iterek düzeltti. Büyüteci sol eline aldı. O bu şekilde ev ödevlerini yapıyordu. Fakat torunu kaç gündür üst üste iki alarak geliyor.
– Utanılacak bir durum, dedi ihtiyar. Zaman o kadar çok mu değişti yahu? Sayıları da mı etkiledi o böyle? Başka çeşit hesaplamayı kim öğretti onlara?”
Bugün morali hiç yoktu ihtiyarın. Kendi ifadesiyle sıfırdı. Torununun çantasına yaklaşmak bile istemedi. Çanta duvara yaslanmış, üzgün üzgün bakıyordu.
Dedesi, İlnur’u çok seviyordu. Bu yüzden bir dediğini iki etmiyordu. Dilediğini alıyor, ne isterse onu yapıyordu.
Torunu bir gün ona:
– Sen gerçek bir dedeye benzemiyorsun. Dedelerin sakalı olur. Hem sekseni doldurdum diyorsun, hem de dede değilsin. Ben sekiz, sense seksen yaşındasın? Gerçekten de çok ilginç!
– Aramızda kaç yaş var, söyle bakalım, dedi ihtiyar.
Torunu hemen bilgisayarın başına geçip tuşlara tak tak bastı ve “Yetmiş iki” diye cevap verdi.
Dedesi içinden:
– Ah bu bilgisayar yok mu? İnsanı hepten cahil ediyor, diye söylendi.
Gel zaman git zaman, bir gün torunu dedesinin bembeyaz sakallarını severek çekmeye başladı. Kikir kikir gülüyordu. Dedenin de hoşuna gidiyordu. Çünkü torununun gönlü olmuştu.
Dedesi her gün hokey sahasına gidiyor. Sahayı çevreleyen çite yaslanıp, hokey topunun uçuşunu, oyunun kızışmasını seyrediyordu. Biraz oyunbazlık yapmaya başladıklarını görürse, değneğini sallayarak:
– Beceriksizler! Hepiniz ortaya toplanmışsınız, dağılsanıza, diye bağırıyordu.
Torunu bu sefer de onu duymadı. Eve gelince dede torun masının başında tartışa tartışa, ter içinde çay içtiler.
– Dedim ben sana, hokey sopasını kesmek lazım diye. Ama sen yine bildiğini okuyorsun. Bak gördün mü sonucu? Hiç de bizim lehimize bitmedi, dedi dedesi.
İlnur, mağlubiyet acısını yaşadığı o anı tekrar hatırlayarak, burnunu çekti.
– Sen nereden biliyorsun ki bu işi? Hokey sopası filan görmedik biz diyen sen değil miydin?
– Bilmez mişim? Ben Sabantoy güreşlerinde baş pehlivan olmuş bir adamım. Ödül olan boynuzlu koçu omuzlarımda güle oynaya eve getirirdim ben. Hey gidi günler hey!…
– Baş pehlivan olmak için ne yapmak gerek dede?
– Gayret, çalışmak gerek. Ama en önemlisi istek. O olmadan hiç bir şey olmaz, dedi ihtiyar torunun gözlerine bakıp manalı manalı gülerek. Bir süre öylece kaldıktan sonra sözüne devam etti:
– İstekle, gayret ikisi birlikte el ele yürümeli. Senle ben gibi, birbirine yardım ederek.”
Torunu matematik dersini hatırladı ve birden:
– Senin yardım etmen, öğretmenin hoşuna gitmiyor, dedi.
İhtiyar sakalını sıvazladı ve;
– Bundan böyle yardım etmem.
– Sonra da iki alırım…
Torunu matematik dersinden söz açmak bile istemiyordu. Kapıya koşup hokey sopasını kaptığı gibi geldi.
– Hadi, neresinden kesiyoruz?
Dedesi testereyi almak için balkona gitti.
Ertesi gün torunu okuldan gelir gelmez, daha yemek bile yemeden hokey sahasına koştu. Nasılsa hoşuna gitmişti kesilen sopa.
Dedesinin boş konuşmadığını ta baştan beri biliyor bilmesine de, şu inadını kıramıyordu bir türlü.
Dedesi de torununun hayatını hep kolaylaştırmak istiyor, onun okuldan gelir gelmez sakalına yapışmasını dört gözle bekliyordu. Eskiden, sadece Sabantoy Bayramı’nı beklerdi bu şekilde. Öyle arası uzun teneffüste torunu da cep telefonunuyla dedesinin halini hatırını soruyordu. Bu yetiyordu ona. Yalnızlık azabından kurtarıyordu çünkü.
– Matematik dersi oldu mu? diye soruyordu kimi zaman dedesi.
– Oldu.
– Defterde hatalar çok mu?
– Hata yok ama iki var, dedi torun üzgün üzgün.
– Takma kafana oğlum. Birlikte hallederiz, merak etme… Hadi eve gel.
– Bir ders kaldı, dedi İlnur. Bu sefer onun sesi çok kısık çıktı.
Dedesinin de kafasına takıldı. Bu ikiler bana mı yoksa? Ağzının tadı iyice kaçmıştı. Yerli yersiz sorduğuna da pişman olmuştu.
Fakat torunu eve gelince, her şeyi unutuyor, sopasını kaptığı gibi sokağa fırlıyordu. Dedesi de onun arkasından… Fakat nedense bu sefer hokey sahasına gitmedi.
Bir gün yine, soluk soluğa burnunu çeke çeke elma gibi kızarmış yanaklarını ovarak içeri girdi İlnur. Burnunun ucu, yüzü üşüdüğünden değil, yandığından kızarmıştı. Dedesi, kendi çocukluğunu hatırlayıp gülümsedi. Torunun alnında boncuk boncuk terler asılıydı.
– Dede! diye seslendi kapıdan girer girmez.
– Ne oldu gene?
– Dede! Biz yendik. Hem de üç sıfır. Sopayı kesince ne kadar güzel oldu bir bilsen..
– Biliyorum. Ben Sabantoy Pehlivanıyım çünkü. Ya! Dedenin sözlerine işte böyle kulak vermelisin.
Torunu koşarak gelip, ona sarıldı ve bir eliyle bembeyaz sakalını sıvazladı.
– Dedeciğim!
– Dinliyorum dostum…
– Yarın matematik dersi var. Bu sefer daha dikkatli çözmemiz gerekecek.
– Neyi?
– Problemi tabii…
Dedesi, omuzu üzerinden baş parmağıyla kapının orayı işaret etti. Torunu dönüp kapının önüne baktı. Olduğu yerde duran çantasını görünce canı sıkıldı. Dedesi ses etmedi. İlnur’un morali iyice bozuldu. Dedesinin “sıfır oldu” deyimini hatırladı.
– Ödevimi yapmamış, dedi kesik kesik burnunu çekerek. Böyle olduktan sonra bana haydi haydi iki verecek artık.” dedi.
– Bana da verirler. Yoksa senin yerine ben mi gidip gelmeye başlasam okula?
– Seni almazlar…
– Problemleri nasıl çözdüğümü anlatırım.
– Gerek yok…
İlnur, diğer odaya ödev yapmaya gitti. Dedesini dinlemesi gerektiğini artık anlamış gibiydi.
İhtiyar, masanın köşesinde kalan günlüğü açtı. Yine de hangi konuyu gördüler diye merak ediyordu.
Büyütecini gezdire gezdire ev ödevinin yazıldığı kısma gözü ilişti. Orada: “Ev ödevlerini İlnur kendisi yapsın.” diye bir not vardı.
Lele Ğıymadiyeva
HANGİSİ GERÇEK HANGİSİ HAYÂL ?
Aybulat’ın odasında ne yok ki… Karşıki duvarı boydan boya kaplayan dev ekranlı ev sinemasından, dvd çalardan tutun da, rengârenk balıkların yüzdüğü kocaman akvaryuma kadar var. Sağ taraf duvarı bir uçtan öbür uca çeşit çeşit bilgisayarlar kuşatmış durumda. Dizüstü bilgisayardan alın da, sağında solunda yazıcısı, tarayıcısı bulunan koca gövdelisine kadar, hepsi orada mevcut.