Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

sorgulama bittikten sonra polis zabiti kalkıp mutasarrıfın huzuruna gitti ve ifade tutanağını arz etti. Mutasarrıf, ifade tutanağını okuduktan sonra “Bu Allah adamı papaz, fena adam değil. İstediğimiz malumatı verecek ama siz sualin yolunu bilemediniz. Şunu buraya getiriniz.” dedi. Rahibi alıp mutasarrıfın huzuruna getirdiler. Orada da şu suretle sorgulandı:

      S: “Siz Arap’ın nerede ikamet ettiğini bilmediğinizi söylüyorsunuz.

      Hâlbuki Üçüncü Pavlos namını alan bu Arap için sarraftan akçe almış olduğunuz bizce malumdur.

      C: “Evet efendim, doğrudur. Bana bir köylü adamla emir göndermişti. Ben de bu emri sarrafa verip bu akçeyi alarak kendisine gönderdim. Yok, estağfurullah yalan söylemem. Yüz talerini bana vermiş olduğundan o kadarını alıkoyup geri kalan iki bin dokuz yüz taleri gönderdim.”

      S: “O zaman bu adam köylerde miymiş?”

      C: “Evet efendim, köyden köye seyahat ediyormuş.”

      S: “Pekâlâ, siz burada misafir bulunan kibardan bir zata o Arap’ın burada bir kıza alakası olduğunu da haber vermişsiniz.”

      C: “Evet efendim, bir genç adam sormuştu da haber vermiştim.”

      S: “Alakası kime imiş?”

      C: “Burada Alfons namında bir tüccar varmış. Onun kızına alaka etmiş. Kız da kendisini severmiş. Bana bunu kendisi haber verdi.”

      S: “Ee, şimdi bu adamın nerede olduğunu mutlaka bilir misiniz?”

      C: “Bu adam ya Cartagena içindedir ya köylerin birisinde.”

      S: “Onu biz de biliriz. Fakat ikamet yerini soruyoruz.”

      C: “Onu bilmiyorum efendim. Gerçi bana birkaç defa geldi ama ben ona gitmediğim için yerini öğrenmeye de lüzum görmedim. Benim neme lazım? Ben dünyadan el çekmiş bir adamım. Biraz ihsanına nail olduğum kâfidir.”

      S: “Papaz efendi, sonra biz işi meydana çıkarırsak mahcup olmaz mısınız?”

      C: “Affedersiniz efendim. Beni yalancı yerine koyup da bu kadar tahkir etmek bana layık değildir. Sonra ben de derim ki, ya o zaman iş benim dediğim gibi meydana çıkarsa, yani ben o adamın Müslüman olduğunu bilmediğim gibi ikamet yerini dahi bilmediğim ortaya çıkarsa siz de mahcup olmaz mısınız?”

      S: “Ama bizim elimizde hükûmet hakkı var, sorarız.”

      C: “Ben de o hakkı tanıdığım için doğru cevap veriyorum ki baskı ve hakaret görmeyeyim diye. Hatta kusursuz tevazumdandır ki yabancı olduğumu belirterek sizden daha ziyade bir hürmet bile istemiyorum.”

      Sorgu bu şekle dökülünce mutasarrıf işin ehemmiyetini anlayarak rahibi salıverdi. Fakat polislere dahi bu rahibin daima nezaret altında tutulmasını tembih etti.

      Rahip Policon Efendi hükûmet kapısından çıkınca doğruca oteline gidip odasına girdi. Odacı “Şimdi bir rahibe gelip sizi aradı ve hatta biraz da beklediyse de gelmediğinizi görünce bir mektup yazıp bıraktı, gitti.” dedi. Rahip efendi mektubu açıp şu suretle okudu:

      Kardeşim,

      Cuzella pek fena bir baskı altına alınmış. Bu baskılar ise hep Pavlos tarafından verilen fesat üzerine vuku bulmuş. Artık ne yapmak lazım gelirse yapmanızı istiyor.

İmzaMarie

      Okuyucular bilir ki Rahip Policon Efendi, Rahibe Marie’nin deniz haydudundan ve diğer tabirle Hasan Mellah’tan bozma olarak düzüp koştuğu rahiptir. Şimdi Hasan Mellah, bir kere düşünce deryasına dalıp her hâli gözünün önüne getirerek muvazene ve tatbik ettikten sonra anladı ki bu vesile dahi Pavlos tarafından gelmiştir.

      Pavlos gibi lanetlenmiş bir şeytana karşı durmak, Hasan’ın iktidarının pek de haricinde değildi. Ancak kendisi bir yabancı memlekette bulunduğu hâlde işin içinde hükûmet parmağının da bulunması biraz zorluğa yol açmaktaydı.

      Hasan o gün hiçbir tarafa hareket etmedi. Ta akşama kadar, işe hangi ucundan başlayacağını düşünmekle meşgul oldu. Gerçi eline birkaç ipucu geçti ama her biri de bir mâniye tesadüf ediyordu. Zira Pavlos’u olduğu yerde basıp vurmak, siyaset pençesinde mahvolmaya ve kızı kaçırmaya çalışmak yakayı ele vermeye yol açacağı ehemmiyet nazarına alınmayacak hâllerden değildir. Ama yine de kızı kaçırmaktan başka çare bulamadı. Çünkü kendisi ne kadar tehlike içinde idiyse kızın dahi o kadar tehlikede olduğunu anlamıştı. Bunun için akşam olup da yemeğini yedikten sonra, rahip efendi odasına çekilip her zaman yaptığı gibi kapandı kaldı. Rahibin odasına kapanması, Hasan Mellah’ın kıyafetini değiştirip dışarı çıkması demek olacağı birazcık düşünme ile malum olur.

      Ortalık tam gereği gibi karanlık olduktan sonra, Hasan Mellah bir Maltız kaptanı kıyafetiyle otelden çıktı. Kapı önünde işsiz güçsüz gezen adamların gezindikleri gibi bir aşağı beş yukarı gezinir bazı adamlar gördü ve bunların hafiye olduklarını anladı. Biraz ötede polis formasıyla birkaç adama daha rast gelmişti. Hepsinin arasından serbest serbest geçerek iskeleye vardı ve gemicice bir ıslık çalıp bir de Maltız ismi seslenince uzaktan, iki direkli bir gemiden birkaç tayfa sandala atlayarak sahile geldiler. Kaptanı alıp gemiye çıkardılar.

      Kaptan o gece sabaha karşı hareket edeceklerini haber vererek her şeyin hazır olmasını emretti. Hâlbuki gemi henüz dört günden beri bu limana gelip gelir gelmez her malzemeyi dahi düzmüş, koşmuş olduğundan istenildiği anda denize çıkabilirdi. Hasan Mellah geminin ikinci kaptanıyla ta baş tarafa gidip ağız ağıza birkaç lakırtı konuştular. Ondan sonra bunlar ve gerek hoca, reis ve lostromo, kıç kamaraya inip birkaç şişe Fransız şarabı açtırarak içmeye başladılar.

      Gemi içinde bulunanlar, bu kaptanı henüz tayin edilmiş bildiklerinden kendilerini beğendirmek için ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Hasan dahi henüz maiyetine almış olduğu adamları kendisine ısındırmak için iltifat ve riayetten ve vaatlerde bulunmaktan geri durmuyordu. Hava yaz olduğu için pek de geç kalmayan gece yarısına kadar beraber oturdular. Sonra kaptan, kendisinin bir saate kadar geleceğini arkadaşlarına haber vererek sahile çıkmak için sandala bindi. Gece yarısı nasıl bir mukaddes niyetle sahile çıktığını düşünürsek Hasan’ın yüreğinde olan memnuniyetin derecesini hesaplayabiliriz. Özellikle tam kendisi sandala girerken hareket üzere bulunan bir geminin tayfaları hareket şarkısını söylüyorlardı ki öyle bir hâlde bu şarkı dahi Hasan’ın yüreğine ziyadesiyle tesirden geri kalmıyordu.

      Hasan sahile vardı. Bir aralık tayfalardan birisini beraber almak istedi. Ancak buna sonradan lüzum görmedikten başka belki zararını dahi hissederek Alfons’un konağına doğru yalnız başına yola çıktı.

      Yolda giderken Hasan’ın yürek çarpıntısına nihayet yoktu. “Acaba uykuda mıdır? Kendisine evvelce bir haber göndermeye de muvaffak olamadım. Ya telaş ile rıza göstermeyecek olursa?..” gibi nice düşünceler yürek çarpıntısını arttırdıkça arttırarak çocuğu boğmak derecesine varmıştı.

      Sözün kısası, gide gide konağa vardı. Ne görse iyi? Kendisi artık herkesi uykuda bulacağını hesap ederken, herkesi ayakta buldu. Hem de nasıl ayakta? Âdeta konağa haydutların girmiş olduğu geceden beş beter!

      Alfons avazı çıktığı kadar haykırmakta, uşaklar içinde bir velvele, bir kıyamet! Zaptiyeler ile seyirciler karmakarışık!

      Hasan bu hâli görünce birdenbire yüreği hopladı. “Mutlaka kıza bir şey oldu.” dedi. Konağın içine girmeye de cesaret edemiyordu.

      Her ağızdan bin lakırtı çıktığı cihetle, hiçbirisinden bir şey anlayamıyordu. Nihayet “Bu kadar halk içinde beni kim tanır?” diye bahçeye kadar girdi. Gerek Angelino ve gerek aşçılara