sözler. Sofra başındakiler bekliyorlar.
“Canım İrfan Bey, bir dakika izin ver, gitsin gene gelsin!”
“Olmaz…”
Neyse bir aralık güveyi aşırdılar. Sofradakiler de kebaplıklarını içtiler.
Yemek yiyenler yediler, yemeyenler içtiler, sızan sızdı. Giden gitti. Gidemeyenleri komşularda hazırlanan yataklara aşırdılar. Sabaha karşı ev boşaldı.
Kadınlar geldiler, kolları sıvadılar. Bu ev bugün temizlenecek de öbür gün koltuk19 olacak.
Tam kırk yıl sonra, Ankara’da Kızılay önünde yaşlıca iki efendi hem yürüyor hem de konuşuyorlardı. Biri ötekine diyor ki:
“Hatırlar mısın Sıtkı’nın düğünü olmuştu?.. Ne kadar eğlenmiştik. Biz o günlerin kadrini bilememişiz. Sabahleyin gözümü açtım, hiç tanımadığım bir ev. Düşün bakalım neredesin! Ev sahibi, Tevfik Bey diyorlar bir efendi. Şimdi o insan adamlar da kalmadı. Mahalleden imiş, bize ekşili bir çorba da pişirtmiş. Benim gibi iki kişi daha varmış. Onlar da içeri odada yatıyorlarmış.”
İSTANBUL’DA BİR BAYRAM GÜNÜNÜN HİKÂYESİ 20
Bayramın ikinci günü, gelen gidenimiz bastırmadan eniştemi evde bırakıp biz de biraz komşularımıza, İstanbul’da bildiklerimizin eskilerine, hatırlılarına uğrayalım diye, yeğenim Hatice ile çıktık. Birkaç komşuya da uğradık. Bunlar arasında eski tanıdıklarımızdan, köşk komşularımızdan, mahallemizin sevilir ihtiyarlarından Atiye Hanımefendi’ye de gittik. Yaşlı bir hanımdır. Bu son yıllarda da üstünüze sağlık, biraz keyifsizlendi; yerinden güçlükle kalkabiliyor, sağ elini de kullanamıyor.
Köşkün kapısından girince sağdaki büyükçe odaya “Buyurun!” dediler, girdik. Odada tanıdık, tanımadık beş altı kişi daha var. Selamlaştık, bayramlaştık, oturduk.
Oda geniş olduğu için, biz girince bizden önce gelmiş olan misafirlerden kalkan olmadı. Misafirlerin hepsi de erkek. Yaşlı başlı, efendiden adamlar. Biraz hoşbeşten, beylik sözlerden sonra Atiye Hanım, biz odaya girmeden başlamış olduğu söze döndü. Politikadan konuşuyor, bugünlerin modası olan “hürriyet” lakırtısı ediyorlarmış.
Yaşça bizlerden epeyce büyük olmasına bakmayarak Atiye Hanım’la akran gibi konuşur, ara sıra da takılırım. Bu, hürriyet sözünü de işitince:
“Aman hanımefendi.” dedim. “Siz de mi hürriyet istiyorsunuz? Bu o kadar işe yarar bir şey mi?”
Yüzüme baktı:
“A, elbet isterim beyefendi.” dedi. “Ne kiracıyı çıkarabiliyorum ne kirayı arttırabiliyorum. Ben istemeyeyim de hürriyeti kimler istesin!”
“Ha, anladım ama hanımefendi…” dedim. “Bu hürriyetten kiracılar da faydalanırlar.”
Hanımefendi, sözümü pek kavrayamadı.
“Kiracıların faydalanması da ne oluyormuş?” dedi. “Şaka ediyorsunuz…”
“Hiç şaka etmiyorum.” dedim. “Sizin faydalanacağınız hürriyetten onlar faydalanmazlar mı?”
Bayan Atiye, benim söylediklerimle kendi düşündüklerini kaynaştıramadı.
“Canım.” dedi. “Öyle de maskara hürriyet olur mu?”
Orada oturanların yüzlerine baktı. Hemen hepsi de kiracılardan olan bu misafirler, Atiye Hanım’a nasıl yardım edebileceklerini kestiremediler. Biraz susulduktan sonra misafirlerden, uzun boylu, kuru gövdeli, kalın sesli, kara bağa21 gözlüklü bir adam:
“Yok, esasta beyefendinin, buyurdukları doğrudur.” dedi. “Yalnız bir zümre için hürriyet istemek kimsenin hatırından geçmez.”
Hanımefendi sıkıldı:
“Eee?” dedi. “Ne olacak, biz şimdi hakkımızı istemeyecek miyiz? Demin böyle konuşmuyorduk ama…”
Kendisinin yargıçlarımızdan, adının da Asaf Bey olduğunu sonradan öğrendiğim o adam, hem hanımefendiyi üzüntüden kurtarmak hem de sözü derleyip toplamak için:
“Yok, hanımefendi.” dedi. “Sözümüz gene söz. Yalnız demin bir kiracı lakırtısı etmedik. Onu siz, şimdi beyefendi geldikten sonra söylediniz…”
“E, söyledimse ne olmuş, ben kiracıların eşyalarını kapının önünde görmedikten sonra hürriyetten bana ne! Bak ben küçük evi kırk liraya veriyorum. Bugün boşaltsın, iki yüz lira hazır. Bin lira da hava parası. Bir yıllık da peşin! Bize de yazıktır.”
Ben söze karıştım.
“Valla hanımefendi…” dedim. “Ben o kadar iyisini bilmem ama bu istediğiniz hürriyet bu işlere yaramaz sanırım.”
Asaf Bey hürriyeti, biraz da benim anlayabileceğim gibi açıklamak, belki de hanımefendinin işine nasıl yarayacağını anlatmak için:
“Efendim.” dedi. “Hürriyet; hep bildiğimiz gibi, demokrasinin geniş ölçüde gelişmesi, bugünkü yolsuzlukların da bir kanuna bağlanması demek olduğuna göre, demokrasi olunca herkesin hakkını hukukunu tanıması da tabiidir. Hanımefendi de bunu buyuruyorlar sanırım.”
Ben anladıklarımı, Asaf Bey’den bir kere daha sormak isterdim ama Hanımefendi tezce davrandı:
“Ben sizin söylediklerinizi anlamadım ama…” dedi. “O kiracılar o evde oturdukça hürriyet ağzı ile kuş tutsa bence beş para etmez.”
Bu sözler orada oturanlardan emekli Deniz Subayı Hasan Bey’i sinirlendirmiş olsa gerektir ki sesi, elleri titreyerek:
“Biz hürriyeti istiyorsak milleti kurtarmak için istiyoruz. Kendimiz için değil. Herkes istediğini mebus seçecek. Öyle, filan yerden buyrulmuş, partiden istenilmiş yok. Kimseden sormayacaksın. Gözün kesiyorsa adını yazar sandığa atarsın! İşte bu! Millet hakkını istiyor. O günler geçti. Bizim kimseden korkumuz yoktur. İsterlerse assınlar!” dedi.
Çok ateşli söylenmiş olan bu sözleri Atiye Hanım beğenmedi. Gene “Kiracıları çıkarsınlar.” diyecekti. Hasan Bey onun sözünü karşıladı:
“Yok hanımefendi.” dedi. “Affedersiniz ama ben sizin buyurduklarınızda şahsi menfaat görüyorum. Benim evim, ötekinin dükkânı, şimdiden başlarsak… Evi olmayanlar sokakta mı kalsınlar?”
Hanımefendi:
“Onlar sokakta kalmasınlar, biz mi kalalım?” diye sordu. “Siz, bak kaç yıldır dul kadının evinde oturuyorsunuz. O da Allah’ın kulu. Bir yerden on para bir geliri var mı? Bir damlacık, hasta kızını işe yolluyor da onun aldığı beş-on para ile yarı aç, yarı tok geçiniyorlar. Hiç onları düşünüyor musunuz?”
Hasan Bey biraz bozuldu. Tanıdık, tanımadık adamların yanında bu sözlerin söylendiğini istemezdi.
“Onlarda yok da bizde var mı?” dedi. “Bugün bayramdır, şu benim kılığıma bir baksanıza! Küçük kızın ayağına bir ayakkabı alamadım.”
Atiye Hanım gülümsedi.
“İlahi Hasan Bey!” dedi. “Ablaları alıvereydiler. Naylon çantaları çifter çifter. Artık size de mi acıyalım!..”
Hasan Bey:
“Ama ev sahibinin kızının giydiklerini söylemiyorsunuz.” dedi.
Hanımefendi kaşlarını çatıp:
“A,