Gabit Müsirepov

Ulpan


Скачать книгу

uçsuz bucaksız arazi gerçekten de övünülecek kadar vardı. Yığın yığın sık ormanlar. Dereli tepeli, toynak değmemiş yemyeşil otlu geniş arazi… Atın ayak hizasını birazcık aşan yağan ilk ak kar, yerdeki otları henüz tamamen gizleyememişti. Böyle bir yere erkenden gelip yerleştiğinden dolayı, mal sahibinin gönlü tamamen hoşnut gibi görünüyordu.

      Eseney’in yanında dört yoldaşı vardı: en güvendiği dostu, uzak akraba “Türkmen” Müsirep, Alday boyundan avcı Müsirep, başka boydan olsa da, Eseney’in hemşehrisi Bekentay Batır ve Eseney’in yedekteki atını getiren genç yiğit, Türkmen Müsirep’in kardeşi Kenjetay.

      “Türkmen” Müsirep biraz kaval çalardı. Onun “Bozingen”, “Bozmunay”, “Süyir Batır”, “Alkaköl”, “Alğaşkım” adlı küyleri4 vardı. Bundan sonraki tutkusu ise iyi bir at ve güzel bir elbiseydi; o, eğlenceye düşkün bir kişiydi. Ceplerinde karanfil bulunurdu… Halen ak düşmemiş sakal ve bıyığını itinayla tıraş ederdi.

      Alday boyundan olan Müsirep, avcıydı. Baldağa5 dayadığı sağ kolunda “Tilki Perisi” adlı gözleri bağlı kara kartalı, sırtında ise oku ve uzun namlulu tüfeği vardı. O, birazcık sabırsızca, birazcık da çok konuşan bir adamdı.

      Gün akşama dönüyordu ve hava bulanıyordu, çok geçmeden kar yağmaya başladı. Eseney uzaktan gözlerini dikerek, gelip durduğu bu yeri övmelerini bekler gibi yoldaşlarına baktı.

      Böyle geniş bir otlağı Eseney’in aklına ilk düşüren kişi, avcı Müsirep idi. O, sanki bunu Eseney’e hatırlatmak ister gibi ona doğru yönelip:

      –Ağa Sultan6 pirimay! Dememiş miydim? Kışa doğru yılkı yavrularına bundan daha iyi yer olmaz, sahipsiz boş duran yer! Bir kış yayladın oldu, Ağa Sultan’ın otlağı diye bilinir de çocuğunun çocuğuna kadar gider! Dedi.

      Eseney, onun sözünü bitirmesine izin vermeden ikinci Müsirep’e baktı. Bu söylediği “Ağa Sultan” ve “çocuğunun çocuğuna” sözlerinin Eseney’e ok gibi saplandığını, saf kalpli avcı fark etmedi bile. Ağa Sultan olmak isteyip de olamayan bir kişiye, iki oğlu bir günde ölüp, o zamandan beri geçen yirmi yıl içinde hanımı çocuk doğurmayan bir kişiye, söylenen deminki sözlerin alay etmek ve küçük düşürmek ile eşit olduğunu dalkavuk avcı anlamamış olsa gerekti. Şöhret düşkünü, lakap düşkününün sözünü tekrarlar.

      Geçen kış avda karşılaşıp Eseney’e iki tilki, üç gelincik vermişti, bundan yüz bulup sohbetin arasına girip lafı bölüyordu. Bu yıl, işte Eseney’in yanında Eseney’in kurt kovalayan avcı köpeklerini besliyordu. Kendisi de ava düşkün olan Eseney, onu bozacak sert bir söz söylemiyordu. Sadece elini kaldırıp onu susturdu, bütün olup biten bu kadardı…

      –Yaz güz hayvan tırnağının değmediği bir otlak olduğu besbelli. Fakat bu gün sahipsiz bir yer var mı, bir sahibi vardır belki de, diye “Türkmen” Müsirep biraz ağırdan alıyordu. Avcı Müsirep yine araya girdi:

      –Yok yok! Sahipsiz demedim mi? Bu civarda benim bilmediğim yer var mı, hey Allahım! Kurdu ve tilkisinin işaretine, damgasına kadar bilirim. Tanrı biliyor diye söyleyeyim, “Karşıgalı”da üç bin kurt, beş bin tilki, on iki bin gelincik, yedi bin tavşan var!..

      “Türkmen” Müsirep adaşına bakıp ona sataştı:

      –Ak keklikler ve kara kekliklerini saymamış olmalısın Müsirep Bey!

      –Eğer üç bin kurdu olsaydı, benim yılkımı bir kışta yiyip bitirmez miydi? Diye Eseney de şaka yaptı.

      Kenjetay, ağabeyine bakıp ona gözüyle sık ormanın orta tarafını işaret etti. Müsirep kardeşinin işaret ettiği tarafa baktı:

      –Şu sık ağaçlığın ortasında üç yerden duman mı görünüyor sanki, diye Eseney’e döndü. -İşte atlı adamlar da göründü.

      Üç atlı adam hızla at sürüp geldi. Biri önde, diğer ikisi daha arkadaydı. Öndekinin atı ya rahvan giden bir at ya da orta hızda giden çok zayıf bir at olmalıydı. Arkadaki iki kişi onun arkasından geliyordu.

      Öndeki genç, tepenin başında duran kalabalığın önüne yaklaşıp konuşmaya başladı:

      –Nasılsınız ağalar!.. “Karşıgalı” otlağını mesken tutup konan üç avulluk Kürlevit boyunun ricasını bildirmeye geldik… Bu yıl kışın burada barınabiliriz dediğimiz, yaz boyunca kullandığımız nadide bir yerimizdi. Varıp yerleşen bir boy değiliz… Zavallının ahı, ar edene denk gelirmiş diye gönderdiler… dile getirdiğimiz ricamıza bir kulak verseniz…

      Avcı Müsirep, Eseney’e yaranmak isteyip, ricasını bitirmesine izin vermeden gencin sözünü kesti:

      –Dur dedikten sonra laf kalabalığı yapmadan dur, çocuk! Avuluna selam söyle: Eseney Ağa Sultan’ın atının burnunu dayadığı yer için onlar mücadeleye girip boşa yorulmasınlar! Dedi.

      Genç de şaşırmadı:

      –Eseney’i olmayan boy da boy imiş, halk imiş deseniz ne olur, kızıl ateş gibi etrafı kaplayarak gelen yılkısının yönünü geldiği yöne geri çevirseniz. Bu bizim sizden ricamız…

      –Şunu görüyor musunuz kimin adını anıyor! Kuyruğunu kıstırıp, sopa çeksin diye mi bekliyorsun? Diye avcı hızla atını mahmuzladı. Eseney, koluyla engelleyip durdurmasa neredeyse bir kaza çıkacaktı.

      Genç delikanlı bu sefer cevap vermedi. Başını eğip, ricasına cevap bekledi.

      Eseney, böyle cesur gençleri çok beğenirdi. Henüz yirmisine bile basmayan genç çocuğun sözlerinde hem anlam hem de öfke vardı. O, böyle yetiştiririm diye ümit ettiği iki oğlu birden çiçek hastalığından bir gün içinde vefat ettiğinden beri, böyle sağlam karakterli gençlere her zaman imrenerek bakardı. Kendisiyle aynı boydan olan on avul Sıyban’ın içinde ümit vadeden gençlerin hepsini de takip ederdi. Genç delikanlıya imrenip “Türkmen” Müsirep’e baktı, bu bakışı, nazik cevap ver der gibiydi.

      “Türkmen” Müsirep, genç delikanlının kelime seçiminden onun öfkesinin kudretini hissetmişti. “Kürlevit boyu” diyerek ricacı gönderen hangi zengin avul dersin? Ricada bulunmasını bilen bir aksakalı da mı yok acaba?

      –Yavrum, rican sonuçsuz kalmaz, dedi o, -bu sonuçsuz bırakılacak rica değil. Avuluna gidip bunu söylersin. Görünüşü samimi olandan ümidini kesme derler, görmüşsünüz demeye içim elvermiyor. Ne yazık ki, öfkenden kaynaklansa da biraz gururlanarak konuştuğun da oldu. Avuluna gidince bunu da söylersin.

      Genç delikanlı bu sefer de hemen cevap verdi:

      –Ricamızı bildirip gel diyen halk, gururlanarak söyle diye tembihlememişti, ağalar. Böyle olduğu için, kabahat bende. Yerinde söylenen söz yerini bulur, yerinde söylenmeyen söz gider sahibini bulur demişler ya! İşte, ayıbım! Diye atından inip, atın uzun yularını Kenjetay’a doğru fırlattı. -Nasıl olsa yedekte at sürüyorsun, bunu da al yedekte sür.

      Daha sonra iki arkadaşından birini atından indirip, onun atına binip atını sürdü.

      –Affediniz, ağalar…

      Arkadaşları ise ikisi birlikte bir ata binip gitti.

      Eseney uzaklaşarak giden genç delikanlıya uzun süre bakakaldı. O an, çocuksuzluk derdi onun bütün ruhuna işleyip, bütün aklı fikri bu genç delikanlının ardından uçup gitmiş gibiydi.

      –Tüh, kuyruğunu kıstırıp, iyice dövüp alman gerekliydi bunu senin! Dedi avcı Müsirep, yeniden sinirlenerek. “Kuyruğunu kıstırıp” sözünü