Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

korkmuşsunuz.”

      Hasan: “Korkmaz mıyım ya?”

      Pavlos: “Benim hanemde, benim himayem altında oldukça korkmazsınız.”

      Hasan: “Vallahi Sinyor Pavlos, ben her hâlde malımı, canımı size teslim ettim. Şanınıza ne düşerse öyle işleyiniz.”

      Biçare çocuğun gösterdiği böyle masumane teslimiyet, Pavlos’un gözlerini yaşla doldurmuştu. Dolayısıyla çocuğa gerekli teminat olması için şu yolda söze başladı:

      Pavlos: “Bak kuzum, seninle baba oğul gibi konuşalım. Ben rahmetli babanla yalnız otuz seneden beri alışveriş etmekteyim, ticaret hâli ise malum ya! Kâr, zararın öz kardeşidir. İnsan on işe başlarsa elbette üçünde olsun zararla çıkar. Fakat bu otuz sene zarfında babanla olan hiçbir alışverişte zararlı çıkmadım. Bunun hikmeti babanın gayet tok gözlü, doğru özlü, kibar bir adam olmasıdır. Böyle şeylerde benim tecrübem senden ziyadedir. Şu hâl baban hakkında en büyük muhabbet ve saygımı gerektirir bir hâldir ya! Yalnız bu kadar da değil. Daha başka hâller, sırlar vardır ki babanı bana efendi, beni ona kul etmiştir. Şimdi ben otuz kırk seneden beri babandan gördüğüm iyiliklerin mükâfatını sana borçluyum. Bende büyük bir hesabın vardır. Bir akçe hile değil, yanlışlık bile olmayacağına emin ol. Malından bir akçe bile hile etmeyeceğine emin olduğuna emin olduğun bir adam, vücudundan bir kıla hata gelmesine razı olur mu zannedersin?”

      Hasan: “Hakkımda gösterdiğiniz babalığa nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Babamı vefat etmedi zannedeceğim geliyor.”

      Pavlos: (gözleri tekrar dalarak) “Ben de senin bana gösterdiğin oğulluğa nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Benim de Allah bana da on sekiz yaşında mükemmel bir oğul verdi zannedeceğim geliyor. Neyse, orası şimdi lazım değil. Seni burada muhafaza edemeyeceğim. Çünkü gelen kimdi bilir misin?”

      Hasan: “Yok!”

      Pavlos: “Yakup el Deca’.”

      Hasan: “Vay!.. O nimet kâfiri mi?”

      Pavlos: “Mahzun olma. Daha çocuksun, dünya hâlini bilmezsin. Hınzırın meramını anladım. Fesadın asıl nereden geldiğini de keşfettim. Seni ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Burada kalsan mutlaka bulurlar, bir fenalık yaparlar. Seni bir emin yere aşıracağım.”

      Hasan: “Nereye aşıracaksınız?”

      Pavlos: “Sonra anlarsın. Şimdilik burada otur, bir yere çıkma.”

      Başlangıcını yukarıda anlattığımız bu görüşmenin arkası işleyerek ta sabah kahvaltısını edinceye kadar Pavlos, Hasan’a teminat vermekle meşgul oldu. Bu esnada Sidi Osman’ın Fas’ta bulunan emlakinin Yakup el Deca’ tarafından gasp edilmiş olduğunu dahi Hasan’a haber verdi.

      Pavlos, ticari işleri için ticarethanesine giderken konağın kapıcılarına içeriye kimseyi koymamalarını, sıkıca tembih ederek öyle gitti. Hasan yalnız kalınca içinde bulunduğu hâli düşünmeye başladı. Bu hâlde çocuğun zihnine garip bir şey geldi. Şöyle ki:

      İnsan bir kere hayatından ümidini kesince emniyetinin ne kadar münselib20 olacağı düşünmeye muhtaç bir durumdur. Hele Hasan gibi bir mevkide bulunan çocuk, vehmi ne kadar artırsa mazur olabilir. Yakup el Deca’, babasının emlakini zapt ettiği gibi, acaba bu fikir Pavlos’a da gelemez mi? Eğer Pavlos, Yakup ile beraber Hasan’ı bir hâle koyarsa öyle bir zamanda kim arayıp kim soracak? Hem de babasının Pavlos ile olan hesabı haylice büyük bir şey olacağını Hasan tahmin ediyordu.

      İşte bu garip düşünceler, biçare Hasan’ı ziyadesiyle meşgul edip o gün akşama kadar zihni başka bir şey ile meşgul olmadı. Akşamı dört gözle bekliyor ve Pavlos’un dünden beri göstermiş olduğu teminatın kuvvet bulup bulmadığını ihtiyarın yüzünden çıkarmayı pek ziyade merak ediyordu.

      Nihayet akşam oldu. Pavlos geldi. Hasan zihnini karıştıran düşünceler üzerine yüzünde asla bir renk göstermeyip yine itaatli ve saygılı bir tavırla ihtiyarı karşıladı.

      Pavlos’un arkasında gelen uşağın koltuğu altında koca bir bohça vardı. Herife bohçayı bıraktırıp kendisini defettiler. Sonra Pavlos, Hasan’a hitaben:

      Pavlos: “İşte bunları giymeli.”

      Hasan: “Onlar ne?”

      Pavlos: “Zaten acemisi olduğun bir şey değil. Başka da bir çare bulamadım. Zira bugün şehrin içinde İspanyol kıyafetine girmiş belki beş Arap gördüm. Hep de bizim ticarethanenin etrafında dolaşıyorlardı. O nimet kâfiri Yakup el Deca’ yalnız bunları saldırmamıştır. Allah bilir kaç İspanyol’u dahi kandırıp suikastını icraya alet etmiştir.”

      Bir yandan bu sözleri söylüyor, bir yandan da zavallı ihtiyar bohçayı açıyordu. Çıka çıka içinden güzel bir takım gemici elbisesi çıktı. Çizmesinden tüylü şapkasına kadar değil, güzel bir kayışa takılmış gemici çakısından, bir bel hançerine kadar hep mükemmeldi. Gerçi Hasan Mellah bunların acemisi olmadığı cihetle büyük bir maharetle elbiseyi giydi, kuşandı.

      Sonra ihtiyarla beraber oturdular. Pavlos, Hasan’a dünkü teminatından ziyade teminat vermeye başlayıp herif nasihat verdikçe Hasan’ın kuruntuları yok oluyordu. Nihayet çıkarıp Hasan’a senet gösterdi. Bu senet Pavlos Kumpanyası’nın hissesindendi.

      Pavlos: “İşte bu senet pederinizin senedi olup kumpanyamızın on iki hissesinden üçüne sahiptir. Kumpanyamızın intizam hâli ve demirbaş eşyamızın miktarı, gemilerimizin adet ve değeri bence malum olduğundan bu hisseyi sokağa atarcasına bana terk etmiş olsan yüz bin taler veririm. Bu kâğıdı al, sende dursun. Bunun birinci nüshası babanda idi. Diğer eşyalar ile beraber zayi olmuş demek olacağından işte bunu zayiinden olarak veriyorum. Asıl kıymeti yüz elli bin taleri de geçer. Bu sende oldukça hiç merak etmezsin. Zira zaten kumpanyamızın hesaplarına hile karışması ihtimali yoktur.”

      Hasan, gerçi henüz ticaret işlerine dalmamış olduğu cihetle bu miktardaki bir sermayenin kıymetini takdir edemez idiyse de yüz bin yüz elli bin talerin ne demek olduğunu bilmeyecek kadar da çocuk değildi. Senedi eline alıp süzdükten sonra yine Pavlos’a iade ederek:

      Hasan: “Sen benim babam oldun mu?”

      Pavlos: “Kabul edersen.”

      Hasan: “Ben kabul ettim. Al, bu senet sende dursun. Belki ben kaybederim. Mademki bana babalık edeceksin, mademki ben sana canımı da teslim ettim, bu da sende dursun.”

      Pavlos: “Bu kadar emniyetine teşekkür ederim. Babanın ismi, imzası kumpanyanın ta kütüğünde kayıtlı ve mevcut olup bu senet fazladan bir teminat demektir. Ne zaman sen kendinin Sidi Osman’ın oğlu olduğunu ispat edersen kumpanya seni tanımaya mecburdur. Fakat demin de dediğim gibi senin burada kalman mümkün olamayacak. Seni Pavlos kasabasında kumpanyamızın acentesi bulunan Giovanni’nin yanına göndereceğim. Orada, ta ortalığa sükût gelinceye kadar rahat rahat oturursun. Sonra bir çaresine bakarız.”

      İhtiyarın bu görüşünü Hasan önce biraz tereddüt ile karşılamıştı. Lakin bir kere kendisini baba makamına koyduğu adamın, kendi hayatını muhafaza hakkındaki görüşünü reddetmek, verdiği söz ile uygun düşmeyeceği ortada olmakla derhâl bu görüşünü de kabul etti. Meğer ihtiyar daha o gün Hasan Mellah’ı Pavlos’a aşıracak olan gemiyi hazırlamış imiş. İkisi beraber sofraya oturarak, yedikten, içtikten sonra, gece yarısı sıralarında konağın kapısı çalınıp bu dahi Hasan’ın yüreğini hoplatmış idiyse de gelenler bir gemi kaptanıyla üç tayfa olduğu ve özellikle bunlar Pavlos’un emriyle gelmiş bulunduğu anlaşılınca çocuğa yine emniyet geldi.

      Pavlos, Hasan’ın ne yolda