Çolpan

Gece ve Gündüz


Скачать книгу

edemiyordu. Bir gün kendi kendine söylendi:

      – Tanrı verir elbette! O zaman kulu da hareket ederse, gayret ederse verir! Tanrı “sebeb”i halleden değil mi, nihayet? İşan anam bir gün İşan Sofi’den11 okuyarak, çalışmanın farz olduğunu söylemişlerdi!

      Bu yakınmalara Rezzak Sofi cevap bile vermedi. Hiçbir şey söylemeden gerisin geri döndü. Kurbanbibi söylenmeye devam edip, hatta sesini daha da yükseltmeye başlamıştı. Sofi kendisinin o her zamanki kısa sözlerinden birini öfke ile bağırarak sarf etti:

      – Oldu diyorum, it balası!

* * *

      Babası geldikten sonra Zebi’nin gönlünü dolduran ızdırap ve heyecanlar, Rezzak Sofi’nin “Nedir bu kıyamet!” şeklindeki feveranından daha korkunçtu. Soğuk yüzlü bir Sofi’nin nezdinde bu kadar korkunç görülen sıradan ve tabiî bir balalık oyununa gösterilen bu tepkinin sebep olduğu ızdırap, küçük kafesin açılışını beklediği sırada kapıya kocaman bir kilidin vurulduğunu gören bir kuşun ızdırabından az olur muydu?

      İki kızın bilhassa Zebi’nin gönlündeki ızdırabın Sofi girdikten sonra daha da alevlenmesi gerekiyordu. Çünkü kızlar eğlence ve oyuna kapılıp, bütün her şeyi unutmuş değiller miydi? Karanlık kış günlerinden kalan dertler, dört duvar arasında yaşamaktan kaynaklanan sıkıntılar, babadan gelen zulümler, görücülerin sebep olduğu rahatsızlıklar durmamış mıydı? Gençliğin kuvvetli dalgaları, onların hepsini bir bahar yağmuru gibi yıkayıp gitmemiş miydi? Böyle bir arkadaşın bu kadar şirin muameleleri karşısında o kadar aksi ve inatçı babanın varlığı da unutulmamış mıydı? Evinden “Hemen gidip gelirim”, diyerek çıkan Saltı da verdiği sözünü, evini ve ana babasını unutup, elinde bir süpürge ile kalmamış mıydı?

      Gaflette kalanların başına inen sopa çok yaman olur, derler. Bu iki kız oyun ve eğlence hevesiyle gaflete düşmüşlerdi. Sofi’nin ağır darbesi ile kendilerine gelince, önlerine zor bir dağın dikildiğini görüp, gayriihtiyari korkuya kapıldılar. Bu dağdan aşmak gerekiyordu, hâlbuki bu dağ, böyle genç balaların aşabileceği dağlardan değildi. İkisi de ızdırabın bu ağır yükünü birbirlerinin gözlerinden okudular.

      Sofi’nin bağırıp çağırmasından sonra biraz şaşkınlıkları geçince, eve girdiler ve kendilerini kapının arkasına alıp, Rezzak Sofi’nin hareketlerini gözetlemeye başladılar. Gözleri Sofi’de fakat kulakları Kurbanbibi’nin ağzında idi. Onun söyleyeceği sözler, onların gönüllerinde hâsıl olan ağır ve karışık düğümü ya çözecek veya daha beter karmaşık hâle getirip, bu iki genci yine kaç ay boyunca birbirlerinden ayırıp uzaklaştıracaktı.

      Bunlar eve girince, Sofi’nin kapı önünde rengi ağarıp bozardı. Sonra sarığını Kurbanbibi’ye uzatıp, üstündeki açık sarı, önü açık uzun elbisesini uzaktan sedire attı ve her zamanki sesiyle:

      – Kancıklar! diye bağırdı.

      – Gençler eğlenip oynaşırsa, ne olur? Niye bu kadar öfkelendiniz? dedi Kurbanbibi.

      – Konuşma, eşek!

      Kurbanbibi sesini kesti. Sofi sedirden tarafa yürüdü. Sedirin üstüne sofra serilip, bir bakır tabak dolusu ekmek ile piyalede şerbet konulmuştu. Sofi sedire çıkıp oturduktan sonra Kurbanbibi ocaktan çayı alıp geldi.

      Sofi’nin bu vaziyetini gördükten sonra iki kızın bütün ümidi de kesildi. Zebi bu ümitsizliği gizleyemedi:

      – Oynaşmayalım, ölelim artık babam hiçbir yere çıkarmaz…

      Saltı da kendi endişesini dile getirdi:

      – Ne yapacağız şimdi? Siz gitmezseniz, ben de gitmem. Anahan da iyice tembihlemişti.

      – Sessizce otursaydık acaba gönlü yumuşar mıydı? dedi Zebi.

      Saltı bir şey söylemedi. Biraz sonra yine kendisi ilave etti:

      – Gönlü ölsün, yumuşadığı zamanı hiç gördüğüm yok!

      Koca koca taşları dere kenarına devler atmış, derler. Acaba en büyüğünü babamın göğsüne koyup, “İşte bu senin gönlün!” demiş olabilir mi, geberesiceler!

      Bu söz Saltı’ya tesir etmiş olmalı ki, kıkırdayarak güldü. Zebi buna hakikaten öfkelenmişti, elini uzatıp arkadaşının ağzını kapattı.

      – Bak sen şuna! Daha beter hâle getireceksiniz işi! dedi.

      Saltı zorla kendine hâkim oldu. İkisi yine gözlerini kısarak ihtiyar ile yaşlı kadına baktılar.

      Bir süredir kocasına bakıp sessiz oturan yaşlı kadının şimdi hafiften gülümsüyor olması, bunları canlandırdı. “Gördünüz mü?” dercesine ikisi birbirlerine baktılar.

      Hakikaten Kurbanbibi, Sofi’nin hoşuna gidecek bir söz bulmuş gibi, cesaretle ve rahat bir tavırla gülerek söze başladı:

      – Ben Zebi’yi bir yere göndereceğim…

      Sofi bu sefer bağırmasa da soğuk bir sesle sordu:

      – Nereye? Niye?

      – Aydınköl’deki Halfe işanımızın küçük kızları birkaç arkadaşını “baharda gidin”, deyip çağırtmışlar. Bunların birisi Zebi, yine birisi de onun arkadaşı olan Saltanathan imiş. Saltanathan arabayı koşturup, kendisi Zebi’yi haberdar etmek için gelmiş. “Hayır”, dersek nasıl olur?

      Hanımı ne derse, “hayır” diyen Sofi bu sefer birden “hayır” demeden önce düşündü. Kızlar Kurbanbibi’nin bu tedbirinden memnun olup, yine ümitlenmeye başlamışlardı.

      – Kurban teyzem halletti! dedi Saltı.

      – Anam söz söylemede usta. İşan denilince akan sular durur. “İşan”, derseniz, babam canını bile feda eder. Tanrı bunu işanlar için yaratmış.

      Saltı, Zebi’nin bu sözlerini duyduktan sonra Sofi’nin “peki” diye cevap vereceğine inandı. Bir elini arkadaşının boynuna atıp, onu kucaklarken:

      – Oldu, arkadaşım, artık gidiyoruz! dedi.

      – Hemen ümide kapılma! Babam makul söze kolaylıkla rıza gösterecek bir adam değildir. Sessizce durup seyredin, henüz bir şey söylemedi.

      Sessizlik uzayınca Kurbanbibi şimdi bu sefer ciddi bir çehre ile:

      – Niye bir şey demiyorsunuz? Peki, deyin! Büyük adam, ayıp olur. Bir iyi hanımları, bir okuma yazma bilen kızları var. Kendilerini ise siz kendiniz biliyorsunuz, dedi.

      Sofi her nedense:

      – Biliyorum, fitne, biliyorum! dedikten sonra yine sessiz kaldı.

      Şimdi Kurbanbibi daha da ciddileşti:

      – Öyleyse “hayır”, deyin. Saltanathan’a cevap vereyim, gitsin! Sabah ezanında gelmişti.

      Bundan sonra Sofi’nin dili çözüldü:

      – Acele etme, fitne, “hayır” deme, peki, gitsin. Ne zaman gelecek?

      – Yarından sonra sabah veya akşamüzeri.

      – İşan anamın sözünden çıkmasın.

      Sofi yerinden kalktı. Sedirden inip, ayakkabısını giyerken:

      – Güzel sesim var diyerek türkü söylemeye kalkmasın, dedi. Namahremlere sesini dinletirse, razı değilim.

      Bu sefer adam gibi konuşarak Kurbanbibi’yi memnun eden Rezzak Sofi, bu sözlerden sonra yine kendi sessizliğine gömüldü. Biraz sonra sarığını giyip, yahtegini12 eline aldıktan sonra:

      – Heybeyi