Prof. Dr. Hasan Fevzi Batirel

İKİ NEFES ARASINDA


Скачать книгу

kanıyordu. Kalp damar cerrahları da bir şey yapamıyorlar diye asistanlardan haber geldi. İç kanaması olan ve tansiyonu yükseltebilmek için çok kan verilen hastalarda bir müddet sonra pıhtılaşma problemleri de gelişebilir, hastanın her tarafından kanamalar başlar. Bu durumda hastayı kurtarmak çok zordur. Maalesef çocuk kaybedildi.

      Genel cerrahi uzmanları babayı içeri aldı acı haberi verdi. Baba, koltukta kalakaldı içindeki bütün gözyaşlarını akıttı. Ameliyathanede ağlamayan kalmadı desem yeridir. Normalde sinirlerime hâkim olurum, işime profesyonel yaklaşırım, ama ben de gözyaşlarımı tutamadım.

      Aynı günün akşamında televizyonda çok seyredilen bir programda politikacılar hararetle çok önemli olduğunu düşündükleri şeyleri tartışıyordu. Ne kadar boş, diye düşündüm. Bir çocuğun hayatının karşılığı var mıdır? O genç baba için hayatın rutini artık hiçbir şey ifade etmeyecektir.

      Ameliyata yardım için gelmiş olan kalp damar cerrahisi uzmanı ile asistanı çıkmak üzereydiler. Asistan, uzmanına biraz üzgün, biraz da kendini rahatlatmak istercesine, “Cennettedir bu çocuk abi,” diyordu. Günün en doğru sözü buydu…

      Ölürse Ne Yaparım?

      Hastayla iletişim ayrı bir sanattır. Nasıl günlük hayatta herkesle kimyamız uyuşmazsa, hekim hasta ilişkisi de buna benzer. Bazı doktorlarda şeytan tüyü vardır. Hemen etkilenir, onunla devam etmeye karar verirsiniz. Hayati riskin az olduğu dallarda bu çok önemli değilken, büyük cerrahi dallarda hekim ile hasta arasındaki güven vazgeçilmezdir.

      Bir genç hasta geldi. En fazla yirmi beş yaşında, askerden yeni dönmüş. Göğüs ön duvarında ileri derecede çöküklük vardı. Toplumumuzda nispeten sık görülen bir problemdir. Estetik görünüm dışında yol açtığı ciddi bir fiziki problem yoktu ama bu gençler utançlarından denize girmezler, spordan çekinirler. Gelişim çağında psikolojik travmaya yol açar.

      Göğüs çöküklüğü problemleriyle üniversitedeki hocam ilgileniyordu. Bu hastaya yapılacak kapalı düzeltme ameliyatı için kendisini kliniğimize davet ettik. Hastayı ameliyathaneye almak üzereyken, hastanın annesi yanıma yaklaştı. Klinik sorumlusu olduğumdan dolayı kulağıma eğilerek, “Hocam bu çocuk benim tek adamım, her şeyim, bir şey olmaz değil mi?” dedi.

      Kadın eşini kaybetmiş, oğlu muhtemelen ailenin tek çalışanı ve kadının hayatına anlam veren tek varlıktı. Hasta aslında basit bir ameliyat olacaktı ama düşük de olsa bazı riskler vardı. Kalp zarı yaralanması, kanama vesaire bu ameliyattan sonra nadir de olsa görülebilen problemlerdir. Bu sözler üzerine stresimiz çok artmıştı.

      Genç bir kadın vardı. Bingöllü, eşinin bir gözü sakat. Kocası inşaatlarda işçi olarak çalışıyormuş, son zamanlarda işsizmiş. Giyimlerinden her şey belli oluyordu zaten. Her ikisinin de okuması yazması yoktu. Bununla beraber eşi de kendisi de güzel insanlardı. Kadın yıllardır akciğer enfeksiyonu ile cebelleşiyordu. Sağ akciğerinin alt parçası tamamen harap olmuştu. Ameliyat olması gerektiğini söyledik. İstanbul’un varoşlarında bir gecekonduda yaşıyorlardı. Üç tane çocuk. Kadının yeterli gıda alamadığı her halinden belli oluyordu. Dindar ve gururlu insanlardı, kadıncağız ne zaman ıstırap duysa, “Ya şeyh Abdülkadir Geylani, Ya Resulallah,” diye figan ediyordu.

      Terslik olacak ya, bu kadıncağızın da ameliyattan sonra biraz fazla kanaması oldu. Tekrar ameliyat gerektirmedi ama kan göğüs boşluğunun alt tarafına biraz birikti. Kanama olan yerde daha sonra apse oluştu. Onu boşaltmak için önce tüp taktık. Daha sonra içeriye iltihabı eriten bir madde verdik, ilk verişte sorun olmadı. İkincide beyinde problem yaşanmaz mı! Kalbi durdu. Tekrar çalıştırdık. Fakat solunum makinesine bağlı duruma geldi. Hastanenin yoğun bakımında yer olmadığı için dış merkeze gönderdik. Neyse Allah yardım etti, iki-üç gün sonra makineden ayrılıp bizim servise geri geldi. Yatırdık, beni ilk gördüğünde, “Sen beni bıraktın. Başka hastanelere gönderdin,” dedi.

      Zor bela anlattık hastanede yer olmadığını, mecburen gönderdiğimizi. Bu aşamadan sonra talihi biraz düzelir gibi oldu. Göğsündeki apse bölgesine küçük bir pencere açtık. İçerisini iyice temizledik, öksürüğü azaldı ve artık evinde pansuman olması için taburcu ettik.

      O kadıncağızın kalbi durduğunda ilk aklıma gelen üç çocuğu oldu. Ya kalbi tekrar çalışmasaydı o çocuklar ne yapardı? Eşi kendini bile zor idare edebilecek bir adamdı.

      Bazı kişiler hayatlarını birden fazla kişi, hatta koca bir aile için yaşar.

      Obez Olsan Ne Olur

      Obez, aşırı kilolu sözcüğünün İngilizcesi. Hakaret şeklinde algılanabilecek obez ifadesi dilimize yerleşti. Böyle kişilerin ne kadar kilolu olduklarını değerlendirmek için doktorların ve diyetisyenlerin kullandığı bir kriter var: Vücut kitle indeksi. Hesabı basit, kilonuzu boyunuzun metre cinsinden karesine bölünce değeri buluyorsunuz.

      Vücut kitle indeksi otuzun üzerinde olanlar obez, kırkın üzerinde olanlar ise süper obez olarak sınıflandırılır. Yirminin altı ise aşırı zayıf demektir. Yirmi-yirmi beş arası bir değer en sağlıklısı. 2006 yılında Avustralya’daki yemek borusu hastalıkları kongresinde obezite ile reflü arasındaki ilişkiyi anlatan bir seminer dinlemiştim. Sunan Ortadoğu kökenli Amerikalı hekim, rahmetli cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın ameliyat olduğu Houston’ın ünlü Methodist Hastanesi’ndendi. ABD haritası üzerinde eyalet eyalet obezite oranlarını gösteriyordu. %10’un üzerinde obez olan eyaletleri mavi, %25’in üzerinde olan eyaletleri kırmızı ile boyuyordu. 1960’larda sadece tek tük eyaletlerde mavi varken, 1970’te maviler sıklaşmaya, 1980’de araya kırmızılar girmeye başlıyordu. 2000’lere gelindiğinde bütün eyaletler kırmızı olmuştu. Ülkemizdeki durum da hiç iç açıcı değil. Toplumumuzun %30’u obez durumda.

      Servisimize süper obez bir kadın yattı. Elli yaş üzerinde. Aslında tiroid kanseri var ama kanser soluk borusunu tıkadığı için solunumunu belki rahatlatırız diye genel cerrahi bölümünün ricasıyla yatırdık. Genel cerrahiyle ortak ameliyata girdik. Böyle hastaların taşınması, ameliyat masasında pozisyon verilmesi dahi zahmetliydi. Yüz yirmi kilonun üzerindeki kişiler için özel masa gerekiyor, çünkü bu hastalar normal masaya sığmıyor.

      Hastanın boynu kısa ve kalınlaşmış, kanseri de çok ilerlemişti. Genel cerrahi tiroide pek bir şey yapamayacağını söyleyip tümörün bir bölümünü çıkardı. Bize de tümörün aşağısından soluk borusuna delik açmak kaldı. Bu işleme trakeostomi denir ve hastanın rahat nefes almasını sağlar. Hayatımda bu kadar zor trakeostomi açmamıştım. Soluk borusunu çok derinde, zor bela bulduk. Üzerine bir kesi yaptık. Soluk borusuna yerleştireceğimiz tüpün ucu ancak giriyor içeriye. Sonunda tüpü yerleştirdik ve hastayı yoğun bakıma aldık.

      Hasta yakınlarına durumu izah ettik, çok efendi bir adam olan eşi, “Hocam ne olur hanım en azından eve çıkıp bizimle biraz zaman geçirebilsin,” diye yalvarıyordu. Durumunun kritik olduğunu, toparlayacağını umduğumuzu söyledim.

      Hastanın eşi ertesi gün konuşmak için odama geldi. “Hocam bizim hanım böyle kilolu değildi, sonradan bu hale geldi,” deyince biraz yargılar ifadeyle, “Bu kadar kiloyu nasıl yaptı, akciğerleri dahi zor toplayacak şimdi, vallahi herkes kendi sorumluluğu ile baş başa,” dedim. Bunun üzerine ağlamaklı bir sesle, “Hocam bizim bir oğlumuz bundan iki yıl önce Bingöl’de şehit oldu. Bir yıl geçmedi, otuz yaşındaki diğer bir oğlumuzu da trafik kazasında kaybettik. Bu üzüntülerden dolayı kilo aldı. Hastalığı da bu yüzden,” diye açıkladı.