Suya dalınca hepsi hızla uzaklaştılar yanımdan. Gözlerimle kumsalı taradım bir müddet. Güneş ışıklarının aydınlattığı deniz tabanında içi boş salyangoz ve midye kabuğu görerek alıp mayomun fermuarlı cebine koydum. Esma, saçma bulsa da denizden çıkardığım bu kabukları evde cam kavanozlarda biriktiriyordum. Bazen ölmüş yengeç ve denizyıldızına da rastladığım oluyordu ve Esma ise bunlardan hiç haz etmediğini yüzünü buruşturarak belli ediyordu.
Bugün bu kadar deniz yeterdi. Yavaş yavaş, suyun teskin eden, tedavi eden etkisini tenimde duyarak dışarı çıktım. Havlumun yanına gelip kurulandım. Daha ne yapacağıma karar vermemişken Nazmi çıkageldi sahilden.
“Asım Bey günaydın.” dedi ben elimdeki havlu ile ıslak saçlarımı ve yüzümü kurularken.
“Günaydın Nazmi, her yanı yine çok kirletmişler anlaşılan.” dedim. Nazmi sanki bu sözlerimle onu kayırıyormuşum gibi bana yanaşıp elindeki süpürgenin uzun sapını çevirerek,
“Ya bunlarda insanlık kalmamış inanın, yediniz içtiniz bari götürüp çöpe atın değil mi ya? Yani biz de insan evladıyız valla canım çıkıyor temizlemekten.” dedi.
Onun söylediklerine karşılık versem çenesi açıldığı için hiç susmaz, işler de öylesine kala kalırdı. En iyisi konuşmamaktı. Yoksul yüzüne ve güneş yanığı tenine bakmakla yetindim. Fakat o,
“Esma Hanım inmedi mi?” diye bırakmadı.
“Geç uyudu, televizyondaki film uzun sürünce uyanamadı.” dedim.
“Şu denizde dev dalganın batırdığı gemiyle ilgili film mi?”
“Evet, o işte…’’dedim ilgisizce.
Nazmi’nin güneş yanığı yüzünde şaşırmış gibi ifade belirdi ve gözlerini yüzüme dikerek
“Çok heyecanlıydı be ya!’’
“Bilmem ben pek sevmem o tür şeyleri. Bağırıp çağırmalar, inlemeler… Bizi mutsuz edecek zaten bir sürü şey var!”
“Ya bu yalandan Asım Bey, vakit geçirmek için be ya.”
“Vakit geçirmenin başka yolu yok mu? İnsanlar felaketleri izlemekten nasıl zevk alıyorlar anlamıyorum. Neyse bana müsaade güneş iyice yükselmeden biraz sahilde yürüyüp geleyim.” dedim ve Nazmi’nin daha başka bir şey söylemesine fırsat vermeden havlumu sırtıma örtüp, terliklerimi elime alarak kumsala indim. Gereksiz yere gerilmiştim.
İKİNCİ BÖLÜM
Kıyıdan denizin içine doğru beş, altı metre kadar uzanan ve aralarında yengeçler yuva yaptığı için Yengeç Kayalığı denen yerin yanından geçtim. Denize inenler ve sahil boyunca yürüyenler fazlalaşmıştı. Az açıklarda demirlemiş sürat motorları gövdelerine çarpan küçük dalgaların etkisiyle sallanıp duruyorlardı.
Bu saatte yürüyüşe çıkanların, denize girenlerin tamamı orta yaşlı veya daha üstüydüler. Böyle davranmalarında, son zamanlarda iyice moda olan spor yapmanın sağlık üzerindeki olumlu etkisine dair sözlerdi sanırım.
Birkaç site ötedeki küçük bakkaldan öteberi, gazete, ekmek almış dönen iki, üç tanıdıkla karşılaşıp selamlaştık. Güneş sağ yanımdan, deniz tarafından vuruyordu ve artan sıcağın etkisiyle yürüyüşümü zorlaştırıyordu. Yürüdüğüm sahil arkamda kalan Zeytinli Koy’dan itibaren uzun bir çizgi gibi ilerleyerek, uzaklardaki küçük kasabaya doğru uzanarak gözden kayboluyordu. Değişik boyutlardaki, kenarları vuran dalgalar tarafından yuvarlaklaştırılmış, renk renk çakıl taşlarını seyrederek yürümeye devam ettim. Kuma gömülmüş sarımtırak renkteki bir taşı eğilip alınca aslında kalp şeklinde olmadığını kuma gömüldüğü için öyle göründüğünü fark ettim; hayal kırıklığına uğrayıp suyun içine fırlattım.
Şezlongda güneşlenen, birbirinden konuşmadan uyuyormuş gibi uzanmış bir çiftin yanından geçtim. Adam dinç görünmesine rağmen yanında yüzüstü yatan kadının her tarafı kırışmış ve çatlamıştı. Kadınlar yaşlanınca daha bir kötü oluyorlar ve bakılmaz hâle geliyorlar. Boynumdan ve koltuk altlarımdan ter damlalarının süzülüşünü hissedebiliyordum. Yoruldum iyice. Daha rahat yürüyebilmek için terliklerimi ayaklarıma geçirip kumsaldan yürüyüş yoluna çıktım.
Mayomun deniz kabuğu koymadığım diğer cebimi kontrol ettim. Evin anahtarı ve biraz bozukluk vardı. Neyse ki bakkal dükkânı artık çok uzakta değildi. Buraya kadar gelmişken ekmek, gazete bir de içmek için küçük su alır, az dinlenir öyle dönerim diye düşündüm.
Esma uyanmıştır, gölge olan mutfağın balkonundan çevreyi seyrediyordur. Sabahları bunu yapmayı sever çünkü. Nihayet bakkala ulaşabildim. Tek yer olunca önü de içi gibi kalabalıktı. Yorulmuştum, bu sıcakta o kadar yolu nasıl dönerim diye yılgınlığa kapılıyordum. Dışarıdaki camın önünde, dönerli, telden gazetelikteki gazetelerin görünen manşetlerine baktım. Tamamında “Ankara Ulus’ta bir alışveriş merkezinde patlayan bomba ortalığı savaş alanına çevirdi.” tarzında korkunç fotoğraflar eşliğinde haberler vardı.
Gazete almaktan vazgeçip sadece bir somun bir de küçük su alıp çıktım. İç parçalayıcı, ürkütücü fotoğraflar moralimi bozmuştu. Bir çam ağacının gölgesine sığınıp, aldığım soğuk suyun birazını içtim biraz da başıma döktüm serinlemek için. İyi ki de almadım gazeteyi yoksa Esma’nın çenesi kapanmazdı artık. O benden daha çok etkileniyor böyle haberlerden. Televizyon söyleyip geçiyor gazete öyle değil her saat gözünün önünde. İçimi sıkıntı bastı, etrafımı kederle seyrettim. Dünyada rahatlık yoktu doğrusu.
Çam ağacının gölgesinden çıkıp epeyce yürüdüm, yorulunca üstünde özel bir okulun isminin yazılı olduğu bankta oturup dinlendim. Mucizevi bir şekilde denizin üstünde parlayan güneş ışıklarına, açıklara doğru usta bir yüzücü gibi kulaç atan birisine, sabah sükûnetini kaybedip şimdi dalgaları sahile daha sert vuran denize, henüz insansız boş şezlonglara, bahçelere, içindeki ağaç ve çiçeklere tek tek ısrarla baktım. Etrafı yorgun gövdemin içinden değil, eski bir aracın kirli camından izliyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Algıladığım bütün görüntüler geçmişte yaşadığım tatlı tatsız bir sürü şeyin düşüncesi ile birbirine karışınca kendimi daha bitkin hissettim.
Oturduğum yerde güneş daha çok yakıyordu. Kalktım eve doğru yürümeye devam ettim. Emekli Öğretmen Rauf Bey’le karşılaşınca durup ayaküstü bir iki laf ettik. Tansiyonun yakasını bırakmadığını ilaç kullanmasına, hem de sabah akşam kullanmasına rağmen bu illetin yine de vücudunun bir yerini bir gün vuracağını kaygıyla anlattı. Gönlünü hoş etmek için birtakım sözler söylediysem de pek etkili olmadı. Yüzündeki yaşlı yorgun ve mutsuz ifadeyle ayrıldı gitti yanımdan. Onun mutsuz, karamsar hâli bana da bulaşmıştı.
Denizin yüzeyinde güneş ışıklarının yaptığı parıltılı gösteri artarak devam ediyordu. Şortlu, askılı penyeli, kulaklarındaki kulaklıklardan müzik dinlediği anlaşılan iki güzel genç kız geçti hızlı bir yürüyüşle yanımdan dünyaya meydan okurcasına; gençlik güzel şeydi. Fakat zaman bir süre sonra birçok şeyi elimizden aldığı gibi onu da elimizden alıyordu! Onların arkasından orta yaşlı, kilolu bir hanım ve diğerleri geçti…
Sağ yanımda, önlerindeki bakımlı bahçelerin gerisinde yan yana sıralanmış sitelere ait villaların, daha arkadaki apartmanların, gün doğuşuna bakan yüzleri insanın gözlerini alacak kadar aydınlık, balkonlarının tamamı ise insansızdı.
Gençler, çocuklar geç uyuyup geç uyandıkları için henüz ortalık hareketsizdi. Etrafta sadece, iyotla