Emin Göncüoğlu

Kayıp Kuşlar Sahili


Скачать книгу

olmalılar, tanıyamadım çünkü. Nazmi’yi arayan gözlerim onu bulamadı. Yine de Allah bilir ama bence bir ağacın gölgesine girmiş fosur fosur sigara içiyordur. Aman bana ne canım ne yaparsa yapsın, sitenin bakanı var edeni var değil mi?

      Apartmanın sesiz merdivenlerini tırmanırken, mozaik basamaklarda yıllardır değişmeden duran ve tuhaf bir şekilde her birini, tanıdığım bir nesneye veya canlıya benzettiğim lekelere bakarak yukarı çıktım. Daire kapımızın önüne geldiğim zaman kendimi daha yorgun ve tedirgin hissettiğimi fark ettim.

      Kapıyı gürültü etmeden sessizce kapattım. Ekmeği mutfaktaki masanın üstüne bıraktım. Havlu sırtımda kuruduğu için götürüp banyoya astım. Bacak aram, tuzdan birazcık yanıyordu. Pişik mi oldum ne? Uzunca bir duş aldım, iyice ak düşmüş ve seyrelmiş saçlarımı aynada bir güzel taradım. Güneş yanığı tenime baktım hoşuma gitti.

      Yatak odasına yöneldim. Esma içeride yoktu. Onu mutfak balkonunda somurtmuş çevreyi seyrederken buldum.

      “Günaydın.” dedim.

      Saçları özensiz, yüzünün rengi soluk, sarı sabahlığının eteklerini nedense azıcık yukarı çekerek, kısık gözlerle Zeytinli Koy’u seyrederken insanı mutsuz eden bir sesle,

      “Merhaba.” dedi.

      “Acıkmadın mı?” dedim.

      Umursamaz bir edayla,

      “Hayır.” dedi.

      “Benim midem kazınıyor, çay koyayım mı?” dedim. İlgisizce,

      “Sen bilirsin.” dedi.

      “Denize inmiyor musun?”

      “Canım istemiyor.”

      “İyi gelir, açılırsın.”

      “Gazete aldın mı?”

      “Ekmek aldım sadece.”

      “Neden?”

      Bir süre susup ne diyeceğimi tasarladım.

      “Çok kötü haberler vardı da…”

      Yüzüme dik dik bakarak sinirlice,

      “Sen gazete almayınca kötü haberler yok mu oluyor ki?” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim, telaşlandım. Sonra,

      “Bize ne canım her gün yüzlerce olay oluyor. Bir de bunu mu dert edineceğim kendime?” dedi hiç ummadığım bir şekilde.

      Fakat sesindeki sitem sözlerindeki umursamaz ifade canımı sıkmıştı. O iç sıkıntısıyla sen, seni doğrudan ilgilendirmeyen şeyleri ne zaman kendine tasa edip üzüldün, diye içimden geçirdim öfkeyle. Ne düşündüğümü anlamış gibi dönüp yüzüme manalı manalı baktı. Bu bakışlardan ürktüm ve,

      “Neyse ben çayı koyayım da.” dedim ondan kaçmak istercesine. Sesini çıkarmadı. İlişki kurmaktaki isteksizliğini ilk gördüğümde fark etmiştim.

      Demliğe su koyup ocağın üstüne oturttuktan sonra buzdolabından vişne reçeliyle siyah zeytini ve örük peynirini çıkarıp masanın üstüne koydum. Üst dolaptaki bardaklara yönelirken, kahvaltıyı rahat ve huzurlu yapalım diye balkona doğru yumuşakça seslendim.

      “Uyumadan önce gerilim filmleri seyretmeyin, diyor ruh hekimleri.” dedim. Sesime ses gelmeyince ekmeği dilimleyip öylece bıraktıktan sonra ön balkona çıktım. Bahçede Nazmi, birileri ile konuşuyordu. Alımlı iki kadın yanlarından geçip sahile indiler.

      Esma biraz önce nasıl bıraktıysam hâlâ öyle pörsümüş gibi oturuyor, çevreyi amaçsız, boş gözlerle seyrediyordu. Vaktin ilerlemesiyle yandaki dairelerin balkonlarına girip çıkmalar başlamıştı. Kimisi tembel adımlarla kahvaltı masalarının kurulmasına yardım ederken, diğerleri ya oturuyor ya da ayakta dikilip çevreyi gözlüyorlardı.

      Geniş, beyaz bir bulut denizin ortasından mavi gökyüzüne doğru topak topak uzanmış, güneş ışıklarının altında mucizevi bir görüntü oluşturarak ışıl ışıl parlıyordu. Esma ile bir süre konuşmadan çevreyi birlikte izledik. Sonra fokurdayan demliğin başına geldim ve çayı atıp demlemeye bıraktım. Ön balkona gittim. Bahçede gözlerimle Nazmi’yi aradım fakat göremedim. Balkon demirlerine yaslanarak sahile doğru yeni inenlere, denizde yüzenlere, salınan motorlara, Zeytinli Koy’a ve onun daha ötelerindeki ufuk çizgisine, orada hayal meyal görünen fakat büyük olduğu anlaşılan bir gemiye baktım.

      Çay demlenmiş olmalıydı. İçeri dönüp bardakları doldurup Esma’ya gelmesi için seslendim. Onu beklerken vişne reçeli ile zeytinin yerini değiştirdim. O vişne reçelini, ben zeytini daha çok sevdiğimiz için vişne reçelini ona, zeytin tabağını bana yakın koydum; örük peynirini her ikimiz de sevdiğimiz için ortaya. Bal çıkarmayı unutmuşum, çayımıza şeker yerine bal koyuyoruz. Küçük kavanozdaki çam balını dolaptan alıp masaya bıraktım. Ve bir çay bardağı alıp bal koyarak karıştırırken Esma’nın balkon kapısından gireceği yöne baktım. Gelen olmayınca mutfak penceresinden görünen gökyüzünü seyre daldım. Zihnim nedense çocukluğuma, dedemle ve ninemle yaşadığım hatıralara kaydı. Sonra Esma girdi içeri, geçti oturdu karşıma. Çayına bal koyarken,

      “Deniz çok güzel.” dedim. “Sırf bir şeyler söylemek için. O ise yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi değiştirmeden,

      “Aman canım, her zamanki deniz işte!’’ dedi.

      “Sıkıldıysan kasabaya inelim.’’ dedim.

      “Orada bir şey mi var sanki?” dedi.

      “Sinemaya gideriz…”

      “Bu sıcakta uyuyanları seyretmek için mi?”

      “Okuyacak kitap kalmadı, kitapçılara uğrar yeni çıkan bir şey var mı bakarız.”

      “Hep aynı lakırdılar, yeni bir söz söyleyen yok.”

      “İlaçlarım bitti bitecek…”

      “Sıkıldın sanırım. Ben gelmek istemiyorum. Sen git bazı eksikler var dönüşte onları da alırsın.”

      “Gelseydin değişiklik olurdu. Bana da arkadaşlık ederdin.”

      “Nazik Hanım çağırdı, öğleden sonra bahçede toplanacağız. Herkes bir şey yapıp getirecek.”

      “Sen ne yapacaksın?”

      “Patatesli börek.”

      “İyi.”

      “Bazı isteklerim var yazıp vereyim unutursun şimdi.”

      “Tamam, yaz ver. Sağlık karnemi gördün mü?”

      “Bilmem, nereye koyduysan oradadır. Ne ile gideceksin?”

      “Dolmuşla, benzin fiyatları uçtu gidiyor araba kalsın.”

      “Petrolü olan ülkeler parayı ne yapıyorlar, bilmiyorum ki.”

      “Batılı ülkelerden mülk alıyorlar bolca, afiyetle yiyorlar.’’ dedim.

      “Hah Batı… Kendilerini dünyanın aklı zanneden, kendilerine medeni fakat diğerlerine karşı vahşi ve acımasız, masum olmayan, küstah insanlar topluluğu.”

      “İnsanoğlu masum değil.”

      “Onlar hiç değil, üstelik çok zalimler.”

      “Güçlü olan her zaman zalim değil mi? Masum gibi görünenler zayıf olduklarından. Esasen güçlüyken iyi olmak önemli, zayıfa elini uzatmak önemli. Bu kadar maddileşmiş bir dünyada güçlülerin iyi olmasını gerektirecek nedenleri yok.” dedim, durdum. Sonra,

      “Gözyaşı zulüm hiç eksik olmadı yeryüzünde.” dedim.

      “En çok gözyaşını