Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

Konak halkı daha uykuda mısınız? Kalkınız. Konağınızı hırsızlar basmış da haberiniz yok mu?” diye haykırıp. bu sesten biraz sonra dahi uşaklar dairesi tarafından ayak patırtıları ve sesler gelmeye başladı. Jandarmalar bahçe içinde tavşan kovmakta bulunan tazılar gibi sekiyorlar, sıçrıyorlardı. Derken bir ses “Ha, işte birisi burada!” dedi. Diğer bir ses “Na, işte birisi de kaçıyor, çeviriniz!” diye bağırdı. Bunu müteakip bir, bir daha silah patladı.

      Gürültü bir dereceye geldi ki, mahşer gibi!.. Alfons dahi uyanıp telaşla dışarıya fırladı. Bir yandan zaptiyeler bağırır, bir yandan uşaklar telaş eder, bir tarafta dahi birkaç zaptiye yakalamış oldukları bir hırsızı döverler ve yine o tarafta hırsız dayak yemiş köpek gibi inler.

      Hasılı, Alfons, zaptiyelerin kumandanı bulunan teğmen ile beraber gürültüyü yatıştırdı. Üç hırsızı tutmuşlar, birisini darp ettiklerinin sebebi kaç kişi olduklarını söyletmek içinmiş. Herif dayağa dayanamayarak “Dört kişiydik, birisi şuradan konağın içine girdi.” diye Hasan Mellah’ın girmiş olduğu ağacı gösterdi. Dolayısıyla zaptiyeler, uşaklar çepeçevre konağın etrafını sardılar. Teğmen ile Alfons ve bir uşak, bir de onbaşı konağın içine girip aramaya başladılar.

      En evvel Cuzella’nın odasına girecekleri tabiidir. Kızı uykuda buldular. O kadar derin uykuya dalmış ki bu kadar gürültüyü duymamış! Babası kızı uyandırdı. Cuzella uyku sersemliğiyle, gece yarısı buraya gelmekte mana nedir, diye pederini azarlamaya başladı. Alfons “Ne diyorsun be canım! Konağı haydutlar basmışlar. Üçünü tuttuk, birisi işte senin pencerenden içeriye girmiş, şimdi onu arıyoruz. Kalk bakalım!” yollu tafsilat vererek ve bir yandan dahi kızın göstermekte olduğu korku ve dehşeti teskin ederek aramaya başladılar. Odanın her tarafını aradılar. Kimseler yok. Ne yatak altı kaldı ne kütüphane ne müze… Kütüphanenin içine insan değil, kedi bile giremezdi. Zira kitaplar sımsıkı birleştirilmişti! Sonra konağın içini iğne arar gibi aradılar. Helalara, kuyulara, su hazinesine varıncaya kadar hep aramadıkları bir yer bırakmadılar. Mümkün değil kimseyi bulamadılar.

      Alfons: (kızına) “Canım, işte şu ağaçtan gelmiş, girmiş diyorlar. Hiç duymadın mı? Görmedin mi?”

      Cuzella: “Duydum, duydum.”

      Zaptiye teğmeni: “Duydunuzsa söyleseniz ya!”

      Cuzella: “Sizin gürültünüzden evvelceydi.”

      Alfons: “Öyle olacak ya! Ee, ne oldu bakalım?”

      Cuzella: “Odanın içinden bir hayal, biraz da şamata ile pencereden çıkıp kaçıyor gibi bir şey gördüm ama ehemmiyet vermemiştim.”

      Alfons: “Amma ehemmiyet verilmeyecek şey ha! İşte hırsız o imiş.”

      Zaptiye teğmeni: “Demek oluyor ki pencereden çıkıp o da bahçeye girmiş.”

      Onbaşı: “Öyle olmalı.”

      Bunun üzerine odanın yalnız penceresini açık bulup kapısının arkadan sürmeli bulunması dahi hırsızın ancak oda içine kadar girebildiğini ve gürültüyü duyunca yine girdiği mahalden kaçtığını ispat etmesine ve hele oda içinde bir şeyin eksik olmadığı dahi hırsızın hiçbir şey çalamadan kaçtığını meydana koyduğuna binaen, herifin her hâlde konak içinde olmadığına hükmedilmiş ve bahçeyi dahi enine boyuna aradıkları hâlde, herif bulunamayınca artık kaçtığına inanılmıştı.

      Zaptiyeler, üç hırsızı alıp gittiler. Alfons ise kızını korkudan muhafaza etmek için birkaç lakırtı söyleyip nihayet kız işin hiç farkında olmadığı ve şimdi yatarsa rahat rahat uyuyabileceği hakkında pederine teminat vermekle o dahi “Ben de gidip rahatıma bakayım. Köpekler bir hamle ettilerse biz de ağızlarına sırık sokup dişlerini kırdık. Artık bir daha gelemezler.” diye çıktı, odasına gitti.

      Lakin bunların ikisinin de sabaha kadar gözlerine uyku girdi mi zannedersiniz? Alfons bin türlü dehşetlerin, merakların hücumuyla uyuyamadı. Kız ise kütüphane içindeki sevgilisiyle meşguliyetten dolayı uyuyamadı. Şöyle ki:

      Babasını baştan savdıktan sonra kütüphanenin alt dolabının kapısını açıp kitaplar arkasından ve dolap içinden çıkan bir ses ile aşağıdaki gibi konuşmaya başladılar.

      Cuzella: “Herifleri tuttular, götürdüler.”

      Hasan: “Size kurban olsunlar.”

      Cuzella: “Burasını da açtılar ama senin burada olduğuna şüphe bile etmediler.”

      Hasan: “Beni lütuflarınızla muradıma erdirmek için ölümden alıkoydunuz demek. Fakat çıkıp bir daha yüzünüzü görmeyecek miyim?”

      Cuzella: “Bu gece, yarın ve belki bir iki gün kadar olamayacak.”

      Hasan: “Aman! Ben bir daha yüzünüzü görmek için ölüme razıyım.”

      Cuzella: “Ben razı değilim. Şimdi bu lakırtıları bırakalım da biraz işimizi düşünelim.”

      Hasan: “Bu hâlde mi?”

      Cuzella: “Zararı yok, bu kadarcık bir azaba katlanalım. Ölümü gözüne alan bir adam için bu kadar azap çok değildir.”

      Hasan: “Hakkınız var; hayatım, ölümüm elinizdedir.”

      Cuzella: “Ben bu sırrı öğretmenim Marie’ye açmak isterim.”

      Hasan: “Ondan emin olabilecek misiniz.”

      Cuzella: “Senden emin olduğum kadar…”

      Hasan: “Öyleyse pek münasip. Zaten bana da bir vasıtanın lüzumu vardır. Bir emir yazıp da para, elbise, filan getirtmek isterim. Buradan şu kıyafetle çıkmak, kendimi ilan etmek demektir.”

      Cuzella: “Marie hepsini yapar. Lakin biz seninle ne yapacağız?”

      Hasan: “Her emri sizden alacağım.”

      Cuzella: “Ben durumu doğrudan doğruya babama söyleyeceğim.”

      Hasan: “Siz bilirsiniz ama bu gece yahut yarın değil ha!..”

      Cuzella: “Hayır, hele bu geceki vakanın üzerinden biraz vakit geçsin, bakalım.”

      Hasan: “Şimdi sorulacak bir şey değil ama sabredemiyorum, soracağım. Ya, Allah korusun, babanız itiraz edecek olursa?”

      Cuzella: “O zaman da emir senin.”

      Hasan: “Her hâlde benim mi?”

      Cuzella: “Onu anlayamadım.”

      Hasan: “Yani demek istiyorum ki sizi başka bir memlekete davet edebilecek miyim?”

      Cuzella: “Dünyanın öbür ucuna kadar. Yalnız buna mecbur olmayınca, pek ziyade mecburiyet görmeyince teşebbüs etmeyeceğiz. Zira ne kadar olsa babamızdır. Ne kadar olsa baba evidir, pek kolay terk edilemez.”

      Bunlar şu kadarcık konuşmayı bir hayli vakitte edebildiler. Zira Alfons’un gelip dinlemesi veyahut gece ve her taraf sessiz olmak münasebetiyle lakırtılarının Alfons’a kadar gitmesi gibi ihtimaller bir taraftan tazyik ettiği gibi diğer taraftan da gerek kızın ve gerek Hasan’ın akşamdan ve belki de gündüzden beri geçen hâller üzerine yürek çarpıntıları artık kemale varmış olduğundan üç kelimeden ibaret bir lakırtıyı bile üç defa nefes almayınca söyleyemezlerdi.

      Şafak söktü. Uşaklar, bahçıvanlar filanlar kalkıp birer ikişer hırsızın çıkmış olduğu ağacı ziyarete geliyorlar ve orada birbiriyle ettikleri lakırtıyı ta kütüphane içindeki Hasan’a kadar işittirebiliyorlardı. Dolayısıyla kız mecburen kütüphanenin kapısını kilitleyip yatağına geldi. Geldi ama hayalini dolap içindeki Hasan’a arkadaş bıraktı.

      Hasan