Bülent Tokgöz

BİR AŞK BİR ÜLKE BİR GECE


Скачать книгу

oraya yerleşir. Civanmertliğiyle namını tez zamanda duyurur, delikanlılar arasında kendisini sevdirir, efeler alayının başı olur. Kahvehane işletmekte, güzel sesiyle arada sıra camilerde müezzinlik yapmaktadır. Molla adı da oradan gelmektedir.

      Derken kasabanın en zengin ailelerinden birinin kızı olan Neslihan, güzelliğinden mi dersin sesinden mi, bu gence gönlünü kaptırıverir. Bizim Ahmet de ona kayıtsız kalmayınca, ufak muhit ne de olsa, aralarındaki aşk kasabada kulaktan kulağa yayılır. Ne ki kızın başka bir âşığı daha vardır. Efeler alayının eski başı, Macar lakaplı Selim bunlardan biridir. Bir gün Ahmet’i bir mesirelikte ziyafete davet ederler. Sazlı sözlü eğlenti sürerken pirzolası yapılan koyunun kuyruğundan bir de helva yaparlar. Sazcılardan biri Ahmet’e yanaşmanın bir yolunu bulup kurulan tezgâhı haber verir: “Ahmet, bu senin can helvandır, bunlar seni öldürecek, bir yolunu bul buradan sıvış!” Ahmet, kendinden emin, “Ben arkadaşlarımdan kemlik beklemem. Bir harekete kalksalar da haklarından gelirim, sen tasalanma!” der. Adamcağız eğlenti boyunca kaşıyla gözüyle işmar da eder ama bizimki oralıklı olmaz.

      Eyvahlar olsun ki bir punduna getirip hileyle kollarını bağlarlar. Sonra ayaklarını, kollarını, başını keserek paramparça eder, sazlığa atarlar. Birkaç gün sonra Seydiköy’ün köpekleri ağızlarında kol ve ayak parçalarıyla köye gelince köylüler Molla Ahmet’i çoraplarından tanır. Kırkpınar çayırlığına gelip vaziyeti devlete bildirirler, caniler yakalanıp hapse atılır ama Molla Ahmet’i geri getirmez bu.

      Türküyü kim yakar biliyor musun? 120 yaşında vefat eden İbiş Nine. Asıl adı Dudu olan bu kadın ozan, birçok türküyü de yaşatarak günümüze aktarmış. Kendisinin bizatihi türkü yakmasına da halk şöyle dermiş: “İbiş Nine yakım yakardı.” Bak ne yakmış maktul Molla Ahmet için İbiş Nine’miz:

      “Yakuboğlu hayadında dudu var

      Neslihan’ın kardan beyaz budu var

      Moll’Ahmet’in kasabada adı var

      Dalgın uykulardan uyan Ahmet’im

      Yağlı kamalara dayan Ahmet’im

      Moll’Ahmet’i Kırkpınar’da kestiler

      Cepkenini saz dalına astılar

      Anam babam benden umut kestiler

      Kuş gibi meydanda dönen Ahmet’im

      Neslihan yoluna ölen Ahmet’im

      Yakuboğlu kamaları yağlıyor

      Neslihan kız siyim siyim ağlıyor

      Katil Macar kollarımı bağlıyor

      Dalgın uykulardan uyanamadım

      Yağlı kamalara dayanamadım

      Bir incecik yol gidiyor Bazlar’a

      Ilgıt ılgıt kanım aktı sazlara

      Selam söylen anamınan kızlara

      Dalgın uykulardan uyan Ahmet’im

      Yağlı kamalara dayan Ahmet’im

      Bir incecik yol gidiyor Elmin’e

      Kanım aktı ılgıt ılgıt çimene

      İmana gel katil Macar imana

      Dalgın uykulardan uyanamadım

      Yağlı kamalara dayanamadım

      Eridi mi maşrabamın kalayı

      Dağıldı mı Moll’Ahmet’in alayı

      Bir kama da öldürmenin kolayı

      Koç gibi meydanda dönen Ahmet’im

      Neslihan yoluna ölen Ahmet’im

      Kuruldu mu kasabanın pazarı

      Kazıldı mı Moll’Ahmet’in mezarı

      Ahbaplarım benden alsın hezeri

      Kuş gibi meydanda dönenlerdeniz

      Bir güzel yoluna ölenlerdeniz

      Tel tel olmuş telgırafın telleri

      Esmez oldu badı saba yelleri

      Açmaz oldu Seydiköy’ün gülleri

      Dalgın uykulardan uyan Ahmet’im

      Yağlı kamalara dayan Ahmet’im

      Biçildi mi Seydiköy’ün çayırı

      Kadir mevlam canı candan ayırı

      Hiç kalmamış Neslihan’ın hayırı

      Koç gibi meydanda dönen Ahmet’im

      Dostlar düşman imiş ben bilemedim”

      Türkünün ölümsüzleştirdiği bu korkunç ölümü benim için kat be kat korkunç kılan şey, çocukluğumdan beri hikâyenin bana şu şekilde nakledilmesiydi: Cinayeti, Molla Ahmet’in kızla tarlada buluştuğunu gören kızın kardeşleri ve babası işliyor. Sırf kızla konuştuğu için. Adamı paramparça ediyorlar, kasaplık koyun gibi. Bu, özellikle ergenliğimde beni daha derinden sarsar oldu. Herhangi bir konuda bile bir oğlanla konuşacak olsam zavallı oğlanın kolunun, bacağının, kafasının birbirinden ayrılıp sazlıklara atıldığını hayal edip ürperdim. Hep çoraplarına takılı kaldı gözlerim. Hâlâ ürperirim, bir erkekle baş başa konuşacak olsam; konuşmanın muhtevası ne olursa olsun. Şimdi seninleyken de yer yer o ürperti aramızda bir yel gibi esip geçiyor. İrade, bilinç, tercihler bir yere kadar; insanı çocukken dinlediği hikâyeler, masallar, efsaneler belirliyor. Ben bu topraklarda çocukların bilinçaltına perçinlenen kodların temelde çok yanlış ve sapkın olduğunu düşünmemekle beraber bu tür sakatlayıcı unsurların da o birikimin arasına karıştığını düşünüyorum. Senin kadar radikal değilim ama o birikimin süzgeçten, elekten, elden geçirilmesi gerektiğini ben de kabul ediyorum. Ama bu o kadar da kolay değil elbette. Süzgeçten geçirecek zihin de neticede kendisi süzgeçlerden geçerek bugünlere gelmiş.

      Korkumu diri tutan benzer kanlı olaylar da hiç eksilmedi ne yazık ki, bunları da anmadan geçemeyeceğim. Afyon’da bir linç kültürü var, bu kesin. Nereden gelir nereye gider bilemem ama bir “Vurun abalıya!” geni kesin var. “Vay bre zındık!..” Aniden galeyana gelip karşı konmaz bir güce dönüşen öfkeli kalabalıklar. Türkiye’de bu tür hadiselere en çok Afyon’da rastlanırdı herhâlde.

      Farklı sebepleri olabilirdi galeyanın. İnfial uyandırıcı bir tecavüz veya livata meselesi de olabilir, mahalleye sonradan gelen şahsın ahaliden birinin karısına huzursuzluk vermesi meselesi de. Yani genelde namus davası. Bir bakmışsın, sopalar, değnekler, satırlar, nacaklar… Hatırladığım en büyük hadise, seksenlerin sanıyorum ortalarında, Çingene konargöçerlere yönelik gerçekleşmişti. Çiftçilerin başına ekşiyen 100-150 kişilik topluluğa bir gece baskını tertipleyip çadırlarını yakmış, atlarına el koymuş, kovmuşlardı. Yüzleri façalı, kavgacı Çingene gençlerin ay şeklindeki hançerleri fayda etmemişti.

      Afyon böyledir. Böyle bir linç psikolojisi, galeyan potansiyeli hep vardır. Vardı. Kuva-yi Milliye ruhu da böyle ortaya çıkmış zaten, kimse başlarına birinin geçmesi için beklememiş, pata küte dalmışlar düşmana da. Bu yönüyle o kalkışma eğilimini büsbütün kötü veya hastalıklı bulmak hakkaniyetli olmaz.

      Kahramanlık da uzak değil Afyonlu ruhuna. Şöyle bir şey anlatılır: Kocatepe savaşında Yunanlılar mayın döşemiş. Afyon’un yaşlıları orduyu durduruyor, “Durun önden biz gidelim, size bir şey olmasın, bizim üstümüzde patlasın!” diyerek. O yüzden Kurtuluş Savaşı’mızdaki şehitlerin