ama batında hayati tehlike oluşturacak bir yaralanma görülmüyordu.
Bizim odaya ameliyat esnasında hastanın haberi gelmişti. Acil ameliyat odasına gönderdiğim asistanım hastanın sağ göğüs boşluğuna bir hortum yerleştirmişti. Hastadan yaklaşık 700 cc kan gelmiş olduğunu gördüm. Hastanın nabzı hızlı tansiyonu düşüktü. Bu hayra alamet bir durum değildi. Acaba kalp yaralanması olmuş olabilir mi diye düşündüm. Kalp yaralanması olan kişiler genellikle olayın gerçekleştiği mahalde ölürler, hastaneye dahi yetiştirilemezler. Hastanın göğüs kemiğini by-pass ameliyatı yapar gibi açmaya karar verdim. Halk arasında iman tahtası olarak da adlandırılan göğsün ortasındaki kemiği yukarıdan aşağıya kestim. Kalbi ve büyük damarları ortaya koydum.
İlk gördüğüm, kalp zarının şiş üstüne sağ yanında bir delik olduğuydu. Kalbin her atışında delikten bir miktar kan göğüs boşluğuna boşalıyordu. Herkese verilecek serumları, dikişleri hazır etmelerini söyledim. Böyle durumlarda kalp zarını açtığınızda ani olarak kan boşalır kalp durabilirdi. Karşımda genel cerrahiden uzman bir arkadaş vardı, göğüs cerrahıydım, kalp eğitimim sınırlıydı. Kalp zarını açtık. Kurşun sağ kulakçıktan girip, sağ karıncığı boylu boyunca yırtmıştı. Ne hikmetse, yırtık düz ve aralıklı olduğu, sadece sağ taraf yaralandığı için kanama sınırlı kalmıştı. Sağ tarafta basınç daha düşüktü. Normalde solda büyük tansiyon on ikiyken sağda iki-üç olur. Sol karıncık yaralansa, damarlardaki kan hızla boşalacağı için hasta bir-iki dakikada ölürdü.
Kalp zarını açıp hastanın kalbini elimle yakaladım. Atan bir kalbi ellerimin arasında tutmak çok garip bir histi. Kanayan bölgeleri iki parmağım arasında sıkıştırıp cerrah arkadaşıma dikişleri atmasını söyledim. Önce karıncığı diktik. Daha sonra kulakçığa dikiş attık ama kalbin duvarı lime lime olmuştu. Bir-iki dikiş daha attıktan sonra kulakçıktaki yırtığı yeteri kadar onaramayacağımızı anladık. Beş yüz metre ötedeki kalp hastanesinin cerrahlarına haber vermelerini söyledim. Gazlı bezi basıp beklemeye başladık. Bu arada hastanın tansiyonu kalp hızı iyi gidiyordu. Şansa bakın ki belki on yıldır görmediğim kalp cerrahı arkadaşım çıkageldi. Kulakçıktan giren kurşun sağ koroner damarı yaralamıştı. Hasta kalp krizi geçirmeye, sağ karıncık duvarı parçalanmaya başladı. Kalp cerrahı arkadaş çok hızlı bir şekilde kanamaları onardı, hasta kanaması durmuş hale geldi.
Hazır kanama durmuşken, “Bu hastayı hemen kalp hastanesine alıp by-pass altında sağ tarafı tekrar dikmek gerekir,” dedi. Saate baktım, yedi olmuştu. Sonradan öğrendim ki hastayı o akşam by-pass ile tekrar onarmışlar. On gün kadar sonra hasta yürüyerek taburcu olmuş. Meğer eski bir milli futbolcuymuş. Vücudun bu kadar travmaya dayanabilmesi için temelin güçlü olması gerekir, diye düşündüm.
Gençliğinde milli yüzücü olan yetmiş sekiz yaşındaki bir hastaya akciğer kanseri ameliyatı yapmıştım. Akciğerin bir parçasını ve üç kaburgasını çıkarmıştık. Son elli yıldır her gün iki paket sigara ve alkol almasına rağmen bir hafta sonra taburcu olmuştu. Gençlikten kalan sportif bir vücut hastanın hep yararına olmuştur.
Kalbi delen her kurşun kişinin hayatına mal olmuyor, günde yaklaşık yüz bin kez atan kalbimiz, hayat devam edecekse yorulmadan atmayı sürdürüyor.
Yaklaşım Farkı
ABD’de yaklaşık kırk milyon, orta Amerika ülkelerinden göçmen vardır. Bu yüzden metrolarda veya öteki ortak alanlarda İspanyolca afişler görmek mümkündür.
Servise orta Amerika kökenli bir hasta yatmıştı, ilk adı, Antonio idi. Sağ akciğerin üst bölgesinde kanser gelişmiş, kemoterapi ve radyoterapi görmüştü. Hastalığın üzerinden dört yıl geçmişti. İyileştiğini düşünürken, bu kez akciğerin içinde, kanser olan bölgede bir apse boşluğu gelişmişti. Böyle boşlukların içerisinde Aspergillus adlı bir mantar ürer. Hastalığın adına da Aspergilloma denir. Boşluğun içi damarlanmadığı için, ilaçla kurutmak mümkün olmaz. Son derece dirençli bir enfeksiyondur, kanserin yanı sıra tüberkülozu olan hastalarda da gelişir. Bu enfeksiyon, dokuları peynir gibi bir kıvama getirir.
Antonio’nun Aspergilloma’sını iyileştirmek için hastanın göğüs duvarının ön yüzünden bir iki kaburgasını çıkardık, boşluğu göğsün dışına ağızlaştırdık. Her gün açık pansuman yaptık. Fakat boşluğun olduğu yer ana damarlara çok yakındı. Her an damarların duvarları eriyip patlayabilirdi. Açık pansumanlar bir ay kadar sürdü. Boşluğun iyice temizlendiği kanaatine varınca, içerisine kas veya yağ dokusu koyarak hastayı göndermeyi amaçladık. Ameliyathaneye aldık. O gün Dr. Swanson iki ameliyathanede çalışıyordu. Daha önce pansumanlarını sıklıkla ben yaptığım için Antonio’nun ameliyatına girmemi istedi.
Hastanın hazırlığını, örtülmesini takiben serviste yaptığımız gibi boşluğun içini temizledim, ışıklı boru ile içerisine bakıp ölmüş dokuları küçük küçük çıkardım. Boşluğun sonunda kötü görünümlü küçük bir doku daha vardı. Onu biraz kaldırmak istememle birlikte bütün boşluk hızlı bir şekilde kan doldu. Kanama, akciğere giden ana damar olan pulmoner arterden geliyordu. Parmağımı bastım ve hemen, “Doktor Swanson’ı çağırın,” dedim. Bu arada soluk borusuna yerleştirilen tüpten de kan gelmeye başladı. Çok becerikli bir anestezist olan Dr. Steven Lisco, kanama havayolunun öbür taraflarına bulaşmasın diye sağ akciğerin üst bölümüne giden hava yolunu bir balonla tıkadı.
Dr. Swanson hızla odaya girdi, ne olduğunu sordu. Hastanın yüksek debili kanaması olduğunu söyledim. Yıkanıp geldi. “Parmağını çek,” dedi. Çekmemle birlikte kanın çok hızlı bir şekilde dolduğunu gördü ve boşluğa hızla gazlı bez yerleştirdi. Kalp cerrahisinden Etiyopya asıllı cerrah Dr. Lishan Aklog’un çağrılmasını söyledi. Lishan Aklog gelince benim ameliyattan çıkmamı, öteki odaya yardım etmemi istedi. Hasta ile çok uğraştılar, göğsün ortasındaki kemiği kestiler. Fakat bir türlü kanama kontrol altına alınamadı, çünkü dokular dikiş tutmuyordu. Sonunda kanamayı kontrol altına almak için sağ akciğere giden ana damarı, perikard dediğimiz kalp zarının içinden kestiler, yani sağ akciğeri tamamen almış gibi oldular. Hastanın akciğer fonksiyonları çok kötü olduğu için, bu işlemden kırk sekiz saat sonra hayatını kaybetti.
Hastanın hayatını kaybettiğini duyunca çok moralim bozuldu. Sonuçta hasta benim yüzümden kanamıştı. Ertesi gün Dr. Swanson beni odasına çağırdı. Çok tedirgindim, beni klinikten çıkaracak, sonra da hızlı bir şekilde Türkiye’ye gönderecek diye düşünüyordum. Tam tersi oldu. Üzülmemem gerektiğini, bunların olabileceğini, daha dikkatli olmamı, bazı işlerde şüphedeysem kendisine haber vermemi ve çalışmaya devam etmemi söyledi.
Olaydan birkaç gün sonra göğüs cerrahisi kliniğinin eğitim toplantısında yanıma yaklaşan kliniğin kıdemli hocalarından Dr. Steven Mentzer, “Bu hastanın damarı kimin elinde patlayacak diye merak ediyorduk, kısmet sana çıktı,” diye takıldı.
Bu tam bir Anglosakson yaklaşımıydı. Benzer durumlar bizim ülkemizde yaşandığında genellikle suçlanacak kişi aranır ve sıklıkla da sorumlu merdivenin en alt basamağındaki veya konuyla en az ilintili kişi olurdu. Daha sonraki zamanlarda Dr. Swanson, “Hasan, istemeden de olsa mutlaka hata yapacaksın, hastanı kaybedeceksin. Hepimiz bunları yaşadık ve yaşıyoruz,” diye beni teselli etti.
O