Yasin Topaloğlu

1001 Kelime 1001 Hüzün


Скачать книгу

bırakıldı, babasının payitahtta bulunmadığı günlerde niyabet vazifesi ona verildi. (M. Turhan Tan, “Cengiz Han”, s. 282)

202 | İlam (Ar.):

      Bildirme, anlatma. Bir davanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî belge.

      O, kadılar elindeki mahkemelerin de birer irtikap ve irtişa yuvası olduğuna kanaat getirmişti, onun için yakalattığı suçluları ilkin asar, sonra kadıyı çağırıp ilamını yazdırırdı. (M. Turhan Tan, “Cinci Hoca”, s. 96)

203 | İlanihaye (Ar.): Sonsuza kadar, sonsuz

      Ben bu hususta şimdilik hiçbir tafsilat veremem. Lakin şurasını izah etmek icap eder ki Mısır’da tahnit demek bu muameleye tabi tutulan her hayvani vazife-i hayatiyenin ilanihaye tatili demektir. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 161)

204 | İlca (Ar.): Zorlama, zorunda bırakma

      Sen Nehri kenarındaki mehtaplar, tatlı güneşler, pencere önlerinde yapılan hülyalar, ağaç altı gezintileri, güneşin bir gülümsemesi veya yağmur damlası ile hasıl olan neşe veya sıkıntı, fazla sert bir havanın hasıl ettiği eksiklikler ve rüzgârın dönüvermesiyle bende uyanan iyi düşünceler, bütün bu kalp ağrıları, bu fikir işaretleri, bu zayıf muhakemeler ve bu taşkın hisler, bunların hepsini tetkik ve muayeneden sonra, bir erkeğe yakışır şeyler olmadıkları neticesine vardım ve türlü tesir ve ilcalarına, sakatlıkların nesciyle beni saran musibet ağının mühlik tellerini kesip attım. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 214)

205 | İltihak (Ar.):Katılma

      Elçi paşa, öteden beri ününü duyup durduğu Kara Mehmet’ten seçme iki genç sipahi ile kendi dairesine iltihak etmesinden son derece memnundu, hatta biraz gurur bile duyuyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 85)

206 | İltimas (Ar.):

      Haksız yere, yasa ve kurallara uymaksızın kayırma, arka çıkma, birine herhangi bir konuda öncelik ve ayrıcalık tanıma.

      Sevindik, o anda bütün Dimetokalıların yüreğini kazanmış olduğundan getirdiği iltimas da reddedilemez bir mahiyet almıştı. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 39)

207 | İltiyam (Ar.): Yaranın kapanıp iyi olması

      Bu tamamen iltiyam bulmuş eski bir yaradır. Fakat hassasiyetini muhafaza etmiş bir yara ki apansız azar ve tabir caizse sizi bağırtır. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 46)

208 | İltizam (Ar.): Kayırma, bir tarafı tutma, gerekli bulma

      Kale muhafızıysa yapılacak mertçe hareketin, müspet netice vermesi hâlinde, Sevindik’in askerler arasında da şöhret ve kıymet alacağını düşünerek kıskançlığa kapılıyordu, teşebbüsün gizli kalmasını iltizam ediyordu.(M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 335)

209 | İmkân (Ar.): Olanak

      Haberin gelmesi onun hiddetini yatıştırmış olmamakla beraber sinirlerine biraz sükûn getirmişti, artık dilediği gibi hareket edebileceğini, şeri ve kanuni bütün cürümlerden üstün bir suç işlemiş olan Deli Murat’ı cezalandırmak imkânını elde ettiğini düşünerek biraz müteselli oluyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 67)

210 | İmtidat (Ar.): Uzama, sürüp gitme

      Nihayet ilkbahar geldi, ordu Edirne’den hareket etti. Bu çıkış gerçekten haşmetli idi. Gökdemire bürünmüş sipahiler, harp kostümlerini giyinmiş yeniçeri, cebeci ve topçu ocakları uçsuz bucaksız bir silah ormana gibi pırıltılı bir imtidat içinde akıp gidiyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 244)

211 | İmtihan (Ar.): Sınav; güç direnme, dayanışma gerektiren, sonucunda deneyim kazandıran zor bir durum

      Birbirimizle sonsuz ve tatlı bir sevgi ile buluşacağız, ölüm insanlar için en büyük bir nimettir. Bu nimeti dilemek lazımdır. Hayat bir ceza ise bu cezanın bitmesi istenmelidir. Yok eğer bu bir imtihan ise bu imtihanın da kısa geçmesi istenmelidir. (Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 108)

212 | İmtisal (Ar.): Bir örneğe göre davranma, uyma, benzemeye çalışma. Alınan buyruğa bütünüyle uyma

      Herkes yerini bulunca şeyh tekbir alır ve bütün dervişan şeyhe imtisal ederdi. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 54)

213 | İmtizaç (Ar.): Karışabilme, birbirini tutma, uyum sağlama, uygunluk, iyi geçinme, uyuşma, kaynaşma

      Ulcay, hakikaten güzeldi, eşsiz denilecek bir sabahata malikti. Gözlerinde -peri hikâyelerinde görülen- sihirli bir mana, yanaklarında gülleri utandıran bir renk, ağzında hiçbir sedefin yaratamadığı inciler, dudaklarında tasviri müşkül bir halavet vardı. Ayrı ayrı birer hazine temsil eden bu güzellikler, asil bir imtizaç ile kaynaşarak cidden müstesna bir yüz vücuda getiriyorlardı. (M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 96)

214 | İnbisat (Ar.): Yayılma, açılma, genişleme, ferahlık

      Zeki kadın tam bir psikolog gibi hareket ediyordu. Kocasına Manisa hatıralarını yaşatarak inşirah ve inbisat vermek istiyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 209)

215 | İncizap (Ar.):Çekme, çekilme. Cazibeye tutulma, ilgi duyma

      İsterim ki onlar kendilerine vereceğim izahatla bir mücrim ve günah sahrasında benim için bir kaza ve kader vahası keşfetsinler. İsterim ki her ne kadar âlim birçok fenalığa incizap hadisesi görülse de şimdiye kadar hiçbir insanın bu tarzda iğva edilmemiş olduğu ve hiçbir insanın bu suretle sukut etmemiş bulunduğunu teslim etsinler -zaten teslim etmemek ellerinden gelmez- acaba bundan dolayıdır ki o, hiçbir zaman aynı ızdırapları çekmedi. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 175)

216 | İndifa (Ar.): Püskürme, başkaldırma, isyan etme, ayaklanma

      Hareketimizden evvelki gece uyumadım. Çünkü bir yanardağ indifası veyahut bir zelzele olur da hareketimizi geciktirir diye korkuyordum. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 16)

217 | İnfial (Ar.): Birine içerleme, gücenme, kızgınlık duyma, herhangi bir şeyden etkilenme

      Sabahın saat sekizinde odama hizmet eden kadın kapımı vurdu ve tıraş olmam için sıcak suyun hazır olduğunu söyledi. Sıcak su benim ne işime yarayacaktı? Buna hizmetçi kadının güleceğini düşünerek infial ile kızardım; önünden geçerken başımı çevirdim ve Birinci Charles’ı at üzerinde tasvir eden levha ile pek ziyade alakadar olmuş gibi oraya bakmaya başladım. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 119)

218 | İnhidam (Ar.): Çökme, yıkılma

      Ulun Hatun, hükümdarlığa kocasının geçmesinden sonra doğacak günleri düşününce içine bir ezgi yayıldı. Çünkü bugünler kendisine ancak unutuluş, küçülüş ve zillete düşüş getirebilecekti. İhtiyar kocasının ölümüyle beraber hükümdarlık şu çıplak herife geçeceği ve onunla kendisi arasında ne kan ne soy münasebeti olmadığı için vukusu istenilen değişikliklerin sonu ağır bir sukut, dayanılmaz bir inhidam görünüyordu. (M. Turhan Tan, “Cengiz Han”, s. 129)

219 | İnhina (Ar.): Eğrilme, bükülme, Birine baş eğme, yumuşaklık gösterme

      Duçelerin, Venedik’e komşu hükûmetçiklerin başında bulunan dükaların, prenslerin secdemsi inhinalarla selamladıkları bu güzeller güzeli kız dediğini de yaptı, büyük bir kral veya imparatorun huzurunda bulunuyormuş gibi sol dizini kırarak ve kollarını açarak o heybetli iki misafiri selamladı ve Deli Cafer’in “Yanımızda otur, uzağa gitme.” demesi üzerine de bir iskemle alıp ikisinin arasına yerleşti. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 18)

220 | İnhiraf (Ar.): Sapma, başka bir tarafa meyletme

      Trembles’da kaldığı birkaç gün zarfında, herkesin kendi hakkındaki bakışına uygun bir surette kendini gösterdi: Yani sevimli bir arkadaş, güzel avcı, iyi bir misafir ve onun mutat olan ihtirazından bir iki kere inhirafı sayılmayacak olursa sıkıntılı