Prof. Dr. Hasan Fevzi Batirel

İKİ NEFES ARASINDA


Скачать книгу

kadını her zaman karşınıza çıkmıyor.

      Mr. Quinn

      ABD’deki hastanelerde, hastane içinde güçlü bir anons sistemi vardır. Ülkemizde de uygulanmaktadır. Acil durumlarda hekimleri ve ilgilileri olay mahalline doğru yönlendirmek için kullanılır. Mesela code blue – mavi kod, kalp durması; code green – yeşil kod, solunum durması; code red – kırmızı kod, yangın; code grey – gri kod, güvenlik problemi demektir. Eğer serviste birisinin kalbi durursa, hemen code blue, bilmem kaçıncı kat, şu numaralı oda diye anons edilir, hangi bölümlere ihtiyaç varsa ardı ardına sıralanır.

      2001 yılında ABD’nin Boston kentinde çalıştığım hastanede nöbetçiydim. Artık kıdemli asistan nöbeti tutuyordum. Benimle birlikte göğüs cerrahisi rotasyonu yapan üçüncü yıl genel cerrahi asistanı da nöbetçiydi. Göğüs cerrahisinin kendine ait yoğun bakımı açılmış, on hasta yoğun bakımda, kırk hasta da serviste yatıyordu. Bir de ünlü hastamız vardı.

      O akşam sakin bir nöbet olduğunu hatırlıyorum. Sakin nöbetler pek hayra alamet değildir. Bir ara ünlü hastamızın kalp hızı aşırı artmış, ritim bozukluğu baş göstermiş, ilaçlarla müdahale etmemizin akabinde normale dönmüştü. Gece saat on bir sıralarında bir anons duydum, “Yeşil kod 11C göğüs cerrahisi yoğun bakım” diye. Asistan odası onuncu kattaydı. Fırladım, yukarı çıktım. Tahmin ettiğim gibi yoğun bakımda yatan ünlü aktör Anthony Quinn’in solunumu durmuştu. Hemşireden personele yatak başında beş-altı kişi vardı. Ayrıca aktörün karısı da pencerenin yanındaydı. Mavi veya yeşil kod durumunda doktorlardan birisi yapılması gerekenleri yönetir ve talimatlar verirdi: Hemşireye ilaç yap, çömez doktora kalp masajı yap vb. Benden hemen sonra odaya, bütün hastanedeki yoğun bakım hemşirelik hizmetlerinden sorumlu nöbetçi sorumlu hemşire girdi, “Buradaki kod durumunu kim yönetiyor,” diye sordu. Kıdemli olduğum için benim yönetmem gerekiyordu. O an kafamdan Anthony Quinn ölürse yandım, beni buradan gönderirler, diye geçirdiğimi, karısının sorgular gözlerle bana baktığını, soğuk soğuk terlediğimi, Allah’ım yardım et, diye içimden dua ettiğimi hatırlıyorum. Kimse duymasın der gibi, kısık bir sesle, “Ben yönetiyorum,” dedim.

      Yabancı diliniz ne kadar iyi olursa olsun, insan beyni anadilinde düşünür. Yabancı bir ülkede önce Türkçe düşünür, sonra beyninizde yabancı dile çevirir, akabinde konuşursunuz. Böyle zor durumlarda çok hızlı düşünüp emir yağdırmak gerekir.

      Allah’tan o akşam cerrahi servisinin kıdemli nöbetçisi, şimdi Vanderbilt Üniversitesi’nde karaciğer ve pankreas nakli programının başında olan Dr. Seth Karp’tı. Çok sakin kararlı bir yapıda olan Seth’le iyi arkadaştık, kod anonsunu duyunca o da gelmişti. Sıkıntıda olduğumu görünce bana, “Hasan ne düşünüyorsun, akciğere pıhtı mı attı? Entübe (soluk borusuna tüp yerleştirme işlemi) mi edeceksin,” diye sordu. Hastanın entübe edilmesi kararını verdim. Daha sonra solunum cihazı desteğiyle kanındaki oksijen seviyesi düzeldi, durumu toparladı.

      Anthony Quinn 1999 yılında akciğer kanserine yakalanmıştı. Ünlü aktörü Boston’da çalıştığım göğüs cerrahisi kliniğinin patronu, her ikisi de hocam olan Prof. Dr. Sugarbaker ile Prof. Dr. Swanson birlikte ameliyat etmişlerdi. Tümör ileri aşamadaymış. Nitekim iki yıl geçmeden tekrarlamış, kliniğe yattığında artık hastalığın son dönemlerine yaklaşmıştı. Anthony Quinn entübe olduktan bir hafta sonra kansere bağlı solunum yetmezliğinden öldü.

      Çağrı filmindeki Hz. Hamza rolü nedeniyle Anthony Quinn’i ülkemizde ve Müslüman memleketlerde tanımayan yoktur. Hz. Hamza rolünü daha iyi oynayabilecek ikinci bir aktör çıkar mıydı acaba?

      İlahiyat Profesörü

      ABD’deki üst ihtisasımın kıdemlilik dönemindeydim. Yedi-sekiz aydır tek başıma nöbet tutuyordum. Cerrahi yoğun bakımda Harvard İlahiyat (Divinity) Fakültesi profesörlerinden biri yatıyordu. Sorunu, her iki akciğerinde oluşmuş apselere bağlı solunum yetmezliği ve soldaki apsenin zaman zaman kanamasıydı. Hasta solunum destek makinesine bağlıydı, arada bir balgamla birlikte kan geliyordu.

      O gün çok ameliyata girmiştim. Dr. Swanson ile akciğer kanseri ve aynı zamanda koroner arter hastası olan bir hastayı ameliyat etmiştik. Hastanın ameliyat sonrası nabzı tansiyonu bir türlü toparlanamadı, başından ayrılamıyordum. Sonunda hastada endomiyokardiyal enfarktüs dediğimiz, kalp kasının içinde olan nadir bir enfarktüs tipi teşhis ettik.

      Akşam vizitinde baş asistanımız Dr. Michael Chang, “Yoğun bakımdaki profesöre dikkat et, kanarsa sol akciğerden kanıyor,” dedi. Ayrıca sol ana havayolunu tıkayabilmek için kullanacağımız küçük balonun hastanın başında olduğunu söyledi. Dr. Michael Chang çok çalışkan, iyi niyetli dikkatli bir baş asistandı. Enfarktüs geçiren hastanın başında iken bir çağrı geldi, “Acil 7C yoğun bakıma gelin,” diye.

      Hızla çıktım, yoğun bakıma girdim. Hemşire, profesörü solunum cihazına bağlayan boruları gösterdi. Hastanın trakeostomisi vardı (gırtlak bölgesinden soluk borusuna açılan delik). Borular tamamen kanla dolmuştu. Hasta aktif kanıyordu. Bu kadar kanı gördüğünüzde heyecanlanmamak mümkün mü?

      Hemen aspirasyon (sıvıları emmek için kullanılan tabir) sondası istedim. Tüpün içerisindeki kanı aspire edecekken hasta öksürdü ve üstüm başım kan oldu. Trakeostomiden kanı aspire ettim, fakat gelmeye devam ediyordu. İki arada bir derede Dr. Swanson’ı arayıp durumu anlattım, hastanın kritik olduğunu söyledim. “Hasan, o hastanın soluk borusunun sol tarafına balonu yerleştirmek zorundasın. Bu acil durumları hallet diye tek başına nöbet tutuyorsun,” dedi telefonda.

      İki de genel cerrahi asistanı vardı yanımda, birisi Jasleen Kukreja, şimdilerde University of California San Francisco’da öğretim üyesi, diğerini hatırlamıyorum. Hastanın trakeostomisinden bronkoskopu (soluk borusunun içini görebilmek için kullanılan ucu ışıklı alet) yerleştirdim. Trakeostominin yanından da balonu ilerlettim. Hastanın kandaki oksijen düzeyi gittikçe düştü, nabzı da düzensiz hale geldi. Neyse zor bela balonu sol tarafa ittim ve şişirdim. Bu sırada hastanın kalbi durdu. Cerrahi asistanları hızlı bir şekilde resüsite ettiler, hasta geri döndü. Sağ sisteme dolan kanı temizledim, hasta nispeten istikrarlı duruma geldi. Her tarafım kan olduğu için, sanki savaş cerrahisi yapan bir doktora dönmüştüm.

      Beş-on dakika sonra yoğun bakıma Dr. Swanson geldi. Hastaya baktı, “Aferin, iyi iş yapmışsın, hastanın hayatını kurtardın,” diye ekledi. Hemşirelerin ve öteki cerrahi asistanlarının gözünde itibarım çok yükselmişti.

      İlahiyat profesörü apse tedavisini takiben yoğun bakımdan çıktı. Genel durumu düzeldi ve taburcu oldu. Klinikte çalışmamın yanı sıra, pazartesi günleri Dr. Swanson ile poliklinik yapıyordum. Hasta bir gün polikliniğe eşiyle birlikte yürüyerek geldi. Dr. Swanson hastayı gördüğünde espri ile karışık, “Nasıl yaptığını bilmiyorum ama bu hastayı sen kurtardın,” dedi.

      Cerrahinin en güzel yönü budur. Yaşadığınız bütün yorgunluğa veya strese rağmen, yaptığınız iş başarılı olduğunda veya hasta iyileştiğinde her şeyi unutursunuz. O moralle daha uzun saatler çalışabilirsiniz.

      Stres altında iş yapmak, hızlı karar vermek bizim işin rutinlerinden. Hızın yanında