelen sana yetmez mi? O büyük saadet ülkesi süvarisi ki sürdüğü zaman atına dünya meydanı dar gelirdi. Onun kılıcının suyuna Macar kâfirleri baş eğmiş, palasının cevherini Frenkler takdir etmişti…
Taze bir gül yaprağı gibi tatlı tatlı yüzünü yere koydu; dünya hazinedarı onu bir elmas gibi sandığa saldı.
Allah için, gerçekten yüksek makamın süsü ve güzelliği idi; İskender taçlı ve Dara askerli bir padişahtı. Gök, ayağının tozuna baş eğerdi; makamının toprağı âleme secde yeri idi. Azıcık bahşişi en aşağılık dilenciyi bey ederdi; lütfu çok, mertliği ve cömertliği çok bir padişahtı. O yüksek şahsiyetin devlet makamının kapısındaki toprak değer ve sanat sahipleri için bir ümit yeri idi. Gerçi kazanın hükmüne razı oldu ama kaza kuvvetli ve kader kudretli bir hükümdardı. Alçak feleğe âciz kalarak baş eğdi sanmayınız; maksadı, mevkiini terkederek Allah’ın yakınına gitmekti…
Mülk-i cihanı gözlerimiz görmese n’ola
Rûşen cemâli âleme hurşîd ü mâh idi
Hurşîde baksa gözleri halkın dolagelir
Zirâ görünce hâtıra ol mehlikâ gelir
Döksün sehâb kaddin anıp katre katre kan
Etsin nihâl-i nârveni nahl-i ervugân
Bu acılarla çeşm-i nücûm olsun eşk-bâr
Âfâkı tutsun âteş-i dilden çıkan duhân
Kılsın kebûd câmelerin âsmân siyâh
Giysin libâs-ı mâtem-i şahı bütün cihân
Yaksın derûn-ı sîne-i üns ü perîde dâğ
Nâr-ı firâk-ı Şah Süleymân-ı kâmrân
Kıldı firâz-ı küngüre-i arşı cilvegâh
Lâyık değildi şânına hakkâ bu hâkdân
Mürg-i revânı göklere erdi Hümâ gibi
Kaldı hazîz-i hâkte bir iki üstühân
Çâpüksüvâr-ı arsa-i kevn ü mekân idi
İkbâl ü izzet olmuş idi yâr ü hem-inân
Serkeşlik etti tevsen-i baht-ı sitîze-kâr
Düştü zemîne sâye-i eltâf-ı Kirdigâr
Olsun gamında bencileyin zâr ü bi-karar
Âfâkı gezsin ağlayarak ebr-i nevbahâr
Tutsun cihânı nâle-i mürgân-ı subh-dem
Güller yolunsun âh u figân eylesin hezâr
Sümbüllerini mâtem edip çözsün ağlasın
Dâmâne döksün eşg-i firâvânı kûhsâr
Andıkça bûy-ı hulkunu derdinle lâle-veş
Olsun derûn-ı nâfe-i müşg-i Tatar târ
Dünya ülkesini gözlerimiz görmese ne var. Onun parlak yüzü âleme güneş ve aydı.
Güneşe baksa halkın gözleri doluyor; zira güneşi görünce hatıra o ay yüzlü geliyor.
Bulut, onun boyunu anarak damla damla kan döksün, narven fidanını erguvan nakılı hâline getirsin. Bu acılarla yıldızların gözü yaş döksün, gönül ateşinden çıkan duman ufukları tutsun. Gök mavi elbiselerini siyah etsin, bütün cihan, padişah matemi elbiseleri giysin. Saadet süren Süleyman Hükümdarın ayrılık ateşi insan ve perilerin bağırlarında tutuşsun. Gök kubbesinin üstünü kendine yer edindi bu toprak âlemi, Allah için, onun şanına layık değildi. Ruhunun kuşu uçarak hüma gibi göklere ulaştı, alçak yerde bir iki kemik kaldı. Varlık ve oluş meydanının hızlı giden bir süvarisi idi. Yüksek mevki ve kutluluk ona yoldaş ve atbaşı beraber olmuştu.
Bahtın hırçın kıratı serkeşlik etti: Tanrı lütufların gölgesi olan o padişah atından yere düştü.
Bahar bulutu senin acınla benim gibi dertli ve kararsız olsun, ağlayarak ufukları dolaşsın. Sabah kuşlarının feryadı bütün cihanı tutsun, güller yolunsun, bülbül ah ve figan etsin. Dağlar matem ederek sümbüllerini çözüp ağlasın, bol gözyaşlarını eteklerine döksün. Ahlakının kokusunu andıkça Tatar ahusunun misk kokulu kalbi, derdinle lale gibi dar ve karanlık olsun.
Gül hasretinle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksin intizâr
Deryâlar etse âlemi çeşm-i güher-feşân
Gelmez vücûda sencileyin dürr-i şâh-vâr
Ey dil bu demde sensin olan bana hem-nefes
Gel nây gibi inliyelim bâri zâr zâr
Âheng-i âh ü nâleleri edelim bülend
Eshâb-ı derdi cûşa getirsin bu heft bend
Gün doğdu şah-ı âlem uyanmaz mı hâbdan
Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan
Yollarda kaldı gözlerimiz gelmedi haber
Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan
Reng-ızârı gitti yatar kendi huşk-leb
Şol gül gibi ki ayrı düşüptür gülâbdan
Gâhî hicâb-ı ebre girer Husrevâ felek
Yâdeyledikçe lûtfunu terler hicâbdan
Tıfl-ı sirişki yerlere girsin duâm odur
Her kim gamından ağlamaya şeyh u şâbdan
Yansın yakılsın âteş-i hecrinle âfitâb
Derdinle kara çullara girsin sehâbdan
Yâdeylesin hünerlerini kanlar ağlasın
Tîğın boyunca karaya batsın karâbdan
Derd