Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

ve onları takdis etmek değil mi? Ben nerede olsam bunu yaparım. Hristiyanların başka milletten kocaya varmalarına gelince, bunların da birincisi ben olacak değilim. Endülüs tarihinde az İspanyol kızının esamisi görülmez ki Müslüman kocaya varmıştır. Hem de Müslümanlar, eğer karıları Hristiyan ise dinlerine asla müdahale etmezler. Ondan sonra şark tarafında İstanbul imparatorları bile Osmanlı prenslerine kız vermiştir. Bu hâl Fransa’da dahi vukuya geldi. Hasılı, Hasan mı Pavlos mu diyeceğiz, beni seven adam muhabbette devam ettikten sonra, ona, o kadarcık nazım geçmez mi ki bana itikaden taarruz etmesin?”

      Marie: “Elbette taarruz etmez.”

      Cuzella: “Hatta ismimi bile değiştirmez. Nihayet ben bu Arap’ı seviyorum, çıldırıyorum. Ben onun için canımı bile feda etmeyi göze aldırıyorum. Artık onun Müslüman olması ve benim Hristiyan olmam bu muhabbeti menedemez. Sen şimdi git. Kendisini gör. Babamın şiddetini haber ver. İşin bir kolayına baksın.”

      Marie: “Nasıl kolayına baksın, bakalım?”

      Cuzella: “O bilir. Nasıl bakarsa baksın. Ben yalnız emirlerine muntazırım. Haydi diyorum, haydi, sen git. Zira şimdi babam uyanırsa iş fena olur.”

      Marie bu meselede yalnız dostu, öğrencisi, filanı Cuzella’nın arzusuna hizmet etmeyi göze aldırıp kızın din hususundaki fikir hürriyeti ve itikat genişliğine biraz canı sıkılmış ve ona bu hâlin rahmetli öğretmeninden geldiğini dahi anlayıp tek âdet yerini bulsun diye, ona da bir “Huda taksiratını affeylesin!” demiş idiyse de Müslümanların evlendikleri Hristiyan kızlara dince taarruz etmedikten başka hatta zevcesinin dinini muhafazaya bile gayret ettikleri hakkında bazı kitaplarda gördüğü fıkralar da hatırına gelerek zaruri ses çıkarmamıştı. Marie gittikten sonra Cuzella bir küçük düşünceye vardı. Yarım saat kadar başı göğsü üzerinde kalıp nihayet kalktı ve tatmin olmuş bir tavırla odasının içinde gezinmeye ve kitaplarını gözden geçirmeye başladı. Bu düşünce ile verdiği karar ise hiç şüphe yoktur ki şu idi:

      Âşığım beni mutlaka kaçırmaya mecbur olacaktır. Ben de kaçarım. Babamın şiddetini başka türlü menetmek mümkün değildir. Elbette kaçarım. Âlemde macerası olan biri de ben olayım.

      İnsan bir kere âlemde macera sahibi olmayı ve baba evinden de ayrılmayı göze aldırırsa ne kadar rahatlar? Özellikle henüz on beş on altı yaşında bulunan bir kızın bunu göze aldırması, ölümü göze aldırmak kadar bir şeydir.

      Beşinci Bölüm

      Cuzella’nın Marie’ye fikrini açarak hürriyetini Hasan Mellah’ın eline teslim edeceği hakkında bir haber ile kendisini Hasan’ın yanına gönderdiği sabah Alfons yatağından kalktığı vakit, o gece görmüş olduğu pek karışık rüyaların şerrinden kendisini muhafaza etmesi için Cenabıhakk’a dua etmişti.

      Dünkü gün Pavlos ile verdikleri kararı hâlâ beğenmekle beraber, Alfons kendisi dahi bir yol buldu. Kızının bir Arap ile sevişmesi konağına haydutların girişinden birkaç gün sonra duyulmuş olmasından ve özellikle bir haydudun yakayı ele vermeyip kaçmasından anlayarak yine o zamandan beri Cartagena’ya geldiği söylenen Üçüncü Pavlos’un, deniz haydutlarından olduğunu dahi hükûmete haber verirse hakkında daha ziyade şiddet celbedeceğini kestirdi.

      İşte Pavlos ile verdikleri karara bu düşünceyi de ilave ederek, bir hayvana binerek hükûmet dairesine vardı ve mutasarrıf bulunan zat ile görüşmek istedi. Hükûmet memurlarının en büyük riayetini18 kazanmak için ya kendisinden büyük bir memur olmak veyahut ahaliden ise hükûmet memuruna bir ihsan edebilmek derecesinde zengin bulunmak gerekeceği malumdur. Bizim Sinyor Alfons ise bir mutasarrıfın riayetine mazhar olacak şahısların ikinci kısmındandı ki bu ikinci kısım bir derece birinci kısma dahi üstün gelebilirdi.

      Sözün kısası, mutasarrıf Alfons’un istediği görüşmeyi reddedemeyerek bir odada gizlice kendisini huzuruna kabul etti. Bu odada mutasarrıf ile Alfons arasında konuşulanları bilmek, herkesin merak edeceği bir şeydir. Lakin böyle bir hükûmet dairesinde, gizli olarak konuşulanları kim işitebilir? Nihayet biz meselenin neye dair olduğunu biliyoruz ve Alfons’un teklif ettiği şeyin kabul olunduğunu da görüşmeden sonra mutasarrıfın vermiş olduğu emirlerden anlıyoruz.

      Görüşme son bulup da Alfons memnunen konağına döndüğü zaman mutasarrıf, hükûmet makamına münasebet aldıracağı tavrı bildirip polis zabitini huzuruna çağırdı. Zabit gelince emirlerini vermeye başladı:

      Mutasarrıf: “Beş, altı günden beri bu memlekette bir Arap bulunuyormuş.”

      Zabit: “İskelede bir hayli Arap vardır efendim.”

      Mutasarrıf: “Yok, öyle gemici takımından adam değil. Faslı Sidi Osman’ın oğluymuş.”

      Zabit: “Sidi Osman’ın oğlu mu?”

      Mutasarrıf: “Evet ama kendisi kıyafet değiştirmiş ve gizleniyormuş. Daima ruhbanlarla düşüp kalkıyormuş. Hatta kendi maiyetinde de bir rahip varmış.”

      Zabit: “O rahibi bildim efendim, genç bir adam. Sidi Osman’ın oğlunu bilmem ve haber dahi alamadımsa da yeni gelen rahibi haber aldım. Arap’ı dahi ondan anlayabilirim.”

      Mutasarrıf: “Tamam, Arap’ı tutup hemen hapse atmalı.”

      Zabit: “Hapse mi?”

      Mutasarrıf: “Evet, sonra gelip bana haber vermeli.”

      Zabit: “Başüstüne efendim ama…”

      Mutasarrıf: “Aması, filanı yok. O adamı Fas hükûmetine teslim edeceğiz. Bunun için devletimizle Fas hükûmeti arasında haberleşme yapılmış, işe karar verilmiş. Emrim kesindir, haydi bakalım.”

      Polis zabiti, mutasarrıftan aldığı emir üzerine kendi dairesine gelince, hafiyelere, filanlara gereken emirleri vererek her birini bir tarafa gönderdi ve Madrid Oteli denilen hana dahi iki zabit gönderip birkaç günden beri orada misafir olarak ikamet eden Rahip Policon Efendi’yi de davet etti. Zabitler rahibi incitmeyerek izzet ve ihtiramla kaldırdılar, polis reisinin karşısına getirdiler. Polis en evvel kendisini şu suretle sorguya çekti

      Sual: “Siz rahip Policon Efendi imişsiniz.

      Cevap: “Evet efendim.”

      Sual: “Bu şehre nereden geldiniz efendim? “

      Cevap: “Portekiz’den.”

      S: “Demek oluyor ki yabancısınız?”

      C: “Rahip kısmı kimseye yabancı olmaz efendim.”

      S: “Bir Arap’ın maiyetiyle buraya gelmişsiniz?”

      C: “Hayır efendim.”

      S: “Rahip kısmına gerçeğe aykırı konuşmak yakışmaz ya?”

      C: “Evet, gerçeğe aykırı konuşmak yakışmadığı için hayır dedim.”

      S: “Ya kiminle geldiniz efendim?”

      C: “Cadiz şehrinde ticaretle meluf ve meşhur olan Pavlos’un ortaklarından genç bir sinyor ile geldim.”

      S: “İşte sorduğumuz adam odur. O adam Arap imiş.”

      C: “Yanlışınız var efendim, o adam benden iyi İspanyolca biliyor.”

      S: “Siz lisan bilmeye bakmayınız. Ondan iyi Arapça bilen İspanyol dahi bulunabilir.”

      C: “Eğer dediğiniz doğru ise bana hayret verir. Neyse efendim, işte ben o adamla buraya geldim. Bana çok hürmet etti. Bir hayli ihsanına da nail oldum.”

      S: “Şimdi o adam nerededir?”

      C: “Bak, orasını bilemem. Çünkü bu zat beni Madrid Oteline