Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

rel="nofollow" href="#n13" type="note">13 uygun görüldü.

      Nihayet her tarafı görüp her şeyi gözden geçirdikten sonra kapıdan çıkarak dış avlu duvarlarına arka verilmek ile çıkılabileceğini ve öte taraftan atlanmak mümkün olduğunu dahi görüp sokaktan sokağa yine şehri gezmeye koyuldular. Bu gezip dolaşma, bu inceleme ve teftiş tam akşama kadar devam etmişti. Akşamüzeri gemiye döndüler. Pietro bir aralık bu kadar geç kalmış olmalarına darıldıysa da Hasan “Bir işe başladığımız zaman başa çıkarmak lazımdır. Biz yalnız konağı keşfetmedik, bütün şehri keşfettik. O kadar öğrendim ki şimdi şehrin haritasını ezbere çizerim. Ya, maazallah duyulursak nereye kaçacağımızı bilmeyip de hayvan gibi yakayı ele vererek sıra sıra asılalım mı?” deyince o melun haydudun yüzünde memnuniyet alametleri görüldü ve “Bizim yeni arkadaş, Alonzo’dan daha filozof.” diye Hasan’a bir de aferin verdi.

      Hasan konağın pek zengin bir konak olduğunu ve hatta o gün tesadüfen konakta ziyafet olmasıyla uşakların yorgun bulunması isteklerinin yerine gelmesini kolaylaştıracağını hikâye ettikçe kaptanlar hayallerini bir kat daha genişleterek hiç olmazsa hisselerine biner taler düşeceğini kurarlardı. Bu memnuniyet üzerine akşam yemeğini Hasan ile birlikte yediler.

      Bu aralık şunu da söylemekten geri durmayalım ki Kaptan Zerno, arkadaşı Pietro’nun kötü huyluluğundan şikâyet etmekte bulunduğu cihetle, Hasan’da bu kadar dirayeti, bu kadar şecaati görmesi üzerine, evvelce geminin üçte bir hissesine sahip olduğu hâlde, ahirete gönderilen arkadaşın yanına şu Pietro’yu dahi nasıl atmak mümkün olacağını Hasan’a danışmak ve bu işi yoluna korsa geminin yarısını olmaz ise de dörtte birini Hasan’a vermek gibi şeyleri düşünüyordu.

      Hasılı, yemek yenildi ve hatta o gün satın alınan şaraptan birer, ikişer şarap dahi içildi. Yine daima girişilmiş olan iş üzerine fikir yürüterek gece yarısına ulaşıldı.

      Hasan, kalkıp kaptanlara veda ederek üç arkadaşıyla sandala bindi. Hırsız küreği çekilerek bir su şıkırtısı kadar da ses seda vermeksizin karaya vardılar. Sandal içinde nöbetçi kalmak için bir fazla adam almışlardı. Bu adama nereden ıslık sesi gelirse cevap vermesini tembihle kendileri yola düzüldüler.

      Sokaklarda kimseler yoktu. Dolayısıyla bir kişiye rast gelmeden Alfons’un konağına vardılar. Kapı kapanmış. Birisi Hasan’a arka vererek Hasan duvarı aştı ve öte taraftan kapıyı açıp arkadaşıyla birleşti. Kapıya on on beş adım mesafeye bir nöbetçi koydu ki kapıdan bir kimse girecek olursa hemen haber verecek ve arkadaşlar dahi bağ içinde kendilerini kaybedecekti. Bu nöbetçinin birisini dahi uşak ve ahır daireleri tarafına gönderdi. Kendisi dahi yalnız gündüz beraberinde gelmiş olan arkadaşını alıp sözü geçen ağacın dibine geldi.

      Konağın bazı pencereleri arkasından pek zayıf ışıklar parlıyor idi ki bunlar artık herkesin uykuya varmış olduğunu ispat ediyordu. Hasan derhâl ağaca sarılmadı. Ağacın dibine oturup başını elleri arasına alarak bir müddet dalgın dalgın düşündü. Acaba neler düşündü? Bunu kimse bilmez. Şu kadar var ki arkadaşı “Canım ne bekliyorsun? Haydi bakalım!” dediği zaman Hasan “Sen bilmezsin, bir kere etrafı dinleyelim bakalım.”dan ibaret bulunan cevabını pek titrek bir ses ile vermişti. Eğer yanında hayduttan başka hâlden anlar bir adam olsaydı, Hasan’ın ağlamış ve hem de ziyadece bir üzüntü ile ağlamış olduğunu anlayabilirdi.

      Herifin cevabını verdikten sonra Hasan yerinden kalkıp ağaca sarıldı. Şamatasızca çıkmak için pek yavaş hareket ediyordu. Lakin biraz yukarılara çıkınca artık ağacın ince dalları ziyade sallandığı cihetle, gürültüsünü menetmek mümkün olamıyordu. Bu hâlde Hasan bir kere daha irkildi. Dudakları arasından şu “Henüz haydut sayılmam, eğer tutulur asılırsam bari kurtulmuş olurum.” lakırtıları fırlayarak işine devam etti. Gündüz görmüş olduğu dal üzerinden yürüyerek tahmin ettiği gibi pencere yanına geldi. Camı açmak için hesaba başladı. Evvela itti. Cam açılmadı. Sürgülü olabileceğini hatırlayarak yukarıya doğru kaldırmaya çalıştı, kalkmadı. Mandal ile kapalı olmasın diye yokladı, karıştırdı, kurcaladı. Yine bir yolunu bulamadı. Nihayet camın duvar içine girer sürme olduğunu keşfederek evvela bir tarafa, sonra diğer tarafa itince cam küçük bir şamata ile açıldı. Bunun üzerine Hasan içeriden ne ses çıkar diye biraz daha bekledi. Hiçbir ses seda gelmediğini görünce pencereye sokulup başını uzatarak odanın içini gözden geçirdi.

      Oda büyücek olup bir tarafında güzel bir kütüphane ve diğer tarafında yine kütüphane gibi güzel camlı bir dolap (müze) görülüyordu. Orta yerde bulunan masa üzerinde hafif bir kandil yanıyordu ki bu kandil odada insan dahi yattığını belli ettiği hâlde, dışarının karanlığından gözlerine bir derece kamaşma gelmiş Hasan, oda içinde yatak göremiyordu.

      Zira yatak, zaten bir sapa cihetteydi. Hasan oda içine girmeye dahi cesaret etti. Pencereye abanıp vücudunun ağırlığını kolları üzerine vererek sıyrıldı, pencereden girdi. Odaya girince etrafı gözden geçirdi. Bir tarafta bir yatak ve yatağın içinde bir kız gördü. Elbette o anda yüreği hopladı. Güya kızı görmemiş ve pencereye dönerek aşağıda bulunan arkadaşa “Sen de konağın kapısı cihetine git, kimse çıkarsa haber ver.” dedi. Yine içeriye geldi, etrafı tekrar gözden geçirmeye başladı.

      Meğer kız uyanıkmış. Hasan kızın gözlerini gördü. Yalnız Hasan mı? İkisi de birbirinin gözlerine değil, ta göz bebeklerine kadar baktılar…

      Şimdi kıymetli okuyucularıma hatırlatmaya gerek yoktur ki Cuzella’nın yatağı içinde gördüğü hırsız, Alonzo’nun Sidi Osman’ın oğlu Hasan Mellah diye haber verdiği zat ve kız ise Cartagena zenginlerinden Alfons’un, Cadiz’de meşhur tüccar Pavlos’a varmak istemeyerek o geceyi türlü acılar içinde geçirmiş olan kızı Cuzella’dır. Eğer Hasan’ın arkadaşı bulunan Alonzo dahi arzuladığı gibi Hasan’la beraber gelmiş olsaydı, Cuzella’nın piç kardeşi dahi orada bulunacaktı ki hatta Alfons bile bu çocuğu validesiyle beraber öldürdüm zannediyordu.

(İkinci Kitap’ın Sonu)

      ÜÇÜNCÜ KİTAP

      Birinci Bölüm

      Cuzella ile Hasan’ın gözleri birbirinin içine baktıktan sonra, Cuzella artık kendisini uyur göstermekte hâlâ sebat edemeyeceğini anlayarak korkusundan titreye titreye kalktı, yatağın içine oturdu ve gerçekten bir haydudun bile yüreğine elbette tesir edecek yalvarıcı duruşla ve merhamet dileyen bir sesle boynunu bükerek:

      Cuzella: “Aman kahramanım, canımıza kıyma da malımızı al, git.”

      Hasan: (parmağını ağzına götürerek) “Susss! Gürültü zamanı değil.”

      Cuzella: “Ben hiç sesimi çıkarmam. Tek canımıza kıyma da ne istersen al.”

      Bizim Hasan kollarını kavuşturup kızı etrafıyla gözden geçirmeye başladı. Cuzella’nın ne kadar çok güzel olduğu malumunuzdur. Özellikle yataklık hâliyle her tarafının perişan bulunmasında ve hele korku ve dehşet alametlerinin yüzünde belirmesinde, hele garip garip yanan bir kandilin hafif ışıkları ve gece hâlinin sükût ve sükûneti içinde, Cuzella bir hâl tasvir ediyordu ki o anda yanında bulunmuş olan bir adam, kendisini eski çağlardaki güzellik tanrıçası Zühre’nin ibadethanesi içindeyim zannederdi. Hasan kim bilir ne nazarla bakıyordu. Kız ise Hasan’ın karşısında kederli ve üzgün boynunu bükerek yüreği çarpar bir hâlde bulunuyordu. Bunların şu hâli beş altı dakika kadar devam ettikten sonra, yine Cuzella söze başladı ve fakat şiddet, korku ve yürek çarpıntısından dolayı bir kelimeyi, bir nefeste bitirmeye muktedir olamayarak her kelimede birkaç kere tıkana tıkana:

      Cuzella: “Aman… Allah… aşkına… diyorum…