ölümü üzerine son padişah olacak olan, VI. Mehmet Vahdettin (1918–1922) tahta çıkmıştır. Savaş sonucunda, Sadrazam Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki yönetimi istifa etmiş, yerine I. Dünya Savaşı’na girmeye taraftar olmayan, Ahmet İzzet Paşa, hükûmeti kurmuştur. Osmanlı Devleti, galip devletler ile 30 Ekim 1918 tarihinde çok ağır şartlar içeren Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşma âdeta Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlamış, Anadolu’nun birçok bölgesi, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.16
Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde öne çıkmış olan bazı siyasi ve fikrî akımları şu şekilde sıralamak mümkündür:
Parlamentarizm: Bu fikri savunan müstakil bir hareket her ne kadar yok ise de bazı kesimler tarafından Tanzimat Dönemi’nden itibaren ülkenin korunması ve birlik beraberliğinin sağlanmasının, anayasal ve meşruti rejim ile mümkün olacağı savunulmuştur. Türk aydınının hürriyet, eşitlik, adalet ve ilerleme taleplerini karşılayacak içeriğe sahip olan bu fikir; Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi kuşağından başlayarak Jön Türkler ve İttihat ve Terakki ile devam etmiştir. Bu anlayışa göre, Osmanlı Devleti’nin mutlakiyetçi yönetim tarzı, ilerlemeye engel teşkil etmektedir. Çağdaş bir demokrasiyi öngörmeyen parlamentarizm düşüncesi, mevcut bunalımın aşılması için, Meşrutiyet’i bir çıkış yolu olarak görmekteydi. Nitekim bu düşünce Osmanlı idaresinde etkili olmuş, 1876’da I. Meşrutiyet’in ilanı ve Kanun-i Esasi’nin kabulü, daha sonra da II. Meşrutiyet’in ilanı ile etkisini göstermiştir.17
Osmanlıcılık: “Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarının en önceliklisi hâline gelen çeşitli unsurların bağımsızlık hareketlerini ve imparatorluktan kopma çabalarını, her türlü etnik milliyetin üzerinde Osmanlılık kavramı yaratarak önlemeye çalışan siyasal düşünce hareketine Osmanlıcılık denilmiştir.”18 Bu fikir, devleti oluşturan bütün kavimler ve milletlerin, din, milliyet, ırk ve mezhep farkı gözetilmeden adalet, hürriyet ve eşitlik havası içerisinde bir arada tutulmalarını öngörmektedir. Bu düşünce, Tanzimat Dönemi’nden itibaren bütün fertleri, Osmanlı şemsiyesi altında toplayarak, siyasi manada yeni bir millet oluşturma çabasının adı olmuştur.
Bu fikir, temelde Osmanlı hanedanı, Osmanlı vatanı ve müşterek menfaat esaslarına dayanmakta idi. Osmanlı Devleti’nde, özellikle Türklerin yoğun olmadığı bölgelerde, Osmanlıcılık fikri üzerinde durulmuş ve böylece farklı milletlerin bir arada yaşamasına gayret gösterilmiştir. Fakat 1877–1878 Osmanlı-Rus Harbi, Osmanlıcılık fikrine büyük darbe vurmuştur. Savaş esnasında, Balkanlarda ve Doğu Anadolu’daki, gayrimüslim halkın Müslümanlara karşı isyanı, bu düşünceyi savunanları hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu tecrübelere rağmen, Osmanlıcılık fikri tamamıyla etkisini kaybetmemiş, Balkan Savaşları’ndan sonra Türkçüler, İslamcılar ve gayrimüslimler bu kavrama farklı manalar yükleyerek savunmuşlardır. Osmanlıcılık kavramı, I. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar, Osmanlı aydınlarının birleştikleri ortak bir ideal olmuştur. Bu düşünce, siyasi bir hareket veya program olarak başarıya ulaşamamış, Tanzimat Dönemi’nde cazip bir fikir hareketi iken, II. Abdülhamit Dönemi’nde yaşanan acı olaylar sonrasında yerini İslamcılık ve Türkçülük akımlarına bırakmıştır.19 1913’ten sonra zayıflayan Osmanlıcılık fikri, I. Dünya Savaşı döneminde tamamen sona ermiştir.20
İslamcılık: İslamcılık fikri, XIX. yüzyılın ortalarında Hindistan’da şekillenmiş ve daha sonra Osmanlı Devleti’nin dâhiline sirayet etmiştir.21 XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan İslamcılık fikri, dinî bir akım olmaktan ziyade, siyasi bir nitelik taşımakta idi. İslamcılık fikri, özellikle II. Abdülhamit Dönemi’nde, bir politika hâline getirilmiş, Müslümanların İslam’a sarılmalarını, birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerini öne çıkardığı için, Pan-İslamizm olarak adlandırılmıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nde, Osmanlıcılık ve Türkçülükten daha ziyade, birlik ve beraberliğin İslamcılık fikri ile sağlanacağına inanılmış ve hilafet kurumu ön plana çıkarılmıştır. Osmanlı aydınları arasında zaten var olan, işlerin düzelmesinin İslami değerlere daha sıkı sarılmak ile sağlanabileceği görüşü, II. Abdülhamit Dönemi’nde İslamcılık fikrine dönüşmüştür. Bu fikrin ön plana çıkmasında Cemaladdin Efganî ve Muhammed Abduh’un önemli etkileri olmuştur. 1870 yılında İstanbul’a gelerek II. Abdülhamit ile görüşen Efganî’nin, İslamcılık cereyanının ön plana çıkmasında büyük katkısı ve etkisi olduğu düşünülmektedir.
İslamcılık cereyanının yayın organı olarak kabul edilen Sırat-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd mecmualarının etrafında toplanan aydınlar, bu fikrin ön plana çıkmasına katkıda bulunmuşlardır. Bu politika, sadece fikrî aşamada kalmamış, özellikle II. Abdülhamit Dönemi’nde, Arap unsurlarına ilgi gösterilmesine, bunların sarayda ve bürokraside görevlendirilmelerine, tarikat şeyhleri ile sıcak münasebetler kurulmasına neden olmuştur.22 İslamcılık, İttihâd-ı İslâm adı altında 1870’den itibaren Osmanlı Devleti’nin hâkim siyasi düşüncesi olmakla beraber, bir fikir hareketi olarak ortaya çıkışı yaklaşık 40 sene sonra II. Meşrutiyet sonrasında, Sırat-ı Müstakim’in 14 Ağustos 1908 tarihinde yayın dünyasına girişi ile başlatılmaktadır.23
II. Abdülhamit Dönemi’nde büyük etkisi görülen bu fikir doğrultusunda, İslam topluluklarıyla diplomatik temaslar kurulmuş, Hicaz Demir Yolu Projesi24 faaliyete geçirilmiştir.25 Bu dönemde, İslamcılık fikrini savunan bazı partiler kurulmuştur. Bunlar; İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti, Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye ve bütünüyle İslamcı bir kimliğe sahip olmayan, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’dır.26 II. Abdülhamit, hilafet kurumuna yeni bir görünüm vermek ve bütün Müslümanların lideri olarak sahip olduğu imajı güçlendirmek için, tarikat şeyhleri ile diyaloğa geçmiştir.27 İslami değerlerin korunmasını savunan Mehmet Akif, Süleyman Nazif ve Babanzade Naim gibi isimler, İslamcıların önde gelen yazarları olmuştur.28
Türkçülük: “Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında gelişen Türk milliyetçiliği konusundaki düşünce akımına Türkçülük denilmektedir.”29 Osmanlı Devleti içinde yaşayan etnik gruplar, dinî cemiyetleri esas alan bir yapı şeklinde değerlendirmeye tabi tutuluyordu. Bu yapıya göre, milletler ırka göre değil inançlarına göre değerlendiriliyordu. Buna göre, bir Yunan milleti değil de Ortodoks milleti vardı. Fakat 1789 Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımı, Avrupa ve Balkanlardaki toplumları etkilemiş ve Hristiyan toplumda milliyetçilik hareketleri yaygınlaşmıştır. Bu hareket bir süre sonra, Osmanlı toplumunu oluşturan bütün ırklar arasında hızla gelişmiştir. Yaygınlaşan milliyetçilik akımı, ilk başlarda Türk toplumu arasında görülmemiştir. Fakat özellikle gayrimüslim halkın ayrılıkçı davranışları ve savaş dönemindeki ihanetleri, milliyetçiliği, Türkler arasında da kabul edilir bir hareket hâline getirmiştir.