Emin Göncüoğlu

Genç Rahmi’nin Hikâyesi


Скачать книгу

içinde yere dökülen meyve ve sebzelerin ortasında elindeki iri bıçakla şaşkın kalakalmıştı, yaşlıca müşteriden hiç beklemediği bu yaygara karşısında, bir önceki düşüncelerinden iyice sıyrılmış, yaşlıca müşterinin ortalığı daha da telaşa vermeden çekip gitmesini istiyordu. Fakat ölümü burnunun ucunda gören yaşlıca müşteri, onca olandan sonra ne bilsindi Rahmi’nin ne düşündüğünü. Esas öfkesinin ona değil de başkalarına olduğunu nereden bilebilirdi? Onun bütün bahtsızlığı yarım kilo biber almak için buraya gelmiş olmasıydı. Karşıdaki küçük manav dükkânındakileri fark eden kasap İsa, kemiklerinden ayırmaya çalıştığı yarım gövde kuzuyu, önündeki mermer tezgâhın üstüne fırlattıktan sonra hışımla dükkânından çıkıp oraya doğru yöneldi. Dükkândan çıkarken ağızları sulanarak içerdeki etleri göz hapsine almış kapıda bekleyen bir iki kedi ve köpeğe tekme savurmayı ihmal etmedi. Rahmi’nin elindeki iri kıyım bıçağı görmüştü.

      “Oğlum Rahmi, kendine gel, sakın bir delilik yapayım deme!” diye ona doğru bağırdı. Rahmi’nin Kasap İsa’ya bakışını fırsat bilen yaşlıca müşteri, fırsat bu fırsattır diyerek yaşından hiç beklenmeyecek bir çeviklikle, “İmdat! Yetişin!” haykırışları arasında yerinden fırladığı gibi bitişikteki eczaneye daldı. Küçük manav dükkânının önündeki meraklı kalabalığı yaran Kasap İsa öne atlayarak Rahmi’nin bıçaklı elini tutmuştu.

      “Ne yapıyorsun aslanım! Kendini heder mi edeceksin yoksa?”

      Etraftaki konu komşu esnaf da Rahmi’den böyle bir davranış beklemedikleri için şaşkındılar. Biraz da “Yapma, etme!” der gibi mırıldandılar. Fırıncı Recep, Halil amcanın rakibi Manav Sıtkı, bitişikteki eczanenin kalfası Sinan, Berber Cuma, Yağ Toptancısı Süleyman, Bakkal Selami, Kundura Tamircisi Rıza, kalabalığın arasından sıyrılıp öne çıkan Raşit, sessiz sakin, hatta pısırık görünüşlü Rahmi’nin bu işe nasıl kalkışabildiğine hâlâ inanamıyorlardı. Fırıncı Recep, Rahmi’nin elindeki bıçağa gözlerini dikerek söylendi:

      “Rahmi, elindeki o bıçağı ver İsa amcana, elini kana mı bulayacaksın bu yaşta?”

      Rahmi’nin bıçaklı elini sıkıca kavramış olan Kasap İsa bu sözlere sinirlendi:

      “Yahu kandan revandan bahsederek yangına niye körükle gidiyorsunuz?” diyerek kalabalığın içinde sıkışıp kalmış olan Fırıncı Recep’e kükredi. Fırıncı Recep, oldum olası, Kasap İsa’dan çekinirdi. Kasap İsa’dan çekinen sadece o değildi. Tüm çarşı esnafı, elinden bıçak ve satırı hiç eksik olmayan, gözünü budaktan esirgemeyen, nerede bir olay çıksa, içine balıklama atlayan, konuşurken hem sert aynı zamanda da makineli tüfek gibi seri konuşan Kasap İsa’dan çekinirlerdi.

      “Ver şu bıçağı!” diyerek Rahmi’nin elindeki bıçağı aldı Kasap İsa. Aslında Rahmi de pek itiraz etmeden gönüllüce vermişti bıçağı. Etraftaki kalabalık derin bir oh çekti. Ardından, tehlikenin geçmesiyle konu gözlerinde küçülüp önemsizleşti. Rahmi’nin hışmına uğrayan yaşlıca müşteri, sığındığı eczanenin kapısından, herkesin Rahmi’nin başına üşüştüğünü görünce fırsat bu fırsattır deyip inanılmaz bir hızla oradan uzaklaştı. Çarşı esnafı, sessiz ve sakin saatlerin ardından yaşadıkları bu olayın kötü neticelenmemesinin sevinciyle işlerinin başına döndüler. Giderken yaşlılar Rahmi’ye nasihat etmeyi, Rahmi’nin yaşıtları da bu kadar çok insanın ilgisini çekip ondan hiç beklemedikleri bir işe nasıl kalkışabildiğini düşünüp onu kıskanmayı ihmal etmediler. Rahmi, babasının gelip kendisine bütün bu olanlardan sonra göstereceği tepkiyi endişe içinde boşuna bekledi. Azgın yaz güneşi, şehri saran çıplak tepelerin arkasına gidip saklanınca, Rahmi dükkânın gürültüyle kapanan sac kepengini çekti, küpe kilitleri takıp kapattı ve koltuğunun altındaki kitap ve defterleri ile evinin yolunu tuttu. Çarşıda olup bitenlerden tamamen habersiz olan Halil amca ıslak pantolonunu değiştirmek için tanıdık kimselere görünmemeye çalışarak arkadan ve ara sokaklardan dolanarak eve gelmiş ve bir daha çarşıya dönmemişti.

      ALTINCI BÖLÜM

      Rahmi anahtarıyla sokak kapısını açıp içeri girdi ve doğruca odasına gitti. Mutfaktan babasının yükselen bağırmalarını duyuyordu. Tüyleri diken diken oldu. Huzursuzluğu katlanarak çoğalıyordu. Öfkesi dinmemiş babasının, her bağırışıyla yüreği yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Annesinin sesi hiç duyulmuyordu. Halil amca eve girdiğinden beri bağırıp çağırıyordu. Islak pantolonunu hışımla çıkarıp bir yana savurmuş, evin içinde yeni giydiği uzun paçalı beyaz donuyla dolaşıyordu. Rahmi odasında kendisini kapana kısılmış gibi hissediyordu. Bu tür durumlarda en kötü şey babasıyla karşılaşmaktı. Bunu daha önce yaşadığı tecrübelerden iyi biliyordu. Halil amcanın öfkesi yatışıp dinmek bilmiyordu. Böyle anlarda annesiyle, durumun daha kötüye gideceğine iyice kanaat getirince, küçük bir iş birliği yaparlardı. Fatma teyze, şu anda olduğu gibi onu babasına karşı eskiden beri kayıtsız şartsız korurdu. Fakat o da artık iyice yaşlanmış, bedenen Halil amcaya göre daha çok çökmüştü. Fatma teyze bütün duyarlı insanlar gibi içe dönük, hassas ve kırılgandı. Yanlış sarf edilmiş bir söz onu saatler boyu huzursuz ederek meşgul edebilirdi. Eve gelin geldiğinden beri kavgaları hiç eksik olmamıştı. Halil amcanın incitici bir sözü üzerine, yemek sofrasından gözlerinden yaşlar süzülerek kalktığı, belki de yaşındaki günlerin sayısı kadar çoktu. Hayat onun için taşınması gereken zorlu bir yük ve çekilmesi zorunlu bir azap, azap, hep azaptı. Kızlarını bu korku içinde tek tek baş göz edip evlendirirken geceler boyu gözyaşlarını kimselere göstermeden, etraftan gizleyerek hep ağlamıştı. Yıllar boyudur bitip tükenmek bilmeyen kavgalardan biri yine yaşanıyordu şu an. Bütün yılgınlığına ve yorgunluğuna rağmen yaşlı ana, yüreğini, Halil amcanın bitip tükenmek bilmeyen hırçınlığının ve hiddetinin karşısına koymuştu. Rahmi için en hayırlısı, babasının gözü önünden uzaklaşmaktı. O da zaten öyle yaptı. Telaş içinde evden çıkıp anneannesigile gitmek için kendisini karanlık sokağa attı. Başı her sıkıştığında gidip sığınabileceği tek yer orasıydı. Rahmi, kara taş döşeli dört beş kişinin yan yana zor yürüyebileceği karanlık ve dar yollarda yürürken kendi ayak sesinden ve hızlı hızlı nefes alıp verişinden başka hiçbir ses duymuyordu. Araçların değil de insanların geçeceği düşünülerek yapılmış kara taş döşeli daracık yollara, eski evler avlu duvarların karşılıklı yaslamış, gecenin gizemli sessizliği içinde oturuyorlardı. İnsanlar gibi sıcaktan bunalmış iri gövdeli birkaç akrep, hem serinlemek hem de avlanmak için duvarların üstünde hızla kayarak dolaşıyorlardı. Rahmi o geceyi anneannesigilin, eski evinin, avlu duvarının dibindeki sarı incir ağacının, ortadaki, yerden yarım metre yüksekçe kireç taşıyla örülmüş kare biçimindeki çiçekliğin içindeki pembe ve sarı yapraklı iki tane zakkum ağacının, aşısı yapılmadığı için meyve vermeyen limon ağacının, top reyhanın, yaprak güzelinin, üstü iri taneli koruk salkımlarıyla yüklü asmanın, balık ağzının, ayaklı minenin, sakız çiçeğinin, begonyanın, leylak ağacının, âşık garip çiçeğinin, Muhammediye gülünün birbirine karışan kokusunu, belki biraz ferahlarım diye derin derin içine çekmesine rağmen sıkıntı içinde geçirdi. Sabah uyandığında dedesi evde yoktu. Yatağından çıktı. Anneannesigile geldiği kıyafetleriyle uyumuştu. Ceketiyle kravatı, aceleyle, telaşla, çıktığı için evde kalmıştı. O gece ne anneannesine, ne de dedesine hiçbir şey dememişti. Çoraplarını bulup giydi; sonra ayakkabısını. Yattığı odanın önündeki avluya çıktı. Anneannesi ortalarda görünmüyordu. Geniş avlunun ortasındaki çiçeklikten taze sabahla birlikte mis gibi çiçek kokuları geliyordu burnuna. Dinlenmiş vücudu düne göre