Çolpan

Gece ve Gündüz


Скачать книгу

“Ötgen Günler” ve “Mehrabdan Çayan”ı yazarken Şark romancılığı tecrübesinden, evvela Corci Zeydan’ın eserlerinden edebî bakımdan ders aldı. Çolpan bu kalem dostundan farklı olarak sadece Şark değil, hatta Garp romancılık mektebinden de iyi haberdardı. O zamana kadar ismi meçhul kalmış İngiliz yazarının “Rasuliy” (“Mağaralar Sultanı”), N.Gogol’ün “İvan İvanoviç ile İvan Nikiforoviç Arasındaki Nizâlar Hikâyeti”, L.Andreyev’in “Asılgen Yedi Kişiniŋ Hikâyesi” adlı kıssalarını, İ.Turgenyev, A.Çehov ve M.Gorki’nin hikâyelerini Özbek diline tercüme etmişti. Garp roman yazıcılığını tanımış olmak, Çolpan’ın önünde edebî yaratıcılığın yeni ufuklarını açtı.

      “Gece”de iki hususa dair vak’alar kendi aralarında gruplandırılmaktadır. Birinci grubu Zebi, Kurbanbibi Rezzak Sofi, İşan dede karakterleri ile ilgili vak’alar teşkil etmektedir. İkinci grubun merkezinde Miryakub karakteri bulunmaktadır. Miryakub, bu gruba Ekberali Binbaşı, Kaymakam, Mariya (Meryem) karakterlerini dâhil etmektedir. Eser sonunda ise bu birbirine zıt, müspet ve menfi değerlere sahip her iki grup, Zebi ve Ekberali Binbaşı ile kısa müddet içinde birleşip, beklenen felaket ortaya çıkmaktadır: Binbaşı, büyük hanımlarının Zebi için kazdıkları “tuzağa” düşmekle kalmıyor, Zebi’yi de kendi peşinden sürüklemektedir.

      Çolpan, Ekim devrimi arefesinde Özbekistan’da meydana gelen tarihî şartlar ve farklı “sınıf”ların münasebetini bu iki konunun tasviri vasıtasıyla ortaya koymaktadır.

      Günlük basit olaylar silsilesi ile başlayan roman, sonunda 20. asrın 1910’lu yıllarında, Özbekistan’ın sosyal-siyasi manzaralarını açıkça tecessüm ettirmek isteyen bir eser derecesine yükselmektedir.

      Bu romanın ilk bölümleri 1935 yılında, “Sovyet Edebiyatı” dergisinin 1. sayısında yayımlandı. Bu bilgiye dayanarak biz eserin 1934 yılında yazıldığını kat’i olarak ifade edebiliriz. Edebî tenkit “silahlar”ının kendisini nişan aldığını bilen Çolpan, romanın yazma metninin Yazarlar Birliğinde muhakeme edilmesini çok istemesine rağmen, bu resmî birlik mensupları bu işe itibar etmedi. Muhakeme için roman okunurken, önce 11 kişi iştirak etti. İkinci oturumda bunlardan 7 tanesi iştirak etti. Üçüncü kısmın okunmasına ise 4-5 kişiden başka kimse gelmedi. Hatta birlik yöneticileri de Çolpan’ın romanı ile ilgilenmediler. Kalem meslektaşları ve münekkitler de bu büyük meslektaşlarına göz ucuyla bile bakmak istemediler. Roman 1936 yılının sonunda, büyük zorluklardan sonra kitap hâlinde neşredildi. Fakat eser, kitap dükkânlarında yer almadı. Buna rağmen 1937 yılının Ağustos ayına, yani Çolpan hapse alınıncaya kadar basın da bu eser hakkında ağzını açmadı.

      Çolpan’ın düşüncesine göre, romanın ikinci kısmının “Gündüz” diye adlandırılması gerekiyordu. Fakat bu kısmın akıbeti hakkında bugün kesin bir malumat mevcut değildir. Bazı kişilerin verdiği bilgilere göre yazar bu kısmı yazıp bitirmiş hatta hapse atıldığı sırada eserin ilk baskı prova metinleri de hazırlanmıştır. Roman 1987 yılında “Şark Yulduzı” dergisi yazı heyeti tarafından yayımlandığı sırada, bu prova baskısının Semerkand’da yaşayan bir kişinin elinde muhafaza edildiğine dair “dedikodu”lar yayıldı. Abdullah Âripov ise Çin seyahatinden döndükten sonra Urumçili Yalkın Abdüşükür’ün “Gündüz”ü okuduğu ve bu eserin bazı bölümlerinin bugün de onun hafızasında sağlam bir şekilde muhafaza edildiğine dair bir haber verdi. Fakat ne Abdullah Âripov’un kendisi ne de başka bir kimse Yalkın Abdüşükür ile görüşüp, “Gündüz”ün sonraki akıbeti ile ilgilenmedi. Bizim de bu konu hakkındaki gayretlerimiz bir sonuca ulaşmadı.

      Ancak Çolpan “Gündüz”ü yazdığı takdirde acaba eserde kimler nasıl tasvir edilmiş olurdu? Bize göre, eserin bu kısmında yazarın, evvela cezalı olarak yedi yıl için Sibirya’ya sürgün edilen Zebi’yi, ikinci olarak Kırım’da Rus kadını Mariya ile gezip dolaşan Miryakub karakterlerini ve onlar ile ilgili yeni hususları devam ettirmiş olması muhakkaktı. Herhâlde “Sibirya Mektebi”nde terbiye edilen ve ihtimal yeniden aile kuran Zebi’nin, bir taraftan Şerefiddin Hocayev, diğer taraftan Kırım’da “Tercüman”ın muharriri “İsmail Babay”ın tesirleriyle Ceditçi olan ve halk menfaatine yönelmeye başlayan Miryakub’un “Gündüz” sayfalarında yeni bir görünümle ortaya çıkması da tabiidir. Hekimcan’ın Miryakub hakkındaki sözlerini hatırlayın. Hekimcan, “O, eğer hak yolunu bulursa, nadir bir adam olur!” demişti. Bu sözlerin eserin ikinci kısmındaki Miryakub karakterine açıkça hizmet etmesi mümkündür. Aynı şekilde bu mantıktan hareket edersek, trende Şerefiddin Hocayev ile görüştükten sonra Miryakub’da başlayan “nadir insan olma” cereyanının Kırım’da İsmail Gaspıralı’nın tesiriyle devam etmesi ve Mariya’nın da bu cereyana katkıda bulunması da tabiidir. Çolpan’ın Miryakub ile Mariya’yı Kırım’a “sürükleyip götürme”sinin sebebi de onları İsmail Gaspıralı ile buluşturup görüştürmektir.

      Hasılı işte bu iki asıl kahramanın sonraki hayat ve faaliyet tasvirinin “Gündüz” kısmının merkezini teşkil edeceği de mümkündür.

      Fakat bütün bu düşünceler, elbette bizim tahminimizdir. Aslında bizim elimizde romanın sadece ilk kısmı bulunmaktadır! Eğer elimizde bulunan kısımdaki tasvir edilen olaylardan hareket edecek olursak, eserde Çolpan’ın anlatmak istediği temel bir fikir, büyük bir ideal görülmektedir. Ve bu ideal, eserde parlak bir şekilde ifade edilmiştir.

      Romanda sadece Rus imparatorluğunun değil, hatta bu imparatorluk sayesinde yaşamaya devam eden feodal sistemin de inkıraz hâlinde olduğu tasvir edilmiştir. Rezzak Sofi biricik kızının bahtını karartmış olmasına mukabil sonunda gözünü açmış ve İşan dedeye karşı el kaldırmıştır. Yazara göre, bu çürümüş hayat tarzını ve bu sosyal düzeni kökünden değiştirmek lazımdır. İşte bu ideal, eserde tasvir edilen dehşetli olaylar silsilesi hâlinde parlak bir yıldız ola rak ışık saçmaktadır.

      Çolpan’ın, yani Tan yıldızının böyle hayat bahşeden bir ideali ileri sürmesi, bir tesadüf değildir. Zira o gerçek manada bir Tan yıldızıdır.

      GECE

      Birinci Kitap

      Hemel 4 geldi, emel geldi.

Halk atasözü

      I

      Her yıl bir defa gelen bahar sevinci, yine gönülleri okşamaya başladı. Yine tabiatın soğuktan titreyen bedenine ılık kan yürüdü…

      Söğütlerin gömgök saç bağları, kızların ince örülmüş saçları gibi savrulmaya başladı. Buzun altından bozbulanık akan suların hüzünlü yüzü güldü, yorgun argın aksa da, azat olan bir köle gibi erkinlik neşesini kemire kemire ilerliyordu. Elektrik direklerinin uçlarında birer birer kuşlar görünmeye başladı. İlk görünen bahar kuşu, topraktan ilk filizlenen mısır tanesinin neşesini veriyordu. Geçen yıl ekilip, kaşlara çekilen siyah sürme bitkisi, kökünden yine filizlendi, başını kaldırıp çıktı. Erkeklerin çiçekli doppısına5 yapışmayıp, çıplak kadınlarla, onların saçları, zülüfleri ve başörtülerindeki süslü oyalarla şakalaşarak oynayan serin esinti… Bahar neşesi ile eğleniyordu.

      Hayat niye bu kadar güzel ve tatlı oluyor baharda?

* * *

      Zebi(Zebinisa)’nin kış boyunca içi sıkılıp bunalmış, gönlü baharın ılık hararetiyle açılmaya başlamıştı. Artık, üstüne saman serilmiş arabada olsa bile bir yerlere, kırlara çıkıp gezip dolaşmayı ve eğlenmeyi arzu ediyordu. Kış boyunca