Emin Göncüoğlu

Genç Rahmi’nin Hikâyesi


Скачать книгу

yerde hissetti. Bütün sınıf, nefesini tutmuş onu izliyordu. Pencereden içeri vuran aydınlık, büyük bir soğukkanlılıkla oturduğu yerden Rahmi’ye bakan Kuru Kafa Celal’in başının saçsız, çıplak, esmer tepesini parlatıyordu. Rahmi gözlerini Sinem’den alıp yere indirirken biraz sonra başına ne gelebileceğini hesaplar gibiydi. Yıl sonu yazılısı olduğu için hem çok önemliydi hem de Kuru Kafa Celal yazılıya girmeyenlere sıfır verip ayrıca kanaat notunu da düşürüyordu. Rahmi hem Sinem’in, hem de bütün sınıfın önünde küçük düşürüleceğini bile bile içeri girip şansını denemeye karar vermişti.

      “Özür dilerim hocam!” dedi Rahmi, sesindeki titremeye engel olmaya çalışarak.

      Koca sınıfta çıt çıkmıyordu. Rahmi’nin buğday tenli yanakları al al olmuştu. Berrin, Gülnur’un yanında oturan Sinem’i yandan manalı bakışlarla süzdükten sonra gözlerini Rahmi’ye dikti. Onun kendisini hiç fark etmeden Sinem’e sevgi ve şefkatle bakmasını hazmedemiyordu. Oturduğu yerde huzursuz bir şekilde kıpırdandıktan sonra yanında oturan Gülnur’a azıcık yaslandı. Gülnur, “Üstüme ne yıkılıyorsun?” der gibi Berrin’e hafifçe dönüp baktıysa da düşünceleri Sinem ve Rahmi’yle bir hayli meşgul olan Berrin bunun farkına varmadı. Sinem kaygıyla Rahmi’ye bakmaya devam ediyordu. Fakat Kuru Kafa Celal yerinden kalkıp Rahmi’ye doğru emin ve yavaş adımlarla gidince, kaygılı bakışlarını Rahmi’den alarak önündeki sıranın üstüne düşürdü. Kuru Kafa Celal, Rahmi’nin karşısına gelince durdu. Başı önünde eğik durarak yere bakan Rahmi’yi bir süre tepeden sertçe seyretti. Gür siyah dalgalı saçlarına, ince zayıf yüzüne, kızarmış yanaklarına tek tek baktı. Rahmi de Kuru Kafa Celal’in astarı çektiği için yandan büzüşmüş siyah ceketinin kenarlarını, ütüsü bozuk eski siyah pantolonunu, boyasız ve giyile giyile bir hayli yıpranmış siyah renkli makosen ayakkabısını görüyordu. Sinem korkusundan gözlerini sıranın üstünden kaldıramıyordu. Üzerindeki baskıdan dolayı neredeyse ağlayacak gibiydi. İri mavi gözlerinden sıranın üstüne dökülen bakışları orada ne kadar kazınmış sözcük ve çizik varsa hepsinde tek tek dolaştı. Oturdukları sıranın öbür başında oturan Berrin, ayaklarını sıranın altında oynatınca çıkan sesten irkildi. Az sonra da sınıftaki sessizliği bozan tokat sesleri ile göz pınarlarında biriken yaşlar küçük damlalara dönüşerek bir bir düşüverdi siyah önlüğünün üstüne. Onun ince ve zayıf yüzüne çarpan her tokatla yerinde titriyordu. Rahmi’nin bu çarpmaların etkisiyle kolunun altında tuttuğu kitap ve defterleri, yan tarafına savrulmuştu. Rahmi yediği tokatların etkisi ile yüzünün yandığını hissediyordu. Kulakları kıpkırmızı olmuştu. Başı önünde öylece duruyordu. Kuru Kafa Celal, ellerinde oluşan acı kendisini rahatsız edecek boyutlara gelince ona vurmaktan vazgeçti. Rahmi’nin yüzündeki iğnelenme kanserli bir hücre gibi yayılarak vücudunun en uç noktasına kadar ulaşıyordu. Başında şiddetli bir zonklama vardı. Olağanüstü bir çaba gösterip kendi kendini zorlamasa, içindeki bulantıyı Kuru Kafa Celal’in üstüne boşaltabilirdi. Sınıfın tavanı, etrafındaki bütün nesneler alev alev yanarak çatırdıyor, sonra da üstüne dökülüyordu sanki. Her yanı titriyordu. Bir ara gözlerinden yaş geldiğini düşünerek büyük bir umutsuzluğa kapıldı. Kafasının içinde zonklama hızlanarak artıyordu. İri siyah çekik gözlerinin beyazı kanlanmıştı. Gözlerinin önünden yanaklarına doğru kayan ıslaklığın terli alnından düşen damlalar olduğunu anlayınca her şeye rağmen çok sevindi. Ağlamanın kendisini bütün sınıfın önünde ve Sinem’in karşısında çok küçük düşüreceğini zannediyordu. İçinde yaşananlara hiçbir anlam veremediği, garip ve ürkütücü bir gezegene düşmüş gibiydi. Alev alev yanan gövdesine rağmen keskin bir buz parçasıyla içini parçalıyorlardı sanki. Yan tarafında sınıfın kirli zeminine savrulan kitaplarına baktı. Özellikle “Sinem’le göz göze gelmemeliyim.” diye düşündü. Nokta nokta yanan beyninin içinden nedense terk edilmişlik duygusu fışkırıyordu. Eğilip yerden kitaplarını alırken bu duygu ile birlikte başındaki zonklama da arttı. Kuru Kafa Celal arkasını döndü ve gidip yerine oturdu. Sonra oturduğu yerden önce sert bakışlarla sınıfı süzdü, ardından Rahmi’nin beyazı kanlanmış gözlerine baktı:

      “Bundan sonra inşallah benim dersimde geç kalmazsın bir daha.”

      Rahmi’nin içindeki öfke artık küçük yüreğine sığmıyordu.

      “Derse geç kalmanın hata olduğunu biliyorum. Ama bu yanlış bir şeyse, yalnız sizin dersiniz için değil, bütün dersler için yanlıştır hocam. Derse beş dakika geç kalmanın bedelinin bu kadar ağır olduğunu bilmemek de benim için ayrı bir hata. Tekrar özür dilerim.” dedi keskin bir sesle.

      Gözleri çakmak çakmak yanıyordu. Bıraksa içinden kopup gelecek çok söz vardı. Yapmadı. Bütün sınıf gibi Rahmi de söylediği sözlere Kuru Kafa Celal’in nasıl tepki göstereceğini merak ediyordu. Ama onun bir şey demesini beklemeden gidip oturdu yerine. Sinem’in yanından geçerken göz göze gelmişlerdi. Onun yüzüne acıyla baktığını hissetmişti. Rahmi’nin yanında oturan sıra arkadaşı İlyas ikisinden başkasının duyamayacağı fısıltılı bir sesle:

      “Canını çok sıkma, bu deliyi artık hepimiz tanıyoruz.”

      O da Rahmi’nin bu şekilde örselenmesine çok üzülmüştü. Sınıftaki en iyi arkadaşı Rahmi’ydi.

      “Çok iyi söyledin söyleyeceğini.” diyerek onun sözlerini desteklediğini belli etti İlyas.

      Rahmi canı çok yandığı için İlyas’ın konuşmalarına karşılık bir şey demedi. Sadece “sağ ol” der gibi başını sallamakla yetindi. Yediği dayağın etkisiyle dağılan saçlarını titreyen parmaklarıyla düzeltmeye çalıştı. Kravatı hafifçe yana kaymıştı. Ne kadar umursamaz görünmeye çalışsa da aslında büyük bir ezilmişlik duygusu içindeydi. Kendi kendisiyle “Neden, neden, neden?” diye sayıklar gibi sessizce mırıldanarak konuşuyordu. Koca sınıfın ortasında onca kalabalığa rağmen yapayalnız kalmış gibiydi. Vücudunun yüzeyinden çok, yanan içiydi. Çocukluktan gençliğe çeşitli sıkıntılarla geçmeye çalışan ruhu koca bir yanardağın ağzından içeri düşmüştü sanki. Açık duran pencerelerden, dışarıda oynayan çocukların sesleri geliyordu çınlayan kulaklarına. Sınıf, ortasından büyük bir şakırtıyla kopabilecek çelik halat gibi gergindi. Pencerelerdeki camların alt sırası, dışarı görünmesin diye beyaz yağlı boya ile boyanmıştı. Sıralardan bakıldığı zaman sadece gökyüzü görünüyordu. Rahmi, üstteki boyasız camlardan gökyüzünün mavi derinliklerine baktı. Bir şeylerin, hiç olmazsa baktığı bir şeylerin kendisini birazcık da olsa ferahlatmasını istiyordu. Sinem’in kısa kesilmiş saçlarını arkadan seyredince, aradığının o olduğunu anladı.

      “Soru bir.” diyen Kuru Kafa Celal’in sesiyle irkildi.

      Bütün öğrenciler defterlerinin ortasından iki sayfa çıkarmış, hazır bekliyorlardı. Rahmi’yi izleyen İlyas defterlerinden kopardığı sayfayı çıkararak onun önüne koydu. Sonra:

      “Kalemin var mı? Evde unuttum.” dedi Rahmi ağlamaklı bir sesle.

      İlyas yedek kalemlerinden birini ona verdi. Silgisini de ortak kullanabilmeleri için sıranın üstüne, ikisine yakın bir yere koydu. Rahmi yazılı kâğıdının sol üst köşesine adını, soyadını, numarasını, sınıfını yazdı. Kuru Kafa Celal’in bazısını okuduğu, bazısını da tahtaya yazdığı soruları donuk bakışlarla çizgili beyaz kâğıda geçirdi. Beyaz kâğıda yazdığı soruları sadece yazmıştı. Onları okuyup anlayabilecek durumda değildi. Hafızası silinmişti sanki. Önündeki beyaz kâğıda boş bakışlarla dakikalarca baktı. Zil çaldığında Rahmi’nin kâğıdı cevabı yazılmayan sorularla öylece duruyordu. Kitap ve defterlerini