Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

Osman ise böyle bir millî hizmeti canıgönülden kabul edip İspanya tarafından getirttiği tercümanlara umum Avrupa kanunlarını tercüme ettirerek ve en uygun bulduğu hükümleri seçerek devlete öyle bir idare şekli verdi ki Mevla Sidi Muhammed’in idare süresi ıslahatı bugün dahi tarih sayfalarında pek çok övgüyle zikredilmektedir.

      Bizim Hasan Mellah, işte bu yüksek değerli zatın oğludur. Kendisi Miladi 1772 yılına doğru doğmuştu. Babası Sidi Osman, Fas padişahı Mevla Sidi Muhammed’in özel hizmetinde bulunmakla beraber, kendi ziraat ve ticaret işlerini de bırakmamıştı. Ticarette ilerlemenin denizciliğe ve gemiciliğe bağlanmakla ve bunun da denizcilik sanatını gereği gibi öğretmekle mümkün olabileceğini anladığından ticaret işlerini oğlu Hasan Mellah’a havale etmek için yedi sekiz yaşına kadar çocuğa lisan ve bazı Arapça bilgileri öğrettikten sonra kendisini Cadiz’deki denizcilik okuluna göndermişti.

      Fakat Sidi Osman, gemiciliği, ta Hasan Mellah’ın yetişmesine kadar ertelemeyi dahi uygun bulmayıp, zaten öteden beri Cadiz şehrinde ticaretle şöhret bulmuş olan Pavlos Kumpanyası ile toprak mahsulleri yönünden ortaklığı olup bu defa ise bahsi geçen kumpanyanın azasından birisinin vefatı münasebetiyle onun hissesini satın alarak gerek Akdeniz ve gerek okyanus üzerinde gidip gelmekte olan yüz elliden fazla Pavlos Kumpanyası gemilerine de ortak oldu.

      Sidi Osman’ın servetinin bu derecesi, zihinlere şüphe getirmemelidir.

      Gerçi, yirmi beş seneye yaklaşmış idi ki Mevla Sidi Muhammed’in müsteşarlık hizmetinde bulunurdu. Ancak bu müddet zarfında ibretkârane ettiği hizmeti milletine karşılıksız arz etmeyi kurmuş olmasıyla aldığı maaşa el sürmek değil, yüzünü bile görmeyerek hepsini fukara ve muhtaçlara dağıtmış ve kendisi yalnız ziraat ve ticaretinin mahsulüyle yaşamıştır.

      Millet denilen halk topluluğunun fikri demek olan efkâr-ı umumiye, tek bir öz hâline gelip de bir fikir olarak bir adama gülecek olsa o adamın zırdeli bir çılgın olacağına hiç şüphe etmeyiniz. Her ne zaman, her nerede, her kim, milletinin saadetine hizmet etmeye çalışmış ise milletin efkârıumumiyesi onu kahretmiş ve fakat biçare elden çıktıktan sonra millet topluluğu üzüntüsünden kan ağlamıştır. Hangi tarihi açsanız buna dair beş on misal bulabilirsiniz. Fas tarihince bu misallerin birisi dahi Mevla Sidi Muhammed ile biçare Sidi Osman’dır.

      Otuz sene kadar sarf olunarak âdeta yıkılma derecesine kadar varmış olan memleketi kurtaran yeni usuller, Fas mutaassıplarından pek çoklarının taassubuna dokunup her şeye, kâfir icadıdır, kötü bidattir, diye bir kulp uydura uydura nihayet halkı ıslahat aleyhine ayaklandırdılar. Sidi Osman bu işin akıbetinin vahametini görüp elde bulunan mallarından birçoğunu yavaş yavaş satarak akçesini Cadiz’deki ortağı Pavlos’a gönderirdi.

      Gerçi gerek Sidi Muhammed’in ve gerek Sidi Osman’ın akıllıca idare ettikleri askerî hareketler, fesatçılarla asileri yer yer yeniyordu. 1789 senesinde Mevla Muhammed’in vefatı üzerine, isyan bütün bütün şiddet bularak hükûmete yeltenen birkaç yüz şehzadenin askerinin, Fas şehri içinde rast geleni kılıçtan geçirmeye başlamasıyla, artık ihtilal ateşini söndürmeye imkân kalmadı.

      Sidi Osman bu aralık taraftarlarının müdafaasıyla ancak canını kurtarabilmişti. Ancak memleketi böyle bir karışıklık içinde bırakıp kaçmak ne kadar namussuzluk ise durumu düzeltmeye çalışmanın da o kadar lazım olduğu düşüncesi ile sebat gösterdi, kaldı. Eyvah ki eceli için kaldı. Zira asilere bir türlü meram anlatmak bir türlü mümkün olmayıp konağına hücum eden bir bölük halk elinde karısı ve çoluğu çocuğuyla beraber şehit oldu gitti.

      İkinci Bölüm

      Fas’taki gönül yakan vaka esnasında, Hasan Mellah henüz Cadiz mektebinden diplomasını alıp Tanca İskelesi’ne ayak atmıştı. İhtilal havadisi ve özellikle babasının kara haberi orada kendisine vasıl olunca başı korkusuyla hemen bir kayığa atlayıp karşıya, İspanya yakasına geçti. Ve oradan Cadiz’e giden bir gemiye binerek yine aynı şehre geri döndü.

      Hasan Mellah, can kurtarmak suretiyle Cadiz’e giderse ineceği yerin Sinyor Pavlos’un konağı olacağını tarife muhtaç değildir. Çocuk, Pavlos’un konağına varıp da dönüşünü kendisine haber verdiği zaman, Pavlos odasından ağlaya ağlaya çıkıp çocuğun boynuna sarıldı ve böyle bir zamanda Hasan Mellah’ı teselli etmek lazım gelirken “Ah efendim! Ah, Sidi Osman gittikten sonra Fas yere geçsin, pederinizle beraber derhâl sizi düşünmüştüm. Hele, elhamdülillah siz kurtulmuşsunuz!” diye gözlerinden yaş yerine kan saçtığını Hasan Mellah görünce biçare çocuk kendi derdini unutup Pavlos’a teselli vermeye mecbur oldu. Bununla beraber Pavlos’un gösterdiği ümitsizlik ve matem alameti Hasan Mellah için en büyük bir teselli yerine geçti. Zira onun bu kadar üzüntü ve mahzunluğu, nazarında babasına olan aşırı muhabbetini temin etmişti.

      Aralarında birçok lakırtı geçerek Pavlos’a da biraz sükûnet geldikten sonra Hasan Mellah, Pavlos’a, isyan hakkında aldığı malumatı hikâyeye başlamıştı. Fakat Pavlos “Beyhude zahmete girmeyiniz, özellikle derdimi depreştirmeyiniz. Fas’ta ve Marakeş’te bulunan adamlarımız tarafından bu sabah beş on mektup aldım. Vakanın tafsilatını öğrendim.” diye çocuğu susturup hiçbir şeyi merak etmemesini, babası vefat etmiş ise babalık vazifesini kendisi ifa edeceğini dahi ilaveten söyleyerek çocuğa birçok teminat daha verdi. O akşam Pavlos’un evi âdeta cenaze çıkmış bir haneden farklı değildi.

      Burada Pavlos tesmiye ettiğimiz zat, bu kumpanyanın en büyüğü ve birincisi bulunan Pavlos olup kendisi altmış yaşında, ak saçlı, kaçık benizli bir şey iken üzüntü ve elemleri cihetiyle bir kat daha benzi kaçarak yüzünü görenler buradan cenaze henüz çıkmamış ise de çıkacak olan cenaze şimdilik ayakta geziniyor zannederlerdi. Kendisinin kimsesi olmadığı cihetle, sofrada yalnız Hasan ile beraber bulunup Hasan hayret deryasına dalmış olduğu gibi, Pavlos’un dahi çeneleri kilitlenmiş olmakla, yemek yenildiği müddet ve daha doğrusu sofrada oturulduğu kadar hiçbirisinin ağzından tek harf bile çıkmadı. Allah bilir ama boğazlarından bir lokma geçmeden sofradan kalktılar. Hasan korku içinde bulunduğu ve Pavlos da kahrından hasta gibi bir hâle geldiği cihetle, ikisi dahi hemen yataklarına gittiler.

      O geceyi Hasan’ın nasıl geçirmiş olduğunu burada etrafıyla anlatmak sayfaları çoğaltmaktan başka bir şeye yaramaz. Şu kadar diyelim ki Hasan ancak gece yarısından sonra kendisinden geçebilerek ertesi sabah gündüzün saat üçüne kadar yatakta kalabilmişti. Bir de daha yarı uyur, yarı uyanık iken konağın orta katında kopan bir gürültü, oldukça bir yürek çarpıntısıyla çocuğu uyandırdı. Kulağına en evvel giren ses Pavlos’un telaşla söylediği şu sözlerdi:

      Pavlos: “Gelmedi a canım, gelmedi diyorum! Gelse saklayacak değilim ya! Ben tüccar bir adamım. Sidi Osman ile olan muamelemi de sekiz aydan beri kesmiştim.”

      Dik bir ses: “Canım vallahi sana bir zararımız dokunmaz. Cadiz’e, işte buraya geldiğini yakinen haber aldık. Hasan buraya gelirse senden başka nereye, kime gider?”

      Çocukluk hâliyle biçare Hasan’ın bu lakırtıları nasıl bir yürek çarpıntısıyla etrafıyla anlatmak gerekmez. Ancak aradan birkaç söz daha geçtikten sonra Pavlos’un oldukça bir kızgınlıkla “Siz de benim dostum olduğunuz için size şimdiye kadar yumuşak yumuşak konuştum. Bana baksanız ya! Burası İspanya toprağıdır kuzum! Buraya Fas padişahı karışamaz. İspanya kralı karışır. Size buraya gelmedi diyorum, bana inanıp gider misiniz? Yoksa hükûmete müracaat edeyim mi? Haydi farz edelim ki geldi: Vermezsem zorla alacak değilsiniz ya?” diye söylediği sözler Hasan’ın yürek çarpıntısını kesmediyse bile, çocuğu can korkusuyla bütün bütün ümitsiz olmaktan kurtardı.

      Pavlos’un tekdiri üzerine birkaç adam arasında bir homurtu peyda oldu. Biraz daha sonra