Мемдух Шевкет Эсендал

Bizim Nesibe


Скачать книгу

Bizim gibi emeklileri işe koyuyorlardı. Mebus bile yaptılar. Tanıdıklara başvurdum. Partiye kadar da yazdım. Hiçbir şey çıkmadı. Yapsalardı elbet bu da böyle olmazdı. Kabahat benim mi?”

      Asaf Bey söze karıştı:

      “Eh bu da böyle gitmez ya.” dedi. “Bir gün olur hak yerini bulur.

      Hasan Bey:

      “Bizim de beklediğimiz o ya.” dedi. “Çoluk çocuğu avutup duruyoruz. Oradan da boş çıkarsak bilmem artık!”

      Asaf Bey:

      “Çıkmazsın, çıkmazsın.” diye Hasan Bey’e güvenlik verdi.

      Dövüşmeye hazırlanmış aslanlar gibi kükreyerek söze başlayan Hasan Bey’in dervişler gibi boynunu büküp sözünü bitirmesi bana hoş göründü.

      Odada oturan beylerin, bu politika alanında söyleyecek çok sözleri, dökecek çok dertleri olduğunu şimdi anlıyorum. Hasan Bey’den sonra, karşı koltukta oturan Musa Bey adında biri söze karıştı:

      “Çıkmaz demeyin Asaf Bey.” dedi. “Çıktı bile. Biz bu işe nasıl başladık? ‘Millet hakkını istiyor.’ demedik mi? Alabildik mi? Korktular. Bir postta iki aslan olmaz. Ya onlar ya biz. Bu iş böyle tutulur. Hiçbir şey yapacakları yok. Boş yere kendimizi avutmayalım!”

      Asaf Bey sinirlendi.

      “Ne yapacaklardı?” dedi. “İhtilal mi çıkaracaklardı?”

      “Çıkaracaklardı ya! Yalvarmakla kimse yerinden kalkmaz. Kolundan tutar atarsın, kafasını da ezersin bir daha canlanamaz.”

      Asaf Bey:

      “Yok.” dedi. “Musa Bey, o devirler geçti. Biz kanunun hâkim olduğu bir devirde yaşıyoruz. Sizin buyurduğunuz totaliter bir zihniyet ifadesidir.”

      Musa Bey gücendi:

      “Teşekkür ederim.” dedi. “Şimdi de totaliter olduk. Koca mitingin ortasında: ‘Yaşasın demokrasi, kahrolsun kara kuvvet!’ diye bağıran kimdi? İktidarla anlaşınca ağızlar döndü, değil mi? Biz de totaliter olduk. Zarar yok. Günü gelince görüşürüz. Biz millet yolundan dönmedik.”

      Asaf Bey onun sözünü kesip:

      “Bay Musa.” dedi. “Siz benim sözümü yanlış anladınız, boş yere sinirlendiniz. Ben size totaliter demedim. Sizin sözlerinize karşı söyledim.”

      Musa Bey, biraz yumuşar gibi oldu:

      “Asaf Bey, biz oyuna geldik.” dedi. “Bak, kime istersen sor; siz burada yoktunuz, bu hat boyundaki ocakların hepsini ben açtım. Millete söz verdik. ‘Yapacağız, edeceğiz.’ dedik. Ne oldu? Bizimkileri mum gibi erittiler. Şimdi bir daha o fırsatı bul da halkı ayaklandır. Ama baştan ben bu işi biliyordum. Hasan Bey’e de söyledim. İşte yüzü. İstasyonda konuşmadık mı? ‘Bunların hepsi ittihatçı düşkünleridir, bizi oyuna getirirler.’ demedim mi? Ben malımı bilirim. Dediğim gibi de oldu. Bu habis ruh bu memleketten kalkmadıkça bu millete rahat yoktur.”

      Atiye Hanım bu sözü beğendi.

      “Bu doğru.” dedi. “İttihatçılar çıktılar, nur içinde yatsın, paşa babam söyledi. ‘Bunlar…’ dedi. ‘Bu milleti batırırlar görürsünüz.’ Bugün gibi kulağımdadır. Dediği de çıktı. Bu hürriyet sözünü de ilkin onlar çıkardılar. Arkasından başımıza gelmedik kötülük kalmadı. Şimdi de gene hürriyet demeye başladık. Başımız sıkılınca hepimiz söylüyoruz. Hemen Allah saklasın! Biz kiracıları evden çıkaralım derken onlar bizi atmasınlar diye korkuyorum doğrusu.

      Musa Bey:

      “Atarlar.” dedi. “Hiç bunlara inan olmaz. Bu milletin aklı varsa ilkin bu döküntüleri temizlemeli.”

      Bekledim, Asaf Bey: “Kim ittihat düşkünü?” desin yahut başka bir yerden söz açılsın yahut da şimdiye kadar söze karışmayanlardan biri yepyeni bir konu ortaya atsın. Olmadı. Hiç kimse sesini çıkarmadı. Bu adamlardan hoşlandım. Dedikodu da tatlı. Ben ortaya yeni bir laf atıp ortalığı konuşturabilir, faydalı şeyler de öğrenebilirdim ama bizim kız sıkıldı. Gidecek yerlerimiz de var. İzin istedik.

      Biz ayağa kalkınca Asaf Bey de ayaklandı. Atiye Hanımefendi’nin elini öpüp çıktık. Asaf Bey de bizimle birlikte istasyon yolunu tuttu.

      Birkaç adım yürüdükten sonra ben Asaf Bey’den sordum:

      “Kuzum beyefendi.” dedim. “Bu Musa Bey dediğiniz bey kimdir?”

      “Efendim.” dedi. “Bu, İbriktar Emin Bey’in kaynıdır. Daha doğrusu kaynı idi. İttihatçılar bunu Sinop’a sürdüler. Bir değeri yoktu ama sürüldü. Oradan geldikten sonra bir aralık Mısır’a gitti. Orada da bir ablası varmış. Sonra döndü, Emin Bey rahmetlinin hanımı ile oturdu. O öldükten sonra, bir aralık dalyan tuttu. Belli başlı bir işi yoktur. Atiye Hanimefendi’den para mı alır nedir, gelir gider.”

      “Oldukça ateşli bir politikacı.” dedim.

      “Ha evet.” dedi. “Efendim bu, partiye girmişti. Çalıştığı da doğrudur. Geçende ne olmuş, bunu partiden çıkarmışlar. Ateş püskürüyordu. Şimdi başka partiye girecekmiş. Belki de girmiştir.”

      “Evet, ağzına bakılırsa öyle.” dedim.

      Bu Musa Bey’in ustura ile kazıtılmış, iri yuvarlak bir kafası var. Ufacık kır bıyıklarının uçları kıvrılmış. Boyu pek kısa değil. Yaşı belki yetmiş olmalı ama görseniz elli yaşında sanırsınız.

      Biraz daha yürüdükten sonra gene Asaf Bey:

      “Bu adamlarda hiç mefkûre yoktur.” dedi. “O Hasan Bey’i de gördünüz ya yarın parti işbaşına gelince bunu mebus yaparsa ne âla, yapmadığı gün partide aramayın. Mebusluğun hastasıdır. Doğrusu parti için de güç!”

      Asaf Bey’le konuşarak, anlaşarak istasyona vardık. O trene gitti, biz de tünelden karşıya geçip tanıdıklardan birinin daha kapısını çaldık.

      Gene o gün öğleden sonra yeğenim evde kaldı, ben yalnızca bizim Bay Dürrü Eksilmez’e uğradım. Bayram dolayısıyla Dürrü’nün evinde de birkaç arkadaşla karşılaştım. Söz döndü dolaştı, gene politika dedikodularına geldi. Ben de hanımefendinin yanlarında geçen sözleri anlattım. Daha lakırtımı bitirmeden Feyzi Gülcü adında bir arkadaşımız:

      “İşte bakınız.” dedi. “Her yerde bu sözler. ‘Demokrasiyi bizim halkımız anlamaz.’ diyenler görsünler. Şimdi asıl kök mesele halka kendi mebusunu seçtirmektir. İşte bu kadar!”

      Çok yıllar liselerde fizik okutmuş bir başka arkadaşımız da sordu:

      “Bu buyurduklarınız olursa işler düzelecek mi?” dedi.

      Gülcü arkadaşımız:

      “Yok.” dedi. “işlerin düzelmesi bakımından değil, millî hâkimiyetin tecellisi bakımından… Amerika’da olduğu gibi!”

      Biri sorsun “Şu Amerika’da nasıldır, millî hâkimiyet nasıl tecelli eder? Biz de öğrenelim.” diye bekledim; kimse sormadı. Ben bir sırasını getirip sorayım dedim, Fehmi Bey adında biri söz karıştırdı:

      “Evet.” dedi. “Milletin istediği de bu değil mi? Birleşmek, anlaşmak, bir el ile çalışmak, bu ayrılığı ortadan kaldırmak! Toprak birliği, hakikat birliği, vatan birliği. Hakikat iki olmaz. İyilik olmalı, rahatlık olmalı, bu yolsuzluklar ortadan kalkmalı. Benim fikrim budur. Doğru değil mi?”

      Bu Fehmi Bey lakırdısını bana bakıp söylüyordu. Ben de:

      “Evet doğrudur, haklısınız.” dedim.

      Feyzi Bey belki bir de açıklama