Yasin Topaloğlu

1001 Kelime 1001 Hüzün


Скачать книгу

hikâyeler anlatmaya başladı ki bunlar bize Gali ve Spurzheim nazariyelerinin Mısır’da inkişaf ettikten sonra inhitata uğradığını ve tahattur edilemeyecek kadar eski bir devirde Teb âlimlerinin yaptıkları mucizeler yanında Mesmer usullerinin pek adi kaldığını ve bu âlimlerin biti ve bite benzer birçok mevcudatı yarattıklarını bize ispat etti. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 165)

223 | İnhizam (Ar.): Bozulma, mağlûp olma, yenilme

      Acaba samimi mi idi? Bunu kendi kendime çok sordum. Hatta ara sıra, tekâmül meftunu olan, böyle bir adamın nasıl olup da bu kadar tam bir tevekkülle inhizamını kabul etmiş olmasını şüpheli bulduğum bile oldu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 9)

224 | İnikas (Ar.): Yansı, yankı

      Dehşetle şaşırmış olan genç asilzade, sallanarak kapıya kadar gitti. Kapıyı açınca bir kızıl aydınlık uzaktan salona kadar doldu. Titriyken halılar üstüne kızıllığını aksettirdi. Kapının eşiğinde bir an mütereddit kalan baron; Müslüman Berlifitzing’in muzaffer ve amansız katilinin etrafını alev inikasının tamamıyla sarmış olduğunu görerek titredi. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 91)

225 | İnkıbaz (Ar.):Toplanma, büzülme, sıkıntı, keder

      Memurlar, bu müjdenin teşekkürünü sunmak için birkaç kelime mırıldanırlarken o, yaptığı işin büyüklüğünden ürktü, Gülhaneli Hüseyin’e yaptığı gibi kendini de öldürdüğünü kuruntuladı ve bu vehmin zaten azami derecede heyecan içinde bulunan yüreğine verdiği müthiş bir inkıbaz içinde sarsılarak yere yığıldı: İlk kocasının, kendi uğrunda hayatını denize kapayan Süleyman Ağanın kucağına düştüğünü görür gibi olarak ölmüştü.(M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 411)

226 | İnkılap (Ar.): Toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için yapılan köklü değişiklik, iyileştirme, devrim, reform, bir durumdan başka bir duruma geçiş, dönüşüm

      Bu baltalığın en derin yerinde, adanın şark müntehasında Legrand bizzat bir kulübe yapmıştı ve ben kendisiyle ilk defa tanıştığım zaman burada oturuyordu. Bu tanışma kısa bir zamanda dostluğa inkılap edecek derecede olgunlaştı. Çünkü muhakkak bu aziz münzevi de alaka ve hürmet uyandıran bir hâl vardı. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 32)

227 | İnkıyat (Ar.): Boyun eğme, uyma

      Davetli bayanların genç olanları sevine sevine onun emrine inkıyat ettiklerinden bahçe birkaç saat peri baskınına uğramış gibi şakrak bir kargaşalık içinde kaldı. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 143)

228 | İnkisar (Ar.): Kırılma, gücenme, gönlü kırılma

      Ben bundan daha acı hayal inkisarlarına uğramışımdır. Kendi hakkımda verdiğim bu hükümden zerre kadar müteessir olmadım. Esasen bu pek aldanış da sayılmazdı. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 218)

229 | İnkişaf (Ar.): Gelişme, gelişim, meydana çıkma, aşikâr olma, açınım

      Eski hocam beni kalbinin bütün hararetiyle kucakladı. Bana büyük bir istidadım olduğunu söyledi. İstidadımın ilk hamlede bu kadar çabuk inkişaf etmesine hayret etti ve talihimin baş döndürücü tezahürlerle açılacağının muhakkak olduğunu haber verdi. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 217)

230 | İnşirah (Ar.): İç açılması, gönül açılması, ferahlık

      Çadır enikonu karanlıktı, bir köşeye konulan cılız kandil gecenin koyu rengini yırtamıyordu. Kolçiski bu zulmet içinde horlayan bir leş gibi göze iğrenç görünüyordu. Dışarıda da derin bir sessizlik vardı. Bütün Leh ordusu emin bir inşirah içinde uyumuşa benziyordu. Yalnız Turla suyu hasta bir sesle mırıldanıyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 205)

231 | İntaç (Ar.): Bir işi sonuçlandırma, sona erdirme, bitirme

      Burgaz Harbi bir taraftan bu neticeyi verirken diğer taraftan da şimale doğru birçok rivayetlerin yayılmasını intaç etmişti. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 97)

232 | İntak (Ar.): Konuşturma, söyletme, kişileştirilen varlıklara, hayalî yaratıklara söz söyletme sanatı, dillendirme

      Başta hocalar güruhu olmak üzere hadiseyi işitenlerin ve akıbeti duyanların hepsi, Deli Şerife’nin Hak tarafından intak olunduğuna kanaat getirmişler ve kadının manevi bir kudret sahibi olduğuna inanmışlardı. (M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 180)

233 | İntiba (Ar.): İzlenim

      Yalnız binbir hadise içinde bunu zikretmekten maksadım şunu belirtmeye çalışmak; daha o zamanlar haricen benden bir şeyler yükseliyor ve içimde bilmem nasıl hususi bir hafıza teşekkül ediyordu ki vakıalara karşı pek hassas olmakla beraber bana garip bir kavrayış kabiliyeti, intibaları sezmek ferasetini veriyordu. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 44)

234 | İntibah (Ar.): Uyanma, uyanış

      O fenerlerin nurlu işaretini bekler gibi ben de kendimde mütemadiyen bilmem nasıl bir intibahın iltimasını beklerdim. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 68)

235 | İntihap (Ar.): Seçim, seçim

      Çünkü Deli Murat’ın saklanan kızı görmekle iktifa edeceğini umuyordu. Yüzlerce kız arasında intihap yapamayan Serçeşme’nin sarayca peylendiği söylenen esire balta asacağına ihtimal vermiyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 39)

236 | İntikal (Ar.): Bir yerden başka bir yere geçme, geçiş, anlama, kavrama, öteleme, geçişim

      Zeki ihtiyar, ev sahibi kadının daha ilk karşılaşmada takındığı tecahül tavrı üzerine neticeye intikal ettiğinden sersemleşmiş, biraz geçince hakikati bütün açıklığıyla kavrayarak manevi bir felce uğramış bulunuyordu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 144)

237 | İntizam (Ar.): Düzenli, düzgün olma, düzen, çekidüzen

      İntizama bu davet ve bir yabancı tarafından bana tevcih edilen bu ilk disiplin ihtarı benim, başımı kaldırıp kendisini tetkik etmeme sebep oldu. Onda bir titizlenme ve bir kayıtsızlık hâli vardı. Bana söylediğini unutmuştu bile. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 60)

238 | İntizar (Ar.): Birinin gelmesini, bir şeyin olmasını bekleme, gözleme,ilenme, beddua, inkisar

      Ayının kovaladığı cüceyi, kendini kovalayan iri boy oyuncuları ve ev halkını toptan parçaladığını kuruntulayarak bütün o kalabalık, için için titriyordu, bulundukları yerde şuursuz bir intizarla mıhlanıp duruyordu. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 156)

239 | İnzimam (Ar.): Katılma, ulanma, eklenme

      Mösyö Micawber’in sıkıntıları benim sıkıntılarıma inzimam ediyordu, ben ona bağlanmıştım. Onun borçları altında ezildiğimi hissediyordum. Mistress Micawber bana hayatlarının gitgide daha elim içyüzünü anlatıyordu. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 68-69)

240 | İnziva (Ar.): Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama,dış dünyayla bütün bağlarını keserek Tanrı’yla birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması

      Ben istiyordum ki Madeleine daha beni görmeden şöhretimin zevkini duysun; bunun için kitaplarımı Mösyö Nièvres’e gönderdim ve beni ele vermemesini rica ederek inzivaya çekilişimi makul bir sebeple izah ettim. Zaten çekilişimin istihdaf ettiği gaye onca malum olduktan sonra hemen hemen mazur görüleceğim tabii idi. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 217)

241 | İptila (Ar.): Düşkünlük, tiryakilik

      Hiçbir uygunsuz iptila ile onların yüksek gönülleri alçalmıyordu. Sevgi, ismet, dindarlık onların ruhlarındaki güzelliği yüzlerinde ve durumlarında anlatılmaz bir aydınlıkla günden güne açığa vuruyordu. (Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 39)

242 | İrat (Ar.): Gelir, gelir getiren mülk, söyleme

      Конец