gibi bölgelerde asbestli ak toprak kullanımına bağlı olarak akciğer zarı kanseri sık görülür. Çocukluk çağında asbest tozuna maruz kalan kişilerde, elli-altmış yaşlarına ulaştıklarında mezotelyoma gelişir. Ayrıca eskiden gemi yalıtımında da kullanıldığı için, Batı ülkelerinde 60-70’li yıllarda tersanelerde çalışanlar bu hastalıklara yakalanır. 70’li yılların ünlü aktörü Steve McQueen de tersanelerde çalıştığı dönemde maruz kaldığı asbest nedeniyle gelişen mezotelyomadan hayatını kaybetmiştir. Hastalık tedavi edilmezse beklenen yaşam süresi bir yıl civarındadır. Kemoterapi ile bu süre biraz daha uzar.
Yurt dışında çalıştığım merkez bu hastalıkta referans klinik olduğu için Türkiye’ye döndüğümde orada uygulanan üçlü tedavi yöntemini burada da uygulamaya başladım. Ameliyat, radyoterapi ve kemoterapiyi birleştiriyordum. Bu yöntemle bazı hastalarda başarı elde ettik. Dört-beş yıl, hatta daha uzun süre hastalıksız hayatta kalan hastalarımız oldu.
Kütahya’dan bir telefon geldi. Oğlu da hekim olan altmış dokuz yaşında bir amcaya Kurban Bayramı’ndan üç-dört hafta önce mezotelyoma teşhisi konmuştu. O sene de hacca gitmek için hazırlıklar yapmıştı ama bu hastalık çıkınca üçlü tedavi olabilir miyim diye bize başvurdu.
Değerlendirmemiz sonucu hastalığın erken aşamada olduğunu gördük. Vücuduna iyi bakmış, yaşına göre oldukça dinç biriydi. Sakindi, yüzünde hep güven hali vardı. Hastalığından da haberdardı. Literatürde bu tip hastalıklara yakalananlar için tarif edilen reddetme, panik haline hiç uymayan bir halet-i ruhiye içindeydi.
Ameliyat hazırlığımızda her şeyin uygun olduğunu gördük. Ameliyat programındaki aksaklıklar nedeniyle ameliyatı iki-üç kez ertelendi. Sonunda ameliyat masasına yattı. Anestezi başlamadan önce stresini azaltmak için hastayla konuşur, elini tutarız. O birkaç dakikalık sohbet hem bizi hem de hastayı rahatlatır diye düşünürüz. Ama bu sefer tedirgin olan bendim. Amcaya çok büyük bir ameliyat yapacaktık, üstelik oğlu da hekimdi. Elini sıktım, “Nasılsınız,” diye sordum. “Merak etmeyin, korkmayın, her şey yolunda gidecek,” dedim. Amca güven dolu gözlerle yüzüme baktı ve kelimesi kelimesine, “Niye korkayım evladım, ben inanmışım,” dedi. Monitöre baktım, kalp hızı yetmişti.
İman denilen duygu insanı bu kadar mı güçlü kılıyor? Amcanın dedikleri hâlâ kulaklarımda yankılanıyor. Bazı savaş kahramanlıklarını dinlediğimde insanların cesaretleri, ölüme olan kayıtsızlıkları konusunda şüpheler duyardım. İçten içe, nasıl korkulmaz, diye sorardım, bu hikâyelerde gerçeklik payı az, diye düşünürdüm. Ama amcayı gördükten sonra gerçek inanmışlığın çok farklı bir şey olduğunu anladım. İnsanın çocuğunu korumak için hiçbir şeyi düşünmeden hayatını riske atması gibi, imanının gereğini sonunu hiç düşünmeden yapmak…
Nitekim ameliyatı ve sonrası sorunsuz geçti. Biraz yorulsa da üçlü tedaviyi altı ayda tamamladı. Bir müddet sonra genel durumu da toparladı. Mucizevi olan o büyük ameliyata rağmen bir yıl sonra hacca gitti. Hacca gitmeden önce telefon edip dua etti. Bizim mesleğin başka işlerde olmayan güzelliklerinden birini daha yaşadık. Bu duanın kıymetini ne ile ölçebilirdik?
Hastalığı ameliyattan iki yıl sonra tekrarladı. Tekrarladığını söylediğimizde sanki hiçbir şey olmamış gibi metanetle karşıladı.
Beraber Öğrenelim
Yurt dışında çalışmak, özellikle ABD’deki tıp sistemine adapte olmak Türkiye’de eğitim almış biri için hiç kolay değildir. ABD tıp sisteminin en önemli özelliği ayrıntıya çok önem verilmesidir. Ayrıntı da aslında medeniyet demektir. Dünyaca ünlü kalp cerrahı Michael Debakey’in söylediği çok güzel bir söz vardır:
“Indifference to detail is a sign of mediocrity – Ayrıntıya özensizlik sıradanlığın belirtisidir.”
ABD’deki üst ihtisasım sırasında altı aylık alışma döneminin ardından tek başıma nöbetlere başlamıştım. Birlikte çalıştığım Dr. Swanson, Rhode Island eyaletinden zenci-yerli karışımı bir kişiye akciğer kanseri ameliyatı yaptı. Sol akciğerin üst tarafını çıkarmıştık. Hasta tipik bir taşralı ABD vatandaşıydı. Basit işlerde çalışmış, yıllarca sigara içmiş, hayatı barlarda geçmiş, obez, özetle sağlığına pek dikkat etmemiş bir kişiydi.
Akciğer kanseri ameliyatlarından sonra hastaların neredeyse üçte birinde kalpte ritim problemleri gelişir. Kalp hızı artar, bazen dakikada 170-180’lere ulaşır. Düzensiz atımlı bu ritme atriyal fibrilasyon denir. Müdahale edilmezse akciğer ödemi ve kalp durmasına kadar gider.
Servisteki ilk nöbetlerimden biriydi. Ameliyat ettiğimiz bu hasta atriyal fibrilasyona girdi. Hemşireden çağrı geldi. Ne yapacaklarını sordular.
Türkiye’deki pratiğimizde bu durumda kardiyolojiden yardım isterdik ve sıklıkla da öneriler doğrultusunda digoksin dediğimiz ilacı başlardık. Hemşireye digoksin başlayabileceğimizi söyleyince, “Biz burada atriyal fibrilasyonun tedavisinde digoksin kullanmıyoruz,” demez mi! Bu arada hastanın nabzı yükselmeye devam etti, solunum açısından da stresli hale geldi. Bu sefer ben de strese girdim, konuşmam tutuklaştı. Dr. Swanson’a çağrı attım. Geri aradı. Stresli olduğumu anlayınca, belki de bilerek kardiyolojiyi aramamı söyledi. Bu sırada hastanın kalbi dakikada 150 atmaya devam ediyordu. Servisteki hemşire ve öteki kişilerin bakalım bu yeni yetme Türk ne yapacak diye beni süzdüğünü hissediyordum.
Kardiyoloji nöbetçisinin numarasını öğrendim, çağrı attım. İkinci çağrıdan sonra döndü. O stresle ameliyat sonrası atriyal fibrilasyon gelişen bir hasta olduğunu, tedavisi konusunda yardım istediğimi belirttim. Kelimesi kelimesine, “Doktor Bey, siz ameliyat sonrası görülen atriyal fibrilasyonun nasıl tedavi edileceğini bilmiyor musunuz,” diye sordu. Hayatımda hiç bu kadar utandığımı, yerin dibine geçtiğimi, küçüldüğümü hatırlamıyorum. Telefonda geveledim, ne cevap verdiğimi doğru düzgün hatırlamıyorum. Bu gevelemem sonrasında karşımdaki kardiyolog şu sözlerle son darbeyi vurdu: “İyi o zaman doktor bey. Geliyorum, atriyal fibrilasyonun tedavisini beraber öğrenelim.” Telefonda yabancı olduğumu aksanımdan anlayan kardiyolog, üstünlüğünü sözleriyle beni ezerek, geldiğinde de tavırlarıyla küçümseyerek gösterdi.
O gün benim için dönüm noktası oldu. Cerrah olarak daha önceden hiç aşina olmadığım, Dr. Paul Marino’nun yoğun bakım kitabını baştan sonra okudum. Göğüs cerrahisi hastalarında görülebilecek göğüs dışı acil sorunların tamamının tanı ve tedavisini, tabir yerindeyse hatmettim. İki-üç ay içinde oradaki bütün asistanlardan daha iyi atriyal fibrilasyon tedavi eder hale geldim. İlaçların dozlarını ayrıntılarıyla ezberledim.
Amerika’daki mezuniyet sonrası tıp eğitimi, ihtisas programları açısından bizden, hatta Avrupa’dan dahi çok üstündür. Dünyadaki bütün akademisyenler bunu az çok bilirler. ABD’nin Ivy League-Sarmaşık Üniversiteleri olarak adlandırılan köklü üniversitelerinde – Harvard, Columbia, University of Pennsylvania, Yale, Brown, Dartmouth– tıp eğitimi çok üst düzeyde verilir. İhtisasa başlama zamanı temmuz ayıdır. Kendi üniversitenizin