Piero Scanziani

İnsanın Macerası


Скачать книгу

Oysa beyin, televizyon setinin hertz dalgası üzerinde olması gibi zihindedir. Gerçek şu ki beden hayatın bir nedeni değil, bir sonucudur.

      Kalçaların dönemi lazımlık dönemidir. Lazımlık ilk çocukluk günlerinde en önemli sırayı işgal eden ve Latinlerin matula ismini verdikleri bir ev eşyasıdır. Zaten ancak bu eski isim ona bir asalet vermeyi başarır. Hoş sohbet için böylesi konuların sessiz kalması elzemdir ancak yaşam hakkında konuşmamız gerekirse, yaşamın içindeki yontulmamış ancak bir o kadar da samimi hâllerimizi de konuşmamız gerekir. Dahası, özellikle kalça döneminde bu küçük insan samimi ile yapmacık olan arasında bir uzlaşma aramaya başlar ve bu yaşam boyu asla sona ermeyecek bir arayıştır.

      Üç ya da dört yüzüncü günler civarı, anne ilk defa kalçalarını kullanması için bebeği lazımlığa oturtmaya zorlar. Tüm amatör fotoğrafçılarınn en az bir kez canlandırdığı bu komik pozisyon, bebeğin bilinçsiz rahatsızlığının aldığı görünüm yüzündendir. Bununla birlikte, kalça dönemi komik, ahlaksız veya nafile olmaktan çok uzaktır. Zıtlıklarla dolu bir çağdır ve rezonansları yaşam boyunca yankılanacaktır.

      Kalçasını lazımlığa uzatmaya zorlandığından, çocuğun günleri derinden değişir ve daha karmaşık hâle gelir. Yetişkinler (iktidar sahipleri) kendisinden o zamana kadar fren yapmadan serbestçe kullandığı bu viseral uyaranları kontrol altına almasını talep ediyorlar. Ve yalnızca bu da değil, aynı zamanda sevinçlerinin ve acılarının bağlı olduğu zorlu bir durum bu. Lazımlığın göründüğü veya kaybolduğu durumlara göre kendini tutmayı veya bırakmayı başarırsa, yetişkinler onu alkışlar, şımartır, ödüllendirir, kısaca sevgi, koruma ve övgü ihtiyacını karşılarlar. Şayet başarısız olursa, yetişkinler bağırır, suçlar, duygusal olarak kendilerini ondan ayırır ve onu akut bir yalnızlık duygusuna terk ederler.

      Despotizm tarafından sıkıştırılan küçüğün nihayetinde sabrının taştığı bir an vardır: Lazımlık çağında isyan etmek için üzerini kendi ishaliyle baştan aşağı kirletmeyen hiçbir çocuk yoktur. Tüm bebekler bunu yapmadıysa da mutlaka girişiminde bulunmuşlardır. Dünya sakinleri arasında tek devrimci insandır.

      Her dönem kendi hazlarını ve acılarını sunar, kendi hassasiyetine sahiptir, kalça dönemi bile. Viseral hareketlerini kontrol etmekte zorlanan çocuk kısa sürede tutmanın ve bırakmanın verdiği hazzı fark eder. Bazı durumlarda bu zevkler çocukluk ve ötesinde devam eder.

      Yalnızca beş yüz günlük bir bebeği iyi tanıyanlar lazımlığın ne kadar önemli olduğunu bilirler. Küçük insana fizyolojik ve biyolojik değerlerin yanında sosyal ve ahlaki değerler kazandırır. Dürtü dalgalarını tutan barajın yükseldiği yer onurun ana karasını kurtarır, hiçbir insan onsuz yaşayamaz, suçlular bile; onlar da onayı yasaklayan ve sessizliği zorunlu kılan kendi kurallarına saygı duyarlar.

      Lazımlık bebeğin içinde iki kişilik bulunduğunu ortaya çıkarır: temiz, mis kokulu, erdemli, saygın ve pis, kötü niyetli, suçlu, zulmeden. Bu iki karakter arasında insan nasıl bir denge kuruyorsa bebek de bir denge kurar.

      Beş yüz ve dokuz yüz gün arasında bebek birçok dönemden geçer. Yüz seksen gün sonra başlayan diş dönemi kendini altı ay içinde tekrar eder, bu esnada vücudun büyümesi yavaşlar. Dişlerin filizlenmesi (farklı bir beslenme safhası oluşturarak) yamyamlığa varan saldırganlıktaki artışla çakışır, bebek aniden annenin göğsünü ısırır ve annenin çığlıklarına neden olur. Dişler büyür ve kafatasındaki fontaneller kapanır.

      Yaklaşık yirminci aya doğru reddetme yani “Hayır!” dönemi başlar: İnatçı bir disiplinsizliğin dönemi, küçüğün çelişkide kalıp sonrasında her şeyi reddettiği dönem. Eğer bir şeyi yalnız yapmaya karar verirse, ona yardım etmenin bir yolunu bulamazsınız ve eğer annesinin yardım etmesine karar vermişse teyzesi dahi olsa bu yardımı bir başkasından kabul etmez. Yakaladığı nesneleri bırakmayı reddettiği ve başkalarının nesnelerini devralmaya çalıştığı dönemdir. Ne kadar inatçı olsa da müstehcendir de ve kendi itaatsizliğine isteyerek güler. Akşamları yatmadan evvel pijamalarla başlayıp ışıkların kısılması, dua etmek, bir yudum su ve masal ile devam eden titiz bir törene saygı gösterilmesini talep eder. Sonra hassaslaşır, karanlıkta annesini çağırır, biraz daha su ister, burnunun silinmesine ihtiyacı vardır ve annesinden bir öpücük bekler.

      Bebek altı ya da yedi yüz günü devirdiğinde artık inkâr dönemi bitmiş onun yerine rıza dönemi başlamıştır. “Hayır” dönemini sistematik şekilde istekli bir “evet” dönemi devralır, karşı çıkma hazzının yerini iş birliği kurma hazzı alır. Oyunlar daha uzun sürer ve daha sakindir, geceler de daha sessizdir. Herkes bu iyi huylu hâli için çocuktan “Ah, ne kadar iyi!”, “Melek gibi!” diye bahseder. İlk utangaçlıklar bu dönemde dışarı sızar. İnsanları yabancılar, onlardan utanır, artık eskisi gibi her bulduğu yere gizlice girmeye cesaret edemez, en fazla tanımadığı bir odanın eşiğinde ürkek bir bakışla bekler durur. Daha az olmamak üzere üç yaş, beş yaş krizleri gibi başka krizler döngüsel olarak birbirini takip eder. İnsan varlığı bir krizi aşar, karşısında bir diğerini bulur.

      Geçen dokuz yüz gün bebeği en önemli dönemine götürür: Bu, taklit dönemidir. İnsan, zekâsı bizimkinden çok daha hızlı yükselen bir şempanze ile aynı zihinsel düzeyde doğar. Üç ayda maymun bebeği ikiye katlar. Ancak dört yüz günde zekâ seviyeleri birbiri ile denkleşir. Bu dönemde bebek sorunlarını yaşıtı bir şempanzenin çözdüğü gibi çözer. Her ikisinin de nesneleri yuvarlayarak ya da bir iple sürükleyerek eğlendiğini görürüz, ikisinin de oyuna doyana kadar sabırla onları söktüklerini, en nihayetinde de sinirlenip daha önce çok sevdikleri bu oyuncağı yok ettiklerini görürüz.

      Şempanzeler ve bebekler aynı ilkel dönemlerden geçerler. İnsanları taklit ederken kaşıkla yemek yemeyi, montlarını çıkarabilmeyi ve bir şeker paketini açabilmeyi öğrenirler. Ancak maymunda taklit kendi içinde bir sondur, çıkmaza girer ve daha ileri gitmez. Bebekte ise bir üst model üretme çabası ve ideal bir yetişkin ile özdeşleşme arzusunu temsil eder. İlkel dönem küçük insanı bu yöntemle dile getirirken, şempanzeyi çığlığı ile baş başa bırakır.

      Dokuz yüzüncü güne ulaşan bebek artık sayısız ayak izi ile işaretlenmiş, bu zamana kadar içinde bulunduğu çevre onu anbean şekillendirmiştir. Her şeyden evvel ailenin eksiksiz olması beklenir: annenin hassasiyeti, babanın otoritesi, erkek kardeş ile (ya da kız kardeş) eşitlik. Oedipus, Kronos, Gaia1 isimleri çocuğun psişik büyümede geçirdiği üç aşamayı simgeler, çocuk yalnızca eksiksiz bir ailede yaşıyorsa bu aşamalar ile yüzleşip onların üstesinden gelebilir. Herkes ailedeki tek çocuğun, on kardeşli bir çocuğun, boşanmış ya da eşi ölmüş ya da yeniden evlenmiş bir kadının çocuğunun, gayrimeşru bir çocuğun yaşadığı samimi sorunları bilir.

      Yalnızca aile değil milliyet de bebekte kendi izini bırakır. Renkli tene sahip olanlar beyaz tenlilerden evvel büyür, Çinliler Hollandalılardan farklı bir korpus kallosuma sahiptir, dolikosefal ya da brakisefalin2 serebral kıvrımlarının farklı olması gibi. Tarihsel olaylar da bebeklerde izlerini kaydeder. Devrimler ve savaşlar sırasında, çocuklar ölmeseler bile kötü büyürler.

      Bununla birlikte bebeğin ilk dokuz yüz gününü geçirdiği coğrafya da bebekte izini bırakır. Şehrin veya kırsal bölgenin, dağların veya denizlerin, iklimlerin, ışığın, havanın bile izi vardır. Beslendiği gıdalar ve yaşadığı mesken bebeğin gelişiminde kendine yer edinir. Anne sütü ile beslenenler, kutu mama yiyenlerden farklıdır, Afrika kulübesinde büyümüş olanlar, Arap çadırında veya Avrupa’da bir gökdelende büyütülmüş olanlarla eşit değildir.

      Ancak en