Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

kıza bazı alkollü ilaçlar vererek cesaretini arttırdığı cihetle kızcağız gözlerini açtı.

      Cuzella: “Ah, Pavlos, Sinyor Pavlos! Niçin ettin bana bu düşmanlığı?”

      Pavlos: “Mazur görünüz efendim, özrüm meydanda. Size düşmanlık etmeye Allah beni muvaffak etmesin. Ne yapayım? Size kulluğumu bu suretle kabul ettirmeye mecburiyet gördüm.”

      Cuzella: “Hasan’ım nerede?”

      Pavlos: “Onu bilmem efendim. Aramızdaki düşmanlık onun yüzünü görmekten beni meneder.”

      Cuzella: “İyi ya! Böyle yalana, hileye başvurmaktan utanmadın mı? Hiç ben sana yâr olabilir miyim? Kendime kıymaz da ne yaparım?”

      Pavlos: “Kendinize kıydırmamak benim elimdedir efendim. Bana yâr olmak bahsine gelince; nasıl yalvarmak lazım gelirse yalvarır, size mutlaka kulluğumu kabul ettiririm.”

      Cuzella: “Bilmiş ol ki, bu mümkün olamayacaktır.”

      Pavlos: “Hasan Mellah’ı size elimle takdim edinceye kadar fedakârlığı göze aldırırsam?”

      Cuzella: (çılgıncasına sevinerek) “Aman! Yoksa Hasan’ım burada mıdır? Burada ise Allah aşkına olsun getir!”

      Pavlos: “Burada olsa billahi derhâl huzurunuza takdim ederdim. Fakat yoktur.”

      Cuzella: “Ben Hasan’ımı isterim, Hasan’ımı! Ah, biçare Hasan!”

      Pavlos: “Size bir lakırtı söyleyeyim mi? Bu kadar teessürde devam ederseniz Hasan’ı kendinizden değil, Allah korusun kendinizi hem Hasan’dan hem benden mahrum edersiniz! Müsterih olunuz. Size yalnız Hasan kul olmaz, âlem kul köle olur. Bakalım, arayalım. Eğer Hasan’ı bulursak kendisiyle barışıp onu size takdime kadar fedakârlığı göze aldırırım diyorum.”

      Gerçi Cuzella’nın o andaki ümitsizliği teselli bulabilecek kadar bir ümitsizlik değildi. Lakin Pavlos’un böyle Hasan’ı kendi eliyle takdim edeceği suretine kadar verdiği teselliler ise az da olsa biraz ümit verebildi.

      Bunun üzerine Cuzella, babası kızını kendisinden esirgemediği hâlde bu hıyanete başvurmaya neden mecbur olduğuna dair sualler sorup Pavlos ise Hasan Mellah’ın tecavüzünden korktuğu için bunu yaptığını söylüyor ve kız o hâlde Hasan’ından mahrum kalacağını düşünüp ümitsiz oldukça yerine getiremeyeceği kadar büyük vaatlerle yine ümit veriyordu.

      Bu sıkıntılı hâl iki saat kadar devam etti. Nihayet Pavlos “Biraz hava alır, teneffüs edersiniz.” diye kızı güverte üzerine çıkardığı vakit kız etrafına bakarak İspanya sahili görülmeyip kendisini her taraftan denizle çevrilmiş bir ufuk içinde bulunca hüznünden hüngür hüngür ağlamaya başladı.

(Üçüncü Kitap’ın Sonu)

      DÖRDÜNCÜ KİTAP

      Birinci Bölüm

      Hikâyemizdeki üç kitap içinde Hasan Mellah hakkında verdiğimiz malumat, onun başından geçenleri bize bir hayli izahat vermiştir. Ancak hikâyemizi kendi namına nispet etmiş olduğumuz bir zat hakkında, malumatın bu derecesiyle iktifa edemeyeceğimiz açıktır. Dolayısıyla velev ki kısaca olsun, Hasan Mellah hakkında bazı açıklamalara muhtacız.

      Biz öteden beri Hasan Mellah’a Sidi Osman’ın oğlu demiş ve bu Sidi Osman’ı dahi Fasça pek meşhur bir adam tanımış idik.

      Gerçi Sidi Osman o kadar meşhur bir adamdı ki eğer Avrupa’ya gelmiş olsa idi yalnız kendi namına mensup bir tarih yazılırdı.

      Sidi Osman, Fas hükûmetine geçip de ortaya Avrupa medeniyeti gibi bir medeniyet çıkarmaya çalışan ve hakkıyla muvaffak da olan Mevla Sidi Muhammed ile beraber büyümüş bir adamdır. Sidi Muhammed, daha şehzadeliği zamanında Sidi Osman ile devlet işleri hakkında söz söyleşirken Sidi Osman “Hükûmet denilen yük zaten pek ağırdır, özellikle de pederiniz binlerce karıdan yine binlerce çocuk doğurtarak şimdiye kadar memleketin nizam ve intizamına halel vermeye cümlesi gayretten geri durmamış olduğundan bu hükûmeti ele almak Kafdağı’nı sırtına almak kadar ağırdır. Yok, eğer siz dahi hükûmeti sadece hevesinizin zorlamasıyla ele alacaksanız o başka şey. Âleme bir bela dahi siz olursunuz. Siz ise böyle bela olduğunuzu hatıra getirmedikten başka, belki varlığınızın âleme rahmet olduğu inancında bulunursunuz. Fakat bendenizi bu heveste kendinize arkadaş etmeye çalışmayınız. Bendeniz ziraat ve ticaretle uğraşarak istediğim kadar mesut olabilirim.” yollu fikrini beyan eder ve Sidi Muhammed “Hükûmetin bu kadar ağır bir iş olduğunu korku içinde görüp de ondan el çekmek vatanperverliğe yakışır mı? Ne kadar gerilemişsek ondan ziyade ilerlemenin bizim gayretimize bağlı olduğunu göz önüne almak lazım değil mi?” diye karşılık verip buna dahi Sidi Osman “Ben kendi kendime kaldıkça bu kadar ağırlığı dehşet nazarıyla görmem. Lakin Fas padişahı olacak zat, kendisini halkın kıblesi zannedip de her şeyi kendi görüşüyle yapmak azminde bulundukça bunu o, dehşet nazarıyla görsün.” diye başlayıp şimdiki asırda Avrupa’nın iyi yönetim usullerini tamamıyla kabul etmedikten sonra Fas için kurtuluş olamayacağını da anlatırdı.

      Sidi Osman’ın ziraat ve ticaretle geçinebileceğine gösterdiği itimada bakarak kendisini gerçek bir çiftçi oğlu çiftçi zannetmemeli. Babası Fas padişahlarının daima müsteşarlık ve akıl kâhyalığı gibi hususi hizmetlerinde bulunmuş cömert ve asil bir adam olup hatta oğluna “Sidi” lakabını da hakkıyla miras bırakmıştı. Sidi Osman’ın ziraat ve ticareti selamet ve kurtuluş yolu bilmesi gibi yüksek bir fikir dahi pederinden miras kalmıştır. Çünkü merhum pederi “Oğlum, hükümdarlar hizmetinde bulunanlar âlemin mağbutu19 olur. Bu gıpta ise halk nazarında, güya bunların hiçbir şeyden mahrum olmadıkları ve her rahata, her saadete mazhar bulundukları hayalinden ileri gelir. Hâlbuki onlar halkı gıptaya şayan görürler. Güya gönül huzurundan ibaret bulunan hakiki saadeti halkta ve kendilerini bu saadetten mahrum görürler. Yine kendi nevilerinden bir adamın karşısında boyun büküp hayat ve ölümün veya diğer tabirle hürriyet ve esaretin onun elinde bulunduğunu görmek ne büyük sefalettir! Latif bir mavi gök altında her tarafını kaplamış olan zümrüt renkli yeşilliklere karşı her bakışta içine başka bir tatlılık gelerek, önü sıra ağır ağır ve gacır gacır gitmekte bulunan saban ardından tevekkülle boyun bükerek ve her ümidin vasıl yeri Allah’ın ölçüye gelmez cömertliğini düşünerek giden çiftçinin fakirhanesinde kendisini bekleyen saadet ne büyük bir saadettir! Gerçi, çiftçi zihnini böyle ince şeylere sevk edecek bir adam olmadığı cihetle, ihtimal ki bu saadetin kadrini bilemesin, ihtimal ki en değerli yerlerde oldukları sanılan ve her an bu yerlerini kaybetmeleri beklenilen kimselerin varlığına gıpta etsin. Ancak fikir sahibi olan ve kendisini tarafsız tutan bir adam saadetin öküz boynunda bulunan miktarının en güzel atlar sırtında bulunamayacağına da hükmeder. Sen oku, yaz, fikirlerini genişlet, sonra sabana sarıl. O vakit bulacağın saadeti kavrayabilirsin.” şeklinde bir nasihat vermiş ve Sidi Osman da bu nasihati kulağına küpe etmiş olduğundan maddi ve manevi saadeti, bir memlekete hükümdar olmaktan ziyade, bir çiftliğe sahip olmakta aramaya azmetmişti.

      İşte, bu sağlam fikrin şevki sayesinde Sidi Osman daha yirmi yirmi iki yaşında bir genç iken çiftlik idaresi emrinde gösterdiği iktidarı nispetinde, ziraat dairesi, pederi tarafından genişletile genişletile nihayet beş altı bin dönümü aşkın bir çiftliği iyi idare ettiği gibi mahsulatıyla beraber bir de büyük ticaret kapısı açmış olduğundan tam bir rahat ve saadet içinde yaşadığı sırada Mevla Sidi Muhammed ile yukarıda yazıldığı gibi memleket ve millet işleri hakkında da görüşür ve kendisi yalnız çiftlik idaresi değil, bir büyük devleti dahi idare için zatında kuvvet bulmaktaysa da hükûmeti âleme bir yük olmak üzere üzerine