Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

hayretini yendi. Hasan ise gayet güzel bir İspanyol hattı ile Pavlos damgası bulunan kâğıda emrini yazıp da yine imzayı Pavlos koyunca Marie işte o zaman şaşırdı. “Bu ne, bu imza kimin imzası?” diye uzun uzadıya suallere kalkışacaktı. Cuzella “Ben size bunları sonra anlatırım.” diye suallerin önünü aldı.

      Hasan emri yazıp bitirdikten sonra Marie’ye “Efendim, bu emri büyücek bir sarrafa götürüp mazmunu gereğince parayı alırsınız. En evvel bir kat elbise isterim.” dediyse de Marie “Siz burada hangi elbiseyi giyseniz uyamaz. Hem de ben buraya mensup olduğum hâlde, Pavlos imzasıyla böyle bir emri götürürsem, bir sahte emrin benim elimle gitmesi Sinyor Alfons için de iyi değildir. Ben size bir kat rahip elbisesi getireyim, siz o elbiseyi giyip artık her istediğinizi yaparsınız.” dedi.

      Marie’nin bu çekingenliği yersizdi. Fakat ahvali kendisine uzun uzadıya anlatmaya vakit olmadıktan başka, Hasan rahip elbisesini daha ziyade işe yarar bulduğundan Marie’nin görüşünü kabul etti.

      Nihayet çocuğu yine dolaba koydular. Cuzella ile Marie tekrar sohbete başladılar. O zaman Cuzella, Marie’ye, Pavlos demenin ne demek olduğunu anlattı. Bu hâlde Marie evvelki görüşünün yersiz olduğunu kendisi dahi anladı ise de rahip elbisesiyle her işin daha layıklı bir yolda görüleceği kararlaştırılmış olduğundan bu karar bozulmadı.

      Sözün kısası, Marie bir saate kadar geleceği vaadiyle gitti. Bu bir saat vakti Cuzella ile Hasan, yine öteden beriden konuşarak geçirdiler. Ve konaktan çıktıktan sonra nasıl ve ne vasıta ile haberleşeceklerini ve birbirlerini nasıl görüp hasret gidereceklerini söyleştiler.

      Marie geldi. Rahip elbisesini tamamıyla getirdikten başka fazla olarak bir de ustura getirmişti. Hasan hepsinden çok bunu beğendi. Cuzella’nın tuvalet takımları başında tıraş olarak elini, yüzünü dahi yıkadıktan sonra giyinip güzel bir rahip oldu ki tarif kabul etmez. Bir kere bu kıyafete girdikten sonra sandalyenin birisi üzerine geçip yan geldi, oturdu ve rahat rahat konuşmaya başladı.

      Cuzella: “Artık gitmelisin?”

      Hasan: “Nereye?”

      Cuzella: “Aman, nerede, nasıl kendini kurtarıp işimize muvaffak olacaksan oraya gitmelisin.”

      Hasan: “Güçlük bir kere bu kıyafete girinceye kadardı. Şimdi isterse pederiniz de gelsin beraber konuşalım. Ben Marie’nin ahbabı değil miyim ya? Manastırdan kalkıp özel olarak kendisini görmeye gelmemiş miyim?”

      Marie: (gülerek) “Öyle ya, artık kim isterse gelsin.”

      Cuzella: “Gerçekten de öyle. Ne kadar da dirayetlisin.”

      Sözün kısası, âlemde her suizanna, her şüpheye, her bela ve musibete siper demek olan rahip cübbesi sayesinde Hasan, sevgilisi Cuzella ile doya doya ve fakat daha doğrusu doyamaya doyamaya görüşüp nihayet kalktı. Hiçbir şeye aldırmadan divanhaneden geçip büyük merdivenden inerek konağın kapısından çıkarken Alfons’a rast gelip papazca bir selam verdikten sonra çıktı, gitti.

      Alfons içeriye girip de kızı Marie ile görüştüğü zaman, bu rahibi dahi sormuştu. Marie “Benim eski ahbabımdan, pek güzel bir adamdır. Manastırdan gelmiş, beni burada haber almasıyla buraya kadar gelip Cuzella ile de görüştü.” cevabını verince bu cevap muhatabı susturmuştu.

      Alfons kızına, haydutların asıldığına dair havadisi verdikten başka, limanda bir haydut gemisi olduğunu ve yakayı ele vermeden kaçtığını ve mutlaka tutulan haydutların bu gemiden olup konaktan kaçan herifin verdiği haber üzerine kaçmış olduklarını dahi söyledi ki bu sözler kızına bir tebessüm vermişti. Bu haberleri verdikten sonra Alfons’un birinci işi pencere altındaki sözü geçen ağacı kestirmek ve ikinci işi de alt katta olduğu gibi, konağın üst katı için de demir parmaklık ısmarlamak oldu.

      Dördüncü Bölüm

      “Sinyor Alfons’un konağına deniz hırsızları girmiş. Üçünü tutmuşlar, asmışlar, birisi kaçmış. Limanda bulunan gemileri dahi ertesi sabah erkenden firar etmiş. Aman ya Rabbi, ne cesaret?” gibi lakırtılar birkaç gün Cartagena ahalisini meşgul etmişti. Alfons ise hemen her sabah, her akşam nişan meselesinden ve Sinyor Pavlos’tan özür dilenmesi durumundan dolayı Cuzella’yı sıkıştırmaktan geri durmuyordu. Lakin bir iki gün sonra, öyle bir durum ortaya çıktı ki onun sebep olduğu telaş, nişan ve özür meselesini dahi unutturdu.

      Şöyle ki:

      Bir gün ikindiüzeri Sinyor Pavlos, kayınpederi olacak Alfons’un konağına geldi. Alfons orada bulunmadığından kendisine özel olarak adam gönderip babası gelinceye kadar kızının yanında bulunmak isteyeceği zannolunur idiyse de hiç böyle bir arzuda bulunmadı.

      Alfons’un odasında bir aşağı beş yukarı geziniyor ve aralıkta bir de aynaya bakarak saçlarını karıştırıyordu. Bu gibi telaşlar bazen hayırlı işler için edilir ama o gün Pavlos’ta görülen telaşın öyle hayırlı bir iş için olmadığı, zaten lokma gözlerinin fal taşı gibi açılıp burnunun, kulaklarının dahi kabarmasından anlaşılıyordu.

      Derken Sinyor Alfons çıkageldi.

      Alfons: “Vay efendim, sefalar getirdiniz.”

      Pavlos: (hiddetlice) “Allah ömürler versin efendim!”

      Alfons: (hiddetin farkında olarak) “Niçin Cuzella’nın yanına gitmediniz, yoksa giyiniyor mu? Böyle tekellüflere hacet yok ama çocuktur.”

      Pavlos: “Şimdiki hâlde bu gibi teklifler, tekellüfler ile uğraşmaya hiç vaktim yok.”

      Alfons: “Ne o, bir perişanlık eseri gösteriyorsunuz?”

      Pavlos: “Perişanlık ki perişanlık. Bu memlekette Pavlos ikileşmiş, haberiniz yok mu?”

      Herifin bu lakırtısına Alfons ne mana verebileceğini düşünerek bir müddet başını göğsüne indirdi. Sonra güya düşündüğü şey hatırına gelmiş gibi büyük bir ehemmiyetle başını kaldırarak:

      Alfons: “Cuzella başkasını mı seviyor diyorsunuz? Çünkü ‘Pavlos ikileşti.’ sözünden bu anlaşılıyor.”

      Pavlos: “Evet, orası da var ya! Fakat doğrusu Pavlos ikileşti.”

      Şu giriş ile Pavlos, Cadiz’de bu namla ticaret eden zaten beş kişiden oluşan, yani “Pavlos ve Ortakları” namıyla bir kumpanyanın reisi olduğunu, kısacası geçen gece Hasan’ın Cuzella’ya vermiş olduğu malumatın hepsini Alfons’a hikâye etti.

      Alfons: “Ee, ne zararı var? Varsın öyle olsun.”

      Pavlos: “Evet ama Üçüncü Pavlos buraya gelmiş. O adam gerçi kumpanyamızın azasıdır. Lakin bu dünya yüzünde ya o ya ben demektir.”

      Alfons: “Niye?”

      Pavlos: “Niye olduğunu sormanız lazım değil. Onun selameti benim ölümümde, benim selametim onun ölümündedir.”

      Alfons: “Acayip!”

      Pavlos: “Evet, biraz acayiptir. Daha acayibini isterseniz bu zat, kerimeniz Cuzella’yı seviyor.”

      Alfons: “Nasıl sevmiş?”

      Pavlos: “Orasını bilmem. Bildiğim şu ki o Cuzella’yı, Cuzella onu, yani ikisi birbirini seviyor. Hatta konuşmuşlar bile.”

      Alfons: “Korkarım bu bir düşman iftirası olmalı.”

      Pavlos: “Hayır efendim, hayır. Ben işi birinden haber aldım.”

      Alfons: “Üçüncü Pavlos’u buralarda gördünüz de mi?”

      Pavlos: “Benim onu görmem ihtimali var mıdır? O da bana hiç kendisini gösterebilir mi? Buraya bir rahip ile beraber gelmiş. Benim burada muamelem olan bir sarrafa bu