Zekeriya Akman

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi


Скачать книгу

görüşleri, 1912 sonrası iktidar devresinde, devletin kültür siyasetine temel teşkil etmiştir.32 I. Dünya Savaşı yıllarında, Türkçülük akımı tamamen siyasi bir çehre kazanmış, Almanlar tarafından da Orta Doğu politikalarına uygun bulunarak desteklenmiştir. I. Dünya Savaşı’nın son yıllarında, ittihatçılar tarafından âdeta bir devlet politikası hâline getirilen Türkçülük fikri, Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve hatta yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de büyük etkiler yaratan bir fikir olmuştur.33

      Batıcılık: Batılılaşma fikri Tanzimat Dönemi’nden itibaren doğmaya başlamış, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında ortaya çıkan yenileşme çabalarıyla ilgi uyandırmış olan bir harekettir. Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletleriyle temasa geçmesi, bu ülkelerde elçiliklerin açılması sonucunda,34 bazı seçkin kişiler Batı’daki ilerlemeleri, teknoloji alanındaki gelişmeleri görmüş ve bunların alınması isteğini ön plana çıkartmışlardır. Batı’nın üstünlüklerini tartışılmaz bulan bu kesim, yeniliklerin alınmaması hâlinde, çağın gerisinde kalınacağını ve geleneksel değerlerin ülkeyi kurtaramayacağını savunmuşlardır. Batı’nın her yönüyle örnek alınmasını savunan ve “Garpçılar” diye adlandırılan bu kesim, Osmanlı idarecilerinin savunduğu teknoloji ithalini yeterli bulmayıp, düşünce sistemi dâhil birçok konuda Avrupa’nın örnek alınmasını istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nde de etkili olan bu değişim süreci, sadece teknoloji alanında olmayıp edebiyat, mimari, sosyal ve siyasi alanlarda Avrupa değerlerinin rağbet görmesine yol açmıştır. Batıcılık düşüncesinde olanlara göre, geleneksel değerler, geri kalmışlığın yegâne nedeni olarak görülmüş, çağı yakalamanın ve ilerlemenin bunlardan kurtulmak ile mümkün olacağı savunulmuştur. Modernleşme taraftarlarının bu görüşleri, toplumun hassas dengesini bozduğu gerekçesiyle, bazı kesimler tarafından tepki ile karşılanmıştır. İlk başlarda modernleşme taraftarlarının, eskinin yanında yeniyi kurma ve bu şekilde ilerleme düşünceleri, daha sonraları dinî ve geleneksel değerlerin terk edilip bunun yerine Avrupai değerlerin ikame edilmesi şekline dönüşmüştür. Bu durum, özellikle Meşihat Kurumu gibi dinî çevrelerin tepkisine yol açmıştır. İkinci Meşrutiyet döneminde yaygınlaşan Batıcılık akımının öncüleri, Dr. Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı, basın yolu ile görüşlerine taraftar bulmaya çalışmışlardır. İlk başlarda çıkartılan Mehtap ve Şehtap dergileri ile çalışmalar yapan Garpçılar, daha sonra çıkarttıkları İctihâd dergisi ile yayın faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Batıcıların bu çalışmaları, idari makamlarca takibe uğramış, dergileri kapatılmış ve yayınlarına ara vermek zorunda kaldıkları dönemler olmuştur.35

      Ancak tüm bu fikirler Osmanlı Devleti’nin yıkılışını engelleyememiş, ülke Sevr Antlaşması’nın ağır şartları ve İtilaf Devletleri’nin işgaliyle birlikte büsbütün bir çöküş sürecine girmiştir. Yaşanan çöküşün ardından, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde işgale karşı direniş hareketleri başlamış, daha sonra düzenli bir ordunun oluşturulmasıyla Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanarak, Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır.

      Yeni kurulan Türk devletinde ise, oldukça güçlü bir değişim rüzgârı görülmüştür. Ekonomide hızlı bir kalkınma ile teknoloji ve pozitif bilimlerin hızlı bir şekilde ithali sayesinde Batı’yı yakalamak en önemli hedeflerden biri olmuştur. Hızlı bir değişim ve dönüşüm anlayışı çerçevesinde, saltanatın ve hilafetin kaldırılması gibi siyasi inkılapların yanı sıra, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda da bir dizi inkılaplar yapılmıştır. Atatürk Dönemi olarak tarihe geçen bu dönemde, köklü değişikliklerin, yönetimde yer alan devrimci kişiler tarafından yapıldığını ve henüz halkta tam bir karşılığının olmadığını söylemek yanlış olmaz. Devrimlerin halka anlatılmasının da önemli devlet politikalarından biri hâline geldiği bu dönemde, toplumun fikrî yapısının da dönemin gelişmelerine paralel olarak değiştiği söylenebilir.36 Safvet Yetkin ise Atatürk Dönemi’nde, II. TBMM’de milletvekilliği yaparak, başta Hilafetin Kaldırılması olmak üzere, birçok yeniliğin meydana getirilmesinde katkıda bulunmuştur.

      II. TBMM’deki görevinin ardından ülke işleriyle ilgilenmeyi bırakıp, kendini daha çok ilmî eserler yazmaya veren Safvet Yetkin; çocukluk yıllarından beri devletin kötüye gidişine tanıklık etmiş, ülkenin en zor dönemlerinde dahi devletin çeşitli kurumlarında faaliyetlerde bulunmuştur. Yetkin’in, yaşadığı dönemin koşullarının değişmesinin bir sonucu olarak, bazı siyasi ve dinî düşüncelerinde değişimler olduğu söylenebilir.

      I. BÖLÜM

      SAFVET YETKİN’İN HAYATI

      Safvet Yetkin’in doğum tarihi, kendisinin yazdığı tercüme-i hâl dosyasında 24 Receb 1283 / 20 Teşrinisani 1282 olarak yer almaktadır.37 Miladi olarak 2 Aralık 1866’ya tekabül eden bu tarihte Urfa’nın Hacı Gazi Mahallesi’nde dünyaya gelen Yetkin, Soyadı Kanunu’nun kabulünden sonra “Kemal” isminin Türkçe karşılığı olan “Yetkin” kelimesini soyadı olarak almıştır.38 Bununla birlikte, Safvet Yetkin’in eserlerinde ve diğer eserlerden yapılan atıflarda Şeyh Safvet Efendi, Mustafa Safvet Kemal, Safvet Kemalüddin Yetkin, Şeyh Safvetî ve Mustafa Safvet Yetkin gibi isimlerin kullanıldığı görülmektedir. Biz bu çalışmada, günümüz Türkçesine daha uygun bir kullanım olduğunu düşündüğümüz için Şeyh Mustafa Safvet Kemalüddin Yetkin Efendi’den Safvet Yetkin olarak bahsedeceğiz.

      Safvet Yetkin, dinî bilgilerini ilk önce babası Abdülkadir Efendi’den ve tekkedeki diğer âlimlerden öğrenmiştir. Kendisi gibi şeyh olan babasını tanımanın Safvet Yetkin’in hayatını ve kişiliğini anlama noktasında yararlı olacağını düşündüğümüz için öncelikle, Şeyh Abdülkadir Efendi’nin hayatı hakkında kısaca bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.39

      Safvet Yetkin’in, annesi Zehra Hanım, babası ise Musul’un Erbil kasabasından gelmiş olan Şeyh Abdülkadir Efendi’dir. Abdülkadir Efendi, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşamış âlim ve mutasavvıf kişilerden biridir. 19. asrın başlarında Kerkük Sancağı’na bağlı bulunan Erbil kasabasında dünyaya gelmiştir. 90 yılı aşkın bir ömür süren Abdülkadir Efendi’nin ismi, kaynaklarda Abdülkadir Sıddıkî, Abdülkadir Kemaleddin ve Abdülkadir Erbilî şeklinde yer almaktadır. Abdülkadir Efendi, Kerküklü Şeyh Ahmed et-Talebanî’nin oğlu olup bugün Kuzey Irak olarak adlandırılan bölgedeki Kadirî Tarikatı’nın Halisîlik kolunu kurmuş ve yaymıştır. 1842-1849 yılları arasında dönemin Bağdat Valisi Necip Paşa ile yakın ilişkiler kurmuş ve kendisinden aldığı destek ve yardımlar sayesinde, Kerkük’teki Kadirî Tekkesi’ne bir medrese, bir cami, derviş odaları ve çeşitli birimler ilave ederek 200 kişinin konakladığı geniş bir külliye meydana getirmiştir.40 Oldukça uzun bir süre bu tekkedeki kişilerden ve Şeyh Abdurrahman Efendi’den eğitim alan Abdülkadir Efendi, 50 yaşında, Urfa’ya geldiği döneme kadar burada ikamet etmiştir. Kendisinin yazdığı eserlerden ve üç tarikattan aldığı icazetlerden yola çıkarak Abdülkadir Efendi’nin önemli bir ilmî şahsiyet olduğu söylenebilir.

      Urfa’yı ikinci vatanı olarak gören Abdülkadir Efendi, 1275 (1858/1859) senesinde, şeyhi Abdurrahman Halisî’nin intihabı üzerine