Bülent Tokgöz

BİR AŞK BİR ÜLKE BİR GECE


Скачать книгу

Şehre adını veren nesne artık unutuldu bu ülkede. Hâlbuki afyonu, şu an dünya üretiminin merkezi olan Afganistan’a ve uzak doğuya götürenler de bizimkilerdi. Afyon’dan gitti ilk numuneler; oralara yolu düşen Osmanlı hekimleri, ihtiyaca binaen, tıpta kullanabilsin diye afyonu buradan götürmüşler. Latince Apium, buranın bitkisi aslen.

      Afyonlular niye afyon değil de haşhaş derler onu bir türlü anlayamam ama. Görmüş müsün hiç, topaç şeklinde bir bitkidir. Haşhaş topu derler, o oval kısım yaşken bıçakla çizilir, oradan bir süt akar; eroin de o sütle yapılır… Afyon, hayatın göbeğindedir. Afyonsuz bir yiyecek bulamazsın Afyon’da. Bütün börekler haşhaşlıdır mesela. İki taş arasında haşhaşı ezip yağını çıkartırlar ve her şeyde kullanırlar. Haşhaş küspesi de en faydalı hayvan yemlerindendir ayrıca.

      Sana ilginç bir şey söyleyeyim, eskiden çocuklar ağlayınca ağızlarına afyon sürerlermiş, sakinleşsinler diye; çok çocuklu aileler özellikle… Afyon, Afyonluların kanında var. Eskiler doktora gittiğinde morfin kesmiyor, uyuşturamıyormuş, o derece yani.

      Bunlar mazide kaldı tabi. 1974’e kadar geldi ama ondan sonra afyona ket vurdular. Devlet gözetiminde gıdım gıdım üretiliyor artık. Kıbrıs’ta Ayşe tatile çıkınca ceremesini Afyonlular çekti. ABD, Temel Reis çizgi filmleriyle, içinde demir olmayan ıspanağı demir deposu diye dayattı: Bırak afyonu, al ıspanağı. Zırvalık. Zayıflık. Sam Amca kızmasın diye afyondan edildi Afyonlular ve tüm ülke… Ne zaman ki kendi iradesiyle afyon üretimine izin verir, Türkiye işte o zaman gerçekten özgür bir ülke olduğunu iddia edebilir.

      “Şuhutlunun keşkeği, Afyon’un eşşeği”. Her yerde eşek görüldüğünden böyle demişler. Keşkek de bir o kadar fazla. Çok eski bir yemek, ta beylikler devrinde Anadolu’da en çok yenen yemeklerden biri. Dombay yağından yapılır. Dombay nedir bilmezsin tabi. Çok komik, dombiliden mi acaba, Afyonlular mandaya, camıza dombay derler. Onun yoğurdu da çok kıymetli, katı ve lezzetlidir. Afyon kaymağı da onun sütünden, çok zahmetli aşamalardan geçerek yapılır.

      Farklı şehirlerde farklı uyarlamaları vardır, Afyon’da şöyle anlatılır: Anneyle baba, evlilik çağına gelmiş oğullarıyla ilgili geceleri kendi aralarında konuşur, oğlan da işitirmiş; anne dermiş ki “Bey, çocuğun evlilik yaşı geldi, şu bombeylerden birini satalım da oğlanı everelim!” Baba da velev ki olumsuz olsun, içinde dombeyler geçen cümlelerle cevap verirmiş. Bir müddet sonra bu evlilik bahsi açılmaz olmuş, çocuk ne kadar kulak kabartsa da anne babanın gündeminden çıktığını fark edince bir gün annesine demiş ki “Yav anne, şu babamla dombeyi dombeyi konuşsana gene!” Dombeyi dombeyi… Komik değil mi?

      Kimine iştah kimine keşkâh… Kimi yerde keşkâh derler, kimi yerde keşkek. Ah keşkek, sana asıl onu anlatmak muradım. Yarma derler, aşure buğdayından yapılır. Bir avuç da nohut eklenir, kuzu veya dananın gerdanı atılır. Afyon’un simgesi sayılan, müzesi ağzına kadar onun örnekleriyle dolu olan o meşhur toprak çömlekler içine konur. Evin büyüğü, yatsı namazında camiye giderken mahalle fırınına götürür. Çömleğin ağzı hamurla sıvanır, üstüne mermer konur. Sabaha dek demlene demlene pişer. Yanmaz çünkü suyunu filan ona göre ayarlarlar.

      Sabah namazından çıkınca cemaat fırına geçer, uzun kürekler vardır, onlarla alır ve duayla çömlekleri açarlar. Fırın, keşkek muhabbetinin ilk faslıdır. Daha eve gidilecektir, evin güçlü kuvvetli erkekleri iri tahta kaşıklarla bir güzel döveceklerdir. Biri yorulunca diğeri devralacaktır küreği. Artık kek hamuru kıvamına gelmiştir, sahanlara dökülecektir; üstüne tereyağlı, salçalı sos gezdirilecektir. Kahve seremonisinden daha tafsilatlı bir seremonisi vardır anlayacağın, neredeyse ayin sanırsın onun yenme faslını da.

      Tahta kaşıkla yenirdi son 15 yıla kadar, ben hâlâ tahta kaşıkla yerim gerçi. Düğün dernekte, bayramda hep iri sinilere konur, topluca yenirdi. Çok leziz olduğundan iştahla midelere yollanırdı ama hazmı sahiden de çok kolaydı. Misafirlere dendiği kadar: “Şu köşeyi dönünceye kadar eritirsin!..”

      Belediye keşkek evi yaptırmış şimdi, turistler filan her zaman bulabilsin diye. Olmaz ki ama. Yatsı namazında verilip sabah namazında alınan, dualarla açılan çömleklerde olmaksızın keşkek, keşkek olur mu hiç? Yedikleri ancak keşkeğin bedeni olabilir, onun ruhundan mahrum kalacaklardır. Canım keşkeğin metalaşması ağzımın tadını çok kaçırdı, kaçırıyor.

      Ah o fırınlar. Onlar da mı kalkacak zamanla? Afyon’da hayat o fırınların etrafında döner oysa. Mahalle fırını cami kadar merkezîdir. Çünkü evin haftalık ekmek ihtiyacı oradan karşılanırdı. Ancak bundan daha önemli olan şu ki anne-kız birlikte gidilirdi fırına. Oğluna kız bakmak isteyen anneler için fırınlar en uygun ve uğrak mekânlardı. Düğünlerde kız-erkek farklı mahallerde olduğundan fırınlar daha bir önem kazanıyordu.

      Bir de tabi kızı oynarken değil de iş yaparken görmek istiyor müstakbel kayınvalideler. Temizliğini, hamaratlığını, huyunu suyunu. Fırınlar kalkınca anneler nereden, nasıl kız beğenecek, buyur işte! Altyapı-üstyapı meselesi. Altyapı değişince kültürel üst yapı da mecburen değişecek. Nereye kadar direnebilirler ki?

      Kız, evinde bir kumandana tabidir: Annesi. Askerî bir düzen vardır evde ve emir-komuta annededir. Evlenip gidince yeni bir kumandana tabi olacaktır: Kayınvalidesi. Kocası değil. Türklerin ataerkil olduklarından hep şüphe etmişimdir. Anaerkildir ama erkeğe de münasip roller bırakılmıştır, sembolik olarak, gururunu okşayacak kadar.

      Gelgelelim yepyeni erkillikler dönemi geldi çattı; artık kayınvalidelerin yıldızları söndü, apoletleri söküldü. Sabah daha gün ışımadan kaldırıp ahıra, araziye yolladığı gelin yok ki kime kumandanlık etsin? Gelin öğretmen, gelin doktor şimdiki zamanda; hangi kayınvalide onlara diş geçirebilir, ne hakla? Bozuldu devran!

      Ta bizim zamanımızda geleneksel sistem aksamaya başlamıştı. Bir önceki kuşağın kızları, bin yıllardır olduğu gibi kayınvalide kumandasını gayet doğal ve sorgulanamaz bir hiyerarşi sayıyorlardı ama mızmızlanma bizimle başlamıştı. Bizden sonrakilerde homurtuya dönüştü bu. Şimdi artık kayınvalideler gelinlerini düğün gecesinden sonra görürlerse hâllerine şükrediyorlar.

      Evlerin ya altı ya arkası ahırdı Afyon’da. Bu sadece güvenlikle değil, ısınmayla da ilgiliydi. Hayvanlarla bu iç içeliğin insanın dünyaya bakışına nasıl yansıdığını hep bilmek istemişimdir. İnsanlığın binlerce yıldır sürdürdüğü düzene aidiyet hissi; bence en büyük yansıması buydu. Kalkmışlar atalarını o hayat üzere bulmuşlar ve kendileri de o düzene tabi olmuş… Bu devamiyet ve aidiyet, insanlara kendilerini iyi hissettiriyor. Bizim yaşadığımız köksüzlük ve fırlatılmışlık hissini yaşamıyorlar; doğru yerdeler ve yapmaları gerekeni yapıyorlar. Doğa düzeniyle yakınlık ve daha büyük bir sisteme aidiyet de çok bütünleyici ve itminan verici. Eskiler bir yığın ontolojik problemi bir tek ahırla çözebiliyordu, n’aber modern ve postmodern ahbap?!.. Öyle değil mi Zahit?

      Zengin-fakir hayat standartlarında bariz farklılıklar da yoktu. Bir tür doğal sosyalizm. Herkes tarhanayla başlardı güne mesela. Kahvaltı diye bir şey yoktu; son 15 senenin icadı Afyon için. Patates de büyük bir eşitleyiciydi. Türkiye’nin en lezzetli patatesi Şuhut’ta çıkar bu arada. Kum gibidir, olsa da kumpir yapsam sana şimdi.

      Sucuk. Nasıl unuturum? Türkiye’nin iyileri oranındır, Kayseri’nin adı var valla. Garip bir şey söyleyeyim, sucukçuların çoğu nurcudur. Said Nursi Afyon’da mecburî ikamete tabi tutulduğundan, Emirdağ Lahikası’nı orada yazdığından nurculuk hayli yaygındır; Bediüzzaman’ın ilk talebelerinden biri Şuhutludur mesela. Sucuk firmalarının da önemli bir kısmı nurcudur. Bu yüzden Afyon sucuklarından at eti çıkmaz, iddiaya göre, o işe Kayserililer bakar.

      Son