Eskişehir’e gidip ot bağlayacakmış.
Eniştesi:
“Aman Tuzcuoğlu! dedi. “Kendini bir diri tut. Herifler bizi oyuna getirirler.”
Paraları koynuna koyunca Tuzcuoğlu yiğitleşmiş, biraz da kendine çekidüzen vermiş, eniştesine:
“Kim?” dedi. “Sen keyfine baksana. Alışveriş olduktan sonra, evelallah kimseye söz ettirmem.”
Eskişehir’e gitti, geldi. Ot bağlamış. Yağlı pehlivan gibi ortada dolaşıyor. Eksiltme günü yaklaştı; bir sabah iki kişi gelip Ömer Çavuş’u buldular.
“İki yüz lira verelim, çekilsin!” diyorlar. Ömer Çavuş soluk soluğa kaynına gitti.
“Tuzcuoğlu.” dedi. “Herifler, ilk ağız iki yüz lira veriyorlar. Belki dört yüz de verecekler. Kısa günün kârı az olur. Alalım paraları çekilelim. Başka işe bakarız.”
Aziz:
“Ne dört yüz lirası?” dedi. “Bin dört yüze bakalım, çekilir miyim? Ben iki yüz vereyim, onlar çekilsinler. Ben bir âlem ota bağlandım. Bana kazık mı atacaklar?”
Eniştesi:
“Heriflerle konuşalım, otları da onlara bırakırız.” dedi.
Aziz:
“Öyle şey olmaz.” dedi. “Enişte sen bırak bana.”
“Korkuyorum Tuzcuoğlu. Sen yenisin, bu herifler eski kurtlar. Adamı tepesi aşağı getirirler.”
Tuzcuoğlu:
“Keyfine bak enişte, başka işin yok mu?” diyor.
Eksiltme günü eniştesine haber vermedi. Yanına birini almış gitmiş. Herifler bunları ortaya almışlar, kırmışlar, kırmışlar, işin hesabı kalmayınca koymuş gitmişler.
Eniştesi haber aldı. Bilenlere danıştı.
“Biraz pahalı aldı.” diyorlar.
Tuzcuoğlu’na gitti:
“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu.
“Ne yapacağız? Hiç. Bugün gidip kâğıtlarını yaptıracaklar. Otu da vermeye başlayacağız.”
“Amma senin için, ‘Otu pahalıya aldı, içeri gider.’ diyorlar.”
“Sen de inanıyor musun enişte? Ben iş adamıyım. Ben onların ayaklarını kesmek için yaptım.”
Ömer Çavuş:
“Oğlum.” dedi. “Kırka al otuza sat, para kazanmak bunun neresinde?”
Aziz, eniştesine döndü.
“Enişte.” dedi. “Bu işler senin bildiğin gibi değil. Biz işi içeriden tuttuk. Bu benim yanımdaki Murat yok mu, onların adamıdır. Sen bırak bana, ben işleri biliyorum.”
Ömer Çavuş’a sorarsan işler kötü gidiyor. Aziz, gitmiş yeniden ot almış. Hacı’nın hanında da bir oda tutmuş, bir de kâtip bulmuş. Kendi de masabaşına oturmuş, gelene gidene kahve ısmarlıyormuş.
Ömer Çavuş bunları işitti. Aziz’in yanına bir ay hiç uğramadı.
Bir gün Aziz’in yeni otlarının geldiğini işitti, istasyona gitti. Otlar ot değil saz. Aziz’e gitti.
“Bu sazı senden alıyorlar mı?” diye sordu.
Tuzcuoğlu sıkıntılı. Her rast geldiğine bağırıyor. Eniştesinin sorduğunu sanki işitmedi. Eniştesi de üstelemedi.
Birkaç gün sonra Tuzcuoğlu eniştesine uğradı. Bugün karşılanacak bir senedi varmış, dün para alacaklarmış onu da alamamışlar. Eniştesinden ödünç para istiyor. Yarın verecek.
Eniştesi:
“Tuzcuoğlu.” dedi. “Sen onu yarın ödeyemezsin. Bir hafta sonra öde. Bir daha da benden böyle para isteme!”
“Enişte.” diyor. “Hiç istemesem de olur amma ters geldi. Ot için de Çifteler’e adam çıkaracağım…”
Kelle kulak, kılık kıyafet, Tuzcuoğlu artık tüccar oldu amma aradan aylar geçti, bu para verilemedi. Ömer Çavuş işitiyor ki başkalarına da borç ediyormuş. Üzüldü. Karısına söyledi:
“Bu oğlan hesabı şaşırdı.” dedi. “Bak borç aldığı parayı da vermedi.”
Karısı başka şeyler de biliyormuş.
“Hacı’dan para kaldırmış. Karısının köydeki tarlalarını da satmış.”
Ömer Çavuş bir sabah evine uğradı.
“Tuzcuoğlu, şu bizim parayı versene, bir günlüğüne istiyordun!”
“Enişte.” dedi. “Beni bu hafta sıkıştırma, gelecek hafta paran hazır.”
“Ne gelecek haftası oğlum, senin ipin ucu altına çoktan kaçtı. Borç başından aşmış. Kulağını arkana versene!”
“Enişte inanma bu deyyusların laflarına. Bugün altmış bin lira alacağım. Hükûmette yatıyor. Mahkemeye vereceğim. Ben işleri biliyorum. Allah’ın izni ile de bak nasıl altından kalkarım. Bak o keratalara ne oyun edeceğim. Sen hele korkma, işi bana bırak.
Eniştesi kızdı.
“Bırakmadık da ne ettik?” dedi. “Bildiğin gibi yaptın, daha da yapıyorsun. Boğazına kadar da borca girmişsin. Adam Hacı’dan para kaldırır da onun altından kalkabilir mi?”
“Bir günde onun alacağını temizlerim. Sen bana inan.” diyor.
Bir hafta sonra Aziz gelmiş, ablasından para istemiş. Söz arasında da:
“Rakım yok, şarabım yok, kumarım yok; sabahtan akşama kadar boğuşuyorum. Eniştem de görüyor. Aksi gidince eniştem bana kızıyor.” demiş.
Ablası eniştesine söyledi.
Ömer Çavuş:
“Doğru.” dedi. “Rakısı yok, içkisi yok amma aklı da yok. Elli bin lira borcu var diyorlar. Doğru mu, yalan mı? Bilmem.”
Kadın da tasalandı. O gece uyuyamadı.
Aradan iki ay daha geçti, bir sabah Aziz’in karısı ağlayarak Ömer Çavuş’un evine geldi. Tuzcuoğlu’nu polisler karakola götürmüşler. Bu gece eve gelmemiş. Ömer Çavuş’un elleri titredi. Karısı da ağlamaya başladı.
“Durun bakalım, ağlamayın.Bben bir yol gidip işi anlayayım,” dedi.
Kalktı karakola gitti. Aziz’i bir odaya koymuşlar, oturuyor. Eniştesi:
“Ne oldu?” dedi.
“Mahmut’un yüzünden oldu.” diyor. “Bilmediği herife rüşvet vermeye kalktı, o da ötekilerin adamları imiş, bizi tuzağa düşürdüler. Bak onların başlarına ne işler açacağım. Kâğıtları benim elimde!”
“Oğlum.” dedi. “Allah senin aklını almış. Sen kuruş kuruş para kazanmış adamsın. Sana ne oldu?”
Aziz gene bildiğini okuyor.
“Enişte.” diyor. “Sen beni buradan kurtar, alt yanına karışma!”
Ömer Çavuş:
“Hay, yere batsın senin hesabın!” dedi. “Buraya girinceye kadar uğraştın daha yetişmedi. Kendine acımıyorsan evdekilere acı!”
“Enişte şimdi bu lafların sırası mı?” diyor.
“Önden söyledik, ‘Sırası mı?’ dedin. Şimdi söylüyoruz ‘Sırası mı?’ diyorsun. Bu lafları söylemeyelim mi?”
Ömer