Prof. Dr. Hasan Fevzi Batirel

İKİ NEFES ARASINDA


Скачать книгу

artırıcı,” dedi ama ilacın tıbbi mekanizmasını anlatamadı. Adams, çocuğa herkesin içinde, “Brigham’ı kazanan bir cerrahi asistanı böyle bir cevap veremez,” dedi. Çocuğun koskoca amfide nasıl küçüldüğünü tarif edemem.

      Bazen acı tecrübeler ve küçük düşmeler insanı terbiye ediyor, doğruya sevk ediyor. Beraber öğrenmek insanı yüceltebiliyor.

      Omzu Takıldı

      Tıp öğrenciliği ayrı ayrı dönemlerden oluşur. Önce yeni bir dil öğrenilir, daha sonra sadece teorik bilgi yüklenir, nihayet klinik pratik aşamasına geçilir. Eğitimin son yılı her şeyin pekiştiği, yerli yerine oturduğu dönemdir. İntörnlük denilen bu dönemde doktorlukla öğrencilik arası bir durum söz konusudur. Dahiliye, kadın-doğum, cerrahi, acil servis, çocuk hastalıkları stajları yapılır. Hasta takibi ve tedavisinde bizzat rol alınır.

      Hastanemizde 1990’lı yıllarda normal doğum sayısı ayda kırktı. Bu nedenle yeterli doğum eğitimi alamayacağımız düşünülerek intörnlükteki kadın doğum stajımızın bir ayını Zeynep Kamil Hastanesi’nde geçiriyorduk. Zeynep Kamil, İstanbul Anadolu yakasının en ünlü kadın doğum hastanesiydi. Yirminci yüzyılda İstanbul’un Anadolu yakasında hayata gözlerini açan birçok kişi orada doğmuştur.

      Zeynep Kamil Hastanesi’nin kadın doğum servisi ayrı bir yerdi. Gittiğimiz dönemde günde kırk-elli doğum olurdu, bir ayda ne kadar çok doğum gördüğümüz buradan hesap edilebilirdi. Normal geliş, makat geliş vb. Bir çömez, bir kıdemli asistanla çalışıyordu, dolayısıyla iş yükü inanılmazdı. Ebeler doğum yaptırırdı ve intörnler bütün doğumlara katılırdı. Bu kadar hızlı bir temponun olduğu yerde birtakım aksaklıklar da muhakkak olurdu. Tuvaletler doğumhanenin karşısındaydı. Kadınlar sıkıştık diye tuvalete koşardı. Bir kadın tuvalette ıkınırken çocuğu doğurmuş ve bebek tuvalete düşmüştü. Hepimiz koşmuştuk bebeğe bir şey oldu mu diye. Ayrıca kadınlara lavman yapılmadığı için doğum ıkınmasıyla birlikte facia görüntüler oluşurdu. Bir oda düşünün, dörder yatak, karşılıklı sekiz doğum yatağı. Üzerlerinde doğru düzgün örtü bile yoktu.

      Bu klinikte çok değişik doğumlar gördüm ama bir tanesini hiç unutamıyorum. Kırk yaşlarında bir kadın, beşinci çocuğuna hamileydi. Doğum masasına alındı, bebeğin biraz büyük olduğu söylendi. Hasta sadece asistan tarafından görülmüştü. Çocuğun başı çıkmak üzereydi. Çocuğun başı çıktı ve asistanın çocuğun başını çekmesiyle, “Omzu takıldı,” diye bağırması bir oldu. Omuz takılması nadir görülen bir durumdur, genellikle bebeğin büyüklüğü, kadının leğen kemiğinin yapısı ve doğum kanalının darlığıyla ilişkilidir. Çocuğun başını çekiyorlar, ama ne mümkün çocuk bir türlü çıkmıyor. Kıdem sırasına göre herkes denedi. En son şefler geldi ve şef bir ayağı masada, çocuğun başına asıldı. Çocuğun kafası ha koptu ha kopacak diye düşündüm bir an. Bu durum en az on dakika sürdü ve sonunda çocuk çıktı. Ama maalesef mosmor bir baş ve atmayan bir kalple. Çocuk ölmüştü. Anne, Anadolu insanı, üzüntülü, masada öylece yatıyordu.

      Sonra öğrendik ki, kadının bundan önceki iki çocuğunda omuz düşüklüğü oluşmuştu. Omzun hafif takıldığı durumlarda yapılan çekmeler kola giden sinirleri zorlar ve el sakatlıkları ortaya çıkar. Bazen çocuk hiç çıkarılamazsa, kafası bedenden ayrılıp bedeni sezaryenle çıkarılır. Burada acıklı olan, hastanın geçmiş gebelik hikâyesinin sorulmaması, hastanın da kimseye hiçbir şey söylememiş olmasıydı. Oysa kadına sezaryen yapılsa çocuk yaşıyor olacaktı.

      Doğum doğal bir durum, hastalık değil. İnsanlar geçmişte evde, tarlada çocuk doğururlardı. Ülkemizde birçok yerde olduğu gibi, İngiltere’de de hâlâ ebeler doğum yaptırır. Normal giden bir gebelikte sorun çıkma ihtimali çok düşüktür, ama hekime işte böyle bir durumda ihtiyaç olur. Çok büyük bir hastanede doktor sayınız yetersizse veya sisteminiz iyi kurulmamışsa, arada yapılacak küçük bir hata çok vahim sonuçlanabilir.

      Zeynep Kamil’de staj yapmış olduğum için çok şanslıyım yine de. Şimdiki branşım ve konumum farklı olmasına rağmen orada edindiğim tecrübe sayesinde, zorda kalsam ve doğum yaptırmam gerekse o cesareti kendimde bulurum.

      Ağlarsa Anam Ağlar

      Dünyadaki en içten sevgi ne diye sorulsa, herhalde evlat sevgisi cevabı gelir. Çocuklarımız hayatımızdaki en önemli varlıklar. Onların varlığı ve sevgisi hem aile bağlarını güçlendirir hem de eşlerin birbirine bağlılığını artırır.

      İnsanın çocuğunu kaybetmesinden daha büyük acı olabilir mi? Bu yüzden dinimizde evlat acısı çekip sabredenlere büyük mükâfatlar vaat edilmiştir. Hz. Peygamber, oğlunun cenazesinde gözyaşlarını tutamaz. Bunun üzerine orada bulunanlar, “Ya Resulallah, niye ağlıyorsunuz? Tevekkül etmek gerekmez mi? Ağlayınca Allah’tan gelene isyan etmiş olmuyor muyuz?” diye sorar. Hz. Peygamber, “Ben insan olarak ağlıyorum,” diye ibretlik bir cevap verir. Evlat acısı dünyadaki herkes için ortaktır. Sultan II. Abdülhamid beş yaşındaki kızını ateşli bir hastalık nedeniyle kaybeder. Bu çok sevdiği kızının kaybıyla kahrolur. Kızının adına, parasını kendisinin verdiği, şimdiki Hamidiye Etfal Hastanesi’ni inşa ettirir.

      Servisimize otuz beş yaşında Üsküp göçmeni genç bir erkek hasta yatırmıştık. Akciğer zarında kanser tespit edilmişti. Bu kadar genç yaşta çok nadir bir durumdu. Deri çanta imalathanesinde çalışmış, çok değişik kimyasallara maruz kalmıştı. Erkek kardeşi ve babası da tedirgin şekilde tedavisini araştırıyorlardı. Sonunda büyük bir ameliyat yaptık ve sol akciğerini aldık. Fakat lenf bezlerinin çoğuna tümör sıçramıştı. Bu durumda yaşam beklentisi bir, bir buçuk yılı geçmiyordu maalesef. Hasta yakınlarına her şeyi açıkça söyleriz, ama hastayla daha uygun bir dille korkutmadan konuşuruz.

      Ameliyat sonrası işler yolunda gitti, hasta toparlandı. Serviste vizit yaparken annesinin de odada olduğunu fark ettim. Klasik, başörtülü, kilolu, sarışın, tipik bir Trakya göçmeni hanımdı. Hasta, annesinin çok güzel Arnavut böreği yaptığını ve bize tattırmak istediğini söylüyordu. Bu sırada alışkanlığım olduğu üzere genel hayatına dair sorular yönelttim.

      “Evli misin? Çocuğun var mı?” diye sordum. O da, “Bir kızım var, ikincisi de yolda,” deyince annesi kendini tutamadı. Öyle içten, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ki, hasta oğlu da gözyaşlarını tutamadı. Ben de kendimi bıraksam odada herkes matem havasına girmiş olacaktı. Kendimi toplayıp annenin omzuna elimi koydum, “Teyze bak, oğlun iyi bir ameliyat geçirdi, durumu da iyi, inşallah iyileşecek,” diye olumlu sözler sarf ettim. Kadın bu sözler üzerine kendini biraz topladı ama biliyordum ki o genç adamın hastalıktan kurtulması için mucize olması lazımdı. Nitekim hasta, ameliyattan sonra ancak altı ay yaşadı.

      Böyle kişileri gördüğümde aklıma hemen, bu adam ölünce çocuklarına kim bakar, o küçük kız babasız nasıl büyür gibi şeyler geliyor. Allah’a şükür ülkemizde aile bağları hâlâ güçlü ve aile fertleri hâlâ birbirine destek oluyor.

      Hastalık ve ölüm ile uğraşan bir kişinin bunu kanıksamasını hep garipsemişimdir ama kanıksamazsanız bu işi yapmanız da çok mümkün değil. Hastalık ve ölümün eninde sonunda bizi bulacağını