Мемдух Шевкет Эсендал

İhtiyar Çilingir


Скачать книгу

olunuz ki gayet dürüst ve muntazam bir zincir vücuda geliyor, bir cilası noksan kalıyordu.

      Şüphesiz, eski binalarda gördüğümüz o müzeyyen32 edevat, böyle dükkânlarda, bu nezaketle, bu ihtimamla, bu kanaat ve feragatle işlenir, yapılırdı. Sanata böyle bir merbutiyyet-i dindarâne33 vardı. Her şeyi inkâr eden küfür devresi gelmemiş olsaydı, şüphesiz bu güzel şeyler sönüp gitmeyecekti. Lanet olsun o zamana ki bütün mukaddesatı34 inkâr ettirmiş, kanaatleri öldürmüş, huzur ve rahatı söndürmüş, demiri kaldırmış, yerine tenekeyi doldurmuştur.

      Ben oradayken gençten bir adam geldi. Elinde bir değnek vardı. Demirciye uzattı. Bu değneğin ucuna beş-on halka geçirilecek. Bu genç adam, onunla her sabah akşam bağa giderken eşeği dürtecek.

      Demirci anladı, ses çıkarmadı, duvardan üç-beş halka aldı, sanatına vâkıf bir adam sükûnetiyle değneğe taktı. Lakin genç adam, usul hilafına değneğin yan tarafına bir halka daha taktırmak istiyordu. Çilingirle aralarında mübahase35 başladı. Çilingir, “Olmaz.” dedi. “Bunun usulü böyledir.”

      Delikanlı usulü bozmakta ısrar ediyordu.

      “Canım sen tak. Nene lazım…”

      “Takılmaz evladım… Ben kırk yıldır bu sanatı işlerim.”

      “Canım, parasıyla değil mi? Sen takıver, ötesine karışma!”

      İhtiyar belki ısrar etmeyip takacaktı ancak “parasıyla” sözüne fena hâlde içerledi, daha ziyade bir şey demeyerek değneği genç adamın elinden aldı, eski taktıklarını da sökerek iade ettikten sonra:

      “Biz para âşıklısı değiliz, var başka yerde yaptır.” dedi.

      Düşündüm kaldım. Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar; şüphesiz sanatının âşığıydı. “Filan usta gitti, bu sanatı da götürdü.” diyecekler diye, bu dükkânı bekliyordu. Onun nazarında filan şey filan şekilde yapılır, başka türlüsü sanata saygısızlık olurdu. Bunu yıllarca belki asırlarca ustalar böyle yapmışlar; öyle ya onun arkasında bu yolda, bu erkânda gelmiş geçmiş ustalar, pirler vardı. Dükkânlarını Halik’e ibadet eder gibi açıp kapamışlardı. Sanat, onlara bahşolunmuş bir kerametti.

      Evet, bu adam para âşıklısı değildi. O, ustalarının postunda oturur bir sanat halifesiydi. O nasıl derse desin, işlediği sanatta, teraküm etmiş36 bir vedaat37 mevcut olduğunun kaili bulunuyordu. Selahiyattar38 olmayan bir adamın, parayla onu tebdile ne hakkı vardı!..

1916

      BOZDAYI

      Dağ köylerinden birinde bir cinayet olmuştu. Köylülerin Boz-dayı dedikleri ihtiyar bir adamla karısını, bir gece, yorgana sarıp üstünden bıçaklayarak öldürdüler.

      Köylüler bu cinayeti, Bozdayı’nın güveysi berber Hafız’dan ve Bozdayı’nın çocukları İbrahim, Mustafa ve Deli Hüseyin’den bildiler. Hükûmet tahkikat yaptı. Bunları tutup hapsettiler. Lakin Mustafa’nın kaynatası İbrahim Hoca çalıştı, kasabadan Bilâl Efendi’yi avukat tuttular. Altı ay, bir sene dava sürdü. Bir hayli paralar harcadılar. Neticede kurtuldular. Resmen bir şey tahakkuk etmediyse de köylüler, fikirlerinde sabit kaldılar. Hatta İbrahim Hoca’nın da işten haberdar olduğunu iddia edenler oldu.

      İşin üstünden iki sene geçtikten sonra, bir gün köye, Bozdayı’nın en küçük oğlu Ali, askerliğini bitirmiş, geldi. Babası ve kardeşleri gibi iri kemikli, uzun boylu, soluk esmer renkli, çakır gözlü, ağır tavırlı, az konuşur bir delikanlıydı. Gidip eski arkadaşlarından Halil’in evinde misafir oldu. İş güç yok. Elde para yok. Babasından kalan üç-beş parça tarla varsa da onları da kardeşleri sürmüşler. Harman gelirse buna da bir pay verecek oldular.

      Eniştesi Berber Hafız; hilekâr, oyuncu, düzenci bir adam. Onun sakin duruşundan, hiçbir şey dememesinden korkar, şüphelenir oldu. Ona sokulmak, onu kendi yanına almak istedi. Ali kaçtı, sokulmadı. Hiçbir şey de demedi.

      Bir gün, bir ikindi vakti, hayvan yerinde, Karayazı Çiftliği yozcusuna39 tesadüf etti. Onu, Hasan Kâhyaların duvarı dibine götürdü, ikisi bellerini duvara dayayıp çömeldiler. Ali sordu:

      “Ne dersin Mehmet?” dedi. “Babamı, anamı sahi ağalarımla bu Berber mi tepelediler?”

      Mehmet, müspet cevap vermedi.

      “Gayri kim vuracak!..” dedi.

      Yani etrafta, bu cinayeti yapacak kimse bilinmiyordu. Yozcu Mehmet, bu kırlarda kimlerin dolaştığını biliyor, bu cinayeti yapacak kimseyi tanımıyordu. İlave etti:

      “Berber’in işine benzer.” dedi.

      Vâkıâ kati bir şey söyleyemiyordu ama kır adamları hükümlerinde yanılmazlar. Bu defa Mehmet sordu:

      “Sen kırlayacak mısın?”

      Öteki başıyla tasdik etti.

      “Berber’in, Mustafa’nın kaynatasının hükûmette elleri var!” dedi.

      Ali, hiç cevap vermedi. Kararını vermişti. Dağlar ona mesken!.. Allah’ın ormanlarında, bozkırlarında hükûmet adama ne yapacak?

      “Çavuşun Mehmet’i yanına al!”

      “O kaçakçılık ediyor, gelmiyor.” dedi. “Başka bir şey de söylemedi. Ayrıldılar.”

      Bir gün sonra, onu köy içinde, omuzunda bir mavzerle gördüler. Kardeşlerinde, eniştesinde hayli telaş oldu. O gece, İbrahim Hoca’nın evinde toplandılar. Gidip şehre, hükûmete haber verecek oldular, Mustafa mâni oldu. “Ortada hiçbir şey yokken ne haber vereceksiniz!” dedi.

      Ali’nin nerede yatıp kalktığını kimse bilmiyor. Kırda, mandıralarda, orada burada gezdiği zannolunuyor. Hiç kimsenin şüphesi yoktur ki dağa çıkacaktır.

      Bir gün bir öğle vakti, Berber’in kapısını vurdu. Ablasını çağırdı ve dedi ki:

      “Ben eniştemi, ağalarımı tepeleyeceğim. Ona söyle, kendini korusun!”

      Kadın, arkasından bağırdı, çağırdı ise de kulak vermedi. Çekti gitti. Berikiler de tedbir aldılar. Berber işini şehre kaldırmayı bile düşündü. Gece sokağa çıkamıyor, evlerinde yatamıyorlar. Bütün gece ot odaları dibinde, ahırlarda, yemlik içinde barınıyorlar. Hükûmete haber verdiler. Ali’yi takip için candarmaya emir verdirdiler.

      Lakin bütün bu tedbirlere rağmen, bir gün güpegündüz Deli Hüseyin’i köyün kenarında, arpalık hendeğinin içinde hem tüfek hem bıçakla vurulmuş, öldürülmüş buldular.

      Berber Hafız, çoluğunu çocuğunu kaldırdı, şehre kaçtı. İbrahim’le Mustafa köyde kaldılar. Kendilerini korumakta dikkatli olmaktan başka bir şey yapamadılar. Candarmalara, takip için daha şiddetli emirler verildi.

      Aradan az zaman geçti. Kopuklardan Salih isminde birinin de dağa çıktığı duyuldu. Bunları, Ali’yi öldürmek için Mustafa’nın çıkardığını söylediler. Aradan bir hafta daha geçti Salih’in, Bozapa Mandırası’nı bastığı, çobanları dövdüğü haberi duyuldu. Çobanın birini arabayla getirmişler. Bozapa beyleri, Candarma Zabiti Nihat Bey’e geldiler, şikâyet ettiler. Kaymakama çıktılar. Salih’i, Dağköylü Mustafa’nın beslediğini, kardeşinin korkusundan bu itlere ekmek yedirdiğini söylemeye başladılar.

      Mustafa’nın