Çolpan

Gece ve Gündüz


Скачать книгу

himayesine kalmışlardı. Ağabeyi Halmat, aklı erdiğinden beri iş peşinde koşuyordu. Henüz oyun çağında çocuk yaşlarında da bütün köyün sürüsüne bakıp, ailenin ihtiyaçları için bir katkıda bulunmaya çalışıyordu. Onun çobanlık ettiği zamanları köyün insanları hâlâ hevesle hatırlıyorlardı. Sokakta ona rastlayanlar:

      – Sürümüzü yetim bıraktın! deyip başlarını esefle sallayıp geçiyorlardı. Sık sık tekrarlanan bu tür sözler onun yüzünü güldürüyor, gönlünü hoş ediyor, durmadan çalışmak için bileğine güç kuvvet veriyordu. Onun kendine ait merhum kaynatasından kalan bir parça çeltik tarlası vardı, bütün gücünü buraya sarf ediyordu. Herkesten önce işe başlayıp, herkesten geç bitiriyor ve herkesten çok çalışıyordu. Sadece bununla altı kişilik büyük bir ailenin nafakasını temin ediyordu. Anası yaşlanıp iki büklüm olmuş, bir kızı ile bir oğlu henüz küçük çocuk, hayatın bütün yükü hanımı ile kızkardeşinin üzerinde. Bu ikisi tarla işlerinde ona yardım etmekten de geri durmuyorlardı. Onların tarlada da faydaları çok oluyordu. Halmat kendisi böyle çalışıp didinip, hayatın ağır yükünü yalnız başına taşıdığı için hanımı da, kızkardeşi de onu başüstünde tutuyorlardı. Her hususta onun taleplerini memnuniyetle yerine getirip, hiçbir işte üzmemeye gayret ediyorlardı. Çalışmaktan başka hiçbir şeyi bilmeyen bu yoksul delikanlının ne gibi ağır talepleri olabilir dersiniz? Bütün hevesler, talepler ve düşünceler, her ne olursa olsun, bu aileyi geçindirmekle ilgiliydi. Elbette gelin de, kız da genç insanlar; gençlerin nazları, hevesleri olmuyor değildi. Onların heveslerine tamamen haksız demek doğru olmasa gerek. Çünkü onlar da gençler, diğer akranları gibi onların da arzu ve hevesleri vardı, gönülleri birçok şey istiyordu. Zindandaki esirin hiçbir hayali olmaz, diye kim söylemiş? Dilenci padişah olmak isterse, fena mı? Bazen bu tür güçlü talepler gelinde veya kızda görülüp biraz ortaya çıkmaya başlayınca, güngörmüş hassas biri olan yaşlı kadın bunu derhâl hissediyor ve ona göre tedbirini alıyordu. Halmat’a biraz ağır gelen bir iş olursa, ona sezdirmeden kendisi yapıp bitiriyordu; yeri geldiğinde mülayim davranıp, yeri geldiğinde sertçe ikaz edip, kızı veya gelininin gönlünde uyanan hevesin alevlerine su serpiyor, o alevleri daha da büyümeden söndürüyordu. Onların talepleri çok makûl olursa, kendisi bir çaresini bulup, hallediyordu. Onların gönlünü alıyor, Halmat’ı fazla sıkıntılardan kurtarıyordu.

      Şehirden Saltı’ların bir araba hâlinde gelmeleri de Anahan’ın bu tür heveslerinden biriydi. Saltanatlar ailesi ile Anahanlar ailesi arasında baba-dededen beri devam edip gelen bir dostluk hüküm sürüyordu. Bu iki ailenin insanları yılda bir iki defa birbirleriyle görüşüyorlardı. Geçen güz, harmanlar kaldırıldıktan sonra, Anahan ile gelin, Saltanatların evinde bir hafta kadar kalıp gelmişlerdi. O zaman Anahan kendi arkadaşını bir iki akranı ile beraber baharda köye çağırmış, bahar gelip tabiat canlanınca, şehire giden bir adam vasıtasıyla yine haber gönderip davet etmişti. Yaşlı kadın kızının bu talebini, elbette yerinde buluyordu. Anahan’ın yanında çocuklarıyla beraber birkaç gün gezip gelen gelin de kızın fikrine canıgönülden katılınca, yaşlı kadına hiçbir söz söylemek imkânı kalmamıştı.

      – Sözlerin çok makûl! dedi bu konu hakkında düşüncesini açıklarken. Bunun çaresini bizim bulmamız lazım. Biçare Halmat’a bundan dolayı hiçbir yük gelmesin. Çaresi olursa, ona hiç bildirmeyelim. Misafirler gelince öğrenir.

      Anahan geline baktı. Gelin Anahan’ın bu bakışından “Haydi, konuşun, ne diyorsunuz?” dediğini anlamış olsa da kaynana yanında ilk defa söz söylemeyi münasip görmediği için sessiz kaldı. Bundan sonra Anahan bir şey söylemeye mecburdu.

      – Peki, siz kendiniz bilirsiniz, anne. Davet etmek gerektiğine “hayır” demediniz. Misafiri kuru ekmeğe çağırmak olmaz. Bunu kendiniz de biliyorsunuz.

      Söz buraya gelince, gelin de bir çift söz söyleyerek araya girdi:

      – Elbette, bilhassa bunca yerden gelecek olan misafiri.

      – Pek, iyi biliyorum! dedi yaşlı kadın. O gelininin sözünü keser gibi hemen konuşuyordu. Güzde ikiniz gidip bir hafta kalıp geldiniz. Muhtaç vaziyette olmalarına rağmen sizi çok memnun ederek gönderdiler. İkiniz de uzun süre anlatıp durdunuz.

      – Doğru! dedi Anahan.

      – Onun babası da, nihayet bir ayrancı, arazisi yok, dükkânı yok. Hayat zor. Öyle olmasına rağmen bizim için neler yapmadılar?

      Son soruyu gelin ninesine sormuştu. O da:

      – Evet, nesini söyleyeceksiniz, deyip derhâl tasdik etti. Bundan sonra bütün hepsi sustu. Yaşlı kadın bir çare bulmak için düşünceye dalmıştı. Yavaş yavaş ağılın damına yatırılan merdivenin ikinci basamağına oturdu. Kız ile gelin yere çöktüler. Yaşlı kadın eliyle merdivenin yan ağacını silerek oyalanıyor, Anahan ağzından çıkardığı sakızı elinde ezerek küçük bir top yapıyor, gelin ise bir çöple yeri çiziyor, üçü de bu şekilde düşünceye dalmışlardı. Yaşlı kadının bütün aklı az önceki mesele ile meşgul olsa da, iki gözü bunlarda; bunlar ise kâh birbirlerine kâh yaşlı kadına bakıyor kâh gözlerini yere dikiyorlardı. Sessizliği yaşlı kadın bozdu:

      – Fakirlik ölsün, fakirlik! dedi ve derin bir “of” çekti. Hiçbir çaresini bulamıyordu.

      Biraz sessizlikten sonra birden sesini yükseltip:

      – Bunca yerden bizim darı aşımızı içmeye mi geliyorlar? Üç dört gün kalacaklar. İyice bir şey yapıp önlerine koymazsak olmaz! dedi.

      Onların ikisi de uyanır gibi oldular, ikisi birden:

      – Elbette, elbette! dediler.

      Tam da o sırada samanlığın yanında Halmat göründü.

      Bunlar ona dönüp bakmaya fırsat bulamadan onun:

      – Anne, burada mısınız? şeklindeki sesi duyuldu.

      Yaşlı kadın sohbeti bölüp, yerinden kalkarken:

      – Telaş etmeyin, biraz düşünelim, yarına kadar bir çaresi bulunur, dedi ve yürüyüp Halmat’ın yanına gitti.

      Akşamüzeri yatacakları sırada yaşlı kadın ikisini yanına çağırıp, kendi fikrini söyledi:

      – Düşüne düşüne elimden gelen şu oldu: Vefatım için bazı şeylerden biraz ayırmıştım. Şimdi Ana, sen de elinde olanlardan bir iki şey ayır, gelin siz de bir şey katın, yarın bunları pazara götürelim, satıp öteberi alalım.

      Yaşlı kadın vefatı için elinde tuttuğu şeylerin bir kısmını ayırdıktan sonra konuşma tamamlandı.

      – Oldu, anne! dedi Anahan.

      – Benim varım yoğum sizin elinizde, kendiniz ayırıp alırsınız. Peki, kendim de bir düşüneyim.

      – Ben sabah size veririm, dedi gelin.

      Yaşlı kadın kalkıp, yatağına gitti, iki genç orada oturup, ne ayırmak ve ne vermek gerektiği hakkında konuştular. Eldekiler işe yaramaz şeyler olduğu için bu konuşma epeyce uzadı.

      Her neyse sabahleyin yaşlı kadının elinde küçük bir bohça vardı. Bohçayı heybenin bir gözüne koyan çocuk yağır atı hızla şehire doğru sürdü.

      O gün Saltanat’lara ikinci davet ulaştırılmıştı.

* * *

      Misafirlere elinden geldiğince güzel bir sofra kurup, konu komşu kızları ve gelinleri çağırtıp, bir yerlerden teli kopmuş dutarları16 bulduran ve onları memnun etmek için gayret sarf eden Anahan, kendince yine de mahcup olmaktan kurtulamadı. Kıymetli misafirlerini yine ziyafetlere, her türlü ağırlamalara, izzet ikrama boğmak