Мемдух Шевкет Эсендал

İhtiyar Çilingir


Скачать книгу

karşı bir kin, bir dargınlık yoktu.

1913

      HÜRRİYET GELİRKEN 16

      Bu sabah kalın bastonuna dayanarak hükûmet dairesine giden müdür beyi görenler, her vakitki gibi candarma çavuşuyla ortak beslediği kazlarını saymaya gidiyor sanacaklardı. Fakat iş böyle değil!

      O, bu sabah mühim bir telgraf almış, saatlerce nahiye kâtibiyle baş başa müzakere ederek bunu anlamaya çalışmıştı. Lakin en sonra âciz kalıp bir karar veremeyince onunla tanışmaya lüzum görmüşler ve hükûmet dairesine koşmuşlardı.

      Oraya hâkim efendiyi, telgraf memurunu, gümrükçüyü, liman çavuşunu çağırdılar, hepsi baş başa telgrafı okudular: Hürriyet olmuş! Bu ne demek? Herhâlde iyi bir şey olmuş çünkü tebrik ediyorlardı. Şimdi ne olacak? Telgraf memuru, dirseklerini dizlerine dayamış duruyor, liman çavuşu anlamayarak bakıyordu ve hiçbirisi bir şey söylemiyordu. O aralık, oradan geçen mektep hocasını da çağırdılar ve işi ona da açtılar, anlattılar. Hoca efendi, evvela gözlüğünü takarak, cıgarasını çekerek telgrafı, ta bâlâsından17 imzasına kadar bütün harflerini, kelimelerini okudu.

      Hepsi onun ağzına bakıyorlar ve bekliyorlardı fakat o da bir şey çıkaramamıştı. Kaşlarını kaldırarak ve gözlerini süzerek “Allahualem18 bir şenlik olsa gerek.” diye söylendi.

      Bu cevap hiçbirini kandırmamıştı. Nihayet, bir köşede oturan candarma çavuşu söze karışıp işi kesti attı ve:

      “Telgrafı kazadan sorar, oradan bize anlatırlar, onlar ne yaptılarsa biz de yaparız.” dedi.

      Beğendiler. Haydi kalkın, hep beraber telgrafhaneye…

      Bir ufacık masanın üstünde bir tek makinecik, nahiyenin küçük telgraf makinesi çıtır çıtır işliyordu. Müdür bey, gözündeki camları kalın gözlükle sokuldu, güya dikkat ederse anlayacakmış gibi çıtırdayan, oynayan makineye bakmaya başladı. Parmaklarıyla beyaz sakalını karıştırıyor ve gelecek haberi bekliyordu.

      Biraz sonra, hepsi öğrendiler ki kazada donanma yapılmış, bütün memurlar yemin etmişler… Kaymakam, hâkim hepsi… Müdür bey, nahiye kadısı efendinin yüzüne baktı:

      “Acaba niçin yemin etmişler?”

      “Hürriyet için!.. Livadan19 biri gelmiş, hep yemin ettirmiş. Gece her tarafta şenlik olmuş, çalgılar, davullar çalınmış, kıyamet kopmuş!”

      Bu defa hepsi birbirinin yüzüne bakıştılar ve:

      “Biz de yaparız.” dediler.

      Candarma çavuşu, müdür beyin emir vermesini beklemeyerek komşunun bahçesinden taflan dallarını kırmış koparmış. Bunun için de güzelce bir kavga etmiş ve hükûmet dairesinin kapısını süslemeye başlamıştı.

      Rengi soluk iki eski bayrağı taflan dallarının arasına mıhladılar, kırık camlı eski fenerler asıldı, süslediler. Kapıdan içeri bakıldığı vakit çavuşun, bahçede bir ip üzerine serilmiş kuruyan çamaşırları görünüyordu.

      Liman dairesiyle gümrük dairesine, telgrafhaneye birkaç bayrak, üç-dört fener astılar.

      Müdür bey, senelerden beri giymediği sırmalı setresini, kılıcını sandıktan çıkardı. Karısı ona soruyordu:

      “Canım efendi! Bu hürriyet neredeymiş, nereden gelmiş?..”

      Müdür cevap vermiyordu. Yalnız:

      “Hürriyet, hürriyet…” diye söyleniyordu.

      Mektep hocası çocukları topladı, ilahi okutturdu.

      Artık, bütün küçük nahiyecikte duyulmuştu ki hürriyet gelmiş, donanma olacakmış!..

      Öğleden sonra, müdürün sırmalı setresiyle, kılıcıyla hükûmet dairesine geldiğini görenler, bütün inanmışlardı ki hürriyet gelmiştir, artık yalan değildi. Burada işsizlikten patlayan esnaf hele birkaç memur bir eğlence çıktığına seviniyorlardı.

      Müdür bey, masasının gözünde her donanma oldukça okuduğu nutku uzun uzun aradı; onu bulamayınca bir diğerini yazdırmak mümkün olamayacağını ve buna pek güzel alıştığı için başkasını okuyamayacağını kestirdiğinden o sararmış, eskimiş, kat yerlerinden yırtılmış kâğıdı bulunca sevindi.

      Artık mekteplere haber gönderilmişti. Bir yandan nahiyeciğin biricik papazı, öğlen uykusundan yeni uyanmış, saçlarını taramış, yakası pek yağlanan eski cübbesini değiştirmiş, mektep çocuklarıyla beraber geliyor; öte taraftan, köyün hocası da İslam çocuklarıyla görünüyordu. Halk da toplanmıştı. Şimdi candarma çavuşu, her vakit eline geçmeyen bu fırsattan istifade ederek kalabalığa kumanda ediyor, ön sırada duran çocuklara bağırıyordu:

      “Ayaklar bir hizada olacak!..”

      Nihayet, yukarıdan müdür bey indi. Hepsi; köyün memurları, ahalisi, eşrafı dizildiler. İlkin, müdür bey bir nutuk okuyacak…

      Müdür bey, biraz evvel hâkim efendinin verdiği enfiyeyi20 hâlâ parmaklarının arasında tutuyordu. Nutuk kâğıdını açmak için onu yere atmaya kıyamayarak burnuna çekti, doldurdu. Sonra kâğıdını açtı:

      “Huzzar-ı kiram!..”21 Bir kelime unutmuştu, tekrar etti:

      “Huzzar-ı kiram efendilerim! Cenabıhak…”

      Bitiremedi. Şaşkınlıkla burnuna doldurduğu enfiye, şimdi orasını kaşındırıyor, gözleri ufalıyor, ağzı açılıyor, yüzü buruşuyor; çocuklar da şaşkın şaşkın ona bakıyorlardı.

      Müdür beyin ağzı açıldı, açıldı, burnunun üstü katmerlendi ve birden ihtiyar vücudu sarsıldı:

      “Hapşu!” Arkadan bir daha, bir daha. Elindeki kâğıt kirlenmişti. Bir eliyle setresini kaldırıp pantolonunun cebinden mendilini bulmaya çalışırken bir yandan da okumaya çalışarak:

      “Cenabıhak ve feyyaz-ı mutlak22 hazretleri, velinimet-i binimet,23 velinimet-i âzam!..”24 Bitiremedi. Bir nöbet daha geldiğini duyuyor, aksırıyordu. Arkada telgrafçıyla gümrükçü gülmekten iki kat oluyorlardı.

      Müdür bey, ne olursa olsun okumak istiyor fakat başladıkça zalim enfiye sanki ona okutmamak için inat ediyordu.

      Artık devam edemeyecekti. Mektep hocası da bunu anlayarak çocukları ilahiye başlattırdı.

      Şol cennetin ırmakları…

      Aynı zamanda öteden de Rum çocukları başlamışlardı. Buna candarma çavuşunun çıplak ayaklarına kunduralarını giymiş, pantolonlarının dizleri çıkmış neferlerine verdiği, “Dikkat!” kumandası da karıştı. “Padişahım çok yaşa!” Sonra bütün çocuklar da ilahiyle beraber, uzunlu kısalı, inceli kalınlı bir feryat, bir çığlık…

      Bu gürültüden, bu çığlıklardan ürken müdür beyin kazları da başlarını kaldırıp bağrışmaya başladılar… Ve bu kıyamet içinde merasime nihayet verildi. Bununla her iş bitmiş oldu. Herkes dağılıyor ve hükûmet dairesinin önünde davul zurna çalmaya başlıyordu.

      Candarmalar, petrolle külü karıştırarak meşale yapıyorlardı. Bunu, bir tenekenin içine koyarak gece yaktılar.