Murtaza Şerhan

Kızıl Cebe


Скачать книгу

çocuklardan biri gibiydi.

      Kabarık kaşları gözünü kapatsa da, ihtiyar Ahat çok şeyin farkındaydı. Atın üzerinde otururken koynuna eline sokup iç cebinden yıpranmış Hokand cüzdanını alıp şeker satıcısına;

      – Hey, şürşit28, şu şekerden on kadarını versene, dedi.

      – Ya aksakal, ben Müslümanım, neden bana şürşit diyorsunuz? dedi, Düngen29 satıcı şekerleri kâğıda sararken.

      – Eğer müslümansan, bize adresi doğru tarif edersin. Rıskul’un bulunduğu cezaevi nerede? Nasıl gidebiliriz? dedi Ahat gülümseyerek. Ona göre Rıskul’u şehirde tanımayan yok gibiydi ve Rıskul’un cezaevine girdiği herkesin malumuydu.

      Gözünün altı morarmış esmer tenli Düngen güneşin sıcağında üzerinde pamuktan kaftanı, başına giydiği eski kalın börküyle kaşları kabarık ihtiyara şaşkın şaşkın bakarak:

      – Sizin Rıskul’u tanımıyorum, ancak cezaevini sorarsanız Taşkent sokağında, diye kuzeyi işaret ederek yol gösterdi.

      Pazardan çıkınca Ahat heybesine elini sokup kâğıtta sarılı bir adet kırmızı horoz şekerini alıp, Turar’a uzattı. Çoçuğun Ahat dedesine duyduğu minnettarlığı sözden ziyade gözleriyle göstermesine dayanamayan ihtiyar:

      – Vay be, al şunu meraklı, hepimizden de sen kazançlı çıktın, diye bir şeker daha uzattı.

      Cezaevinin yüksek duvarıyla çevrili büyük kapısı önünde onlar öğleden ikindiye kadar beklediyse de, kapıdaki gardiyan içeri almadı.

      – Haydi, müdüre gidin. İzin kâğıdı alın, dedi. Müdürün nerede olduğunu çaylak Kazak nereden bilsin? Sonunda kalın bıyıklı, genç bir Kazak tercüman müdürden izin belgesini çıkarıp, verdi. Cezaevine Ahat ile Turar girebildi, Moldabek ise atlara göz kulak olmak üzere dışarıda kaldı.

      Turar babasını “şu yüksek duvarların arkasında geziyor olmalı”, diye düşünmüştü. Oysa, kalenin içinde yine evler ve tüfek kuşanan gardiyanlar vardı. Kenardan ilerlerken bir evin kapısı önünde durakladılar. Kapının önünde yine bir gardiyan bekliyordu, içeri almadı. Rıskul’u da çıkarmadılar. Gardiyan sadece demirli bir kapının avuç içi kadar deliğinin kapağını kaldırarak;

      – Jılkıaydarov! Buraya gel, ziyaretçilerin var, diye seslendi.

      Delikten tek gözüyle kırpmadan Rıskul’un soğuk bakışı göründü. Turar dayanamadı:

      – Baba! diye haykırdı. Rıskul’un soğuk bakışları ısındı. Gülümser gibi oldu.

      – Baba! Ben, ben Turar’ım. Dedem Ahat da geldi. Moldabek amcam ise dışarıda, diyen çocuk yerinde duramıyordu. “Baba al bunu”, diye Turar avucuna yapışmış şekeri delikten uzatınca onları izleyen gardiyan;

      – Olmaz, diye azarlasa da, çocuğun elindeki horoz şeklindeki kırmızı şekeri görünce:

      – Tamam, diye merhamet gösterdi. Babası kesik ses tonuyla, “Kendin ye, Turar” dedi. “Ah evlat, kendi soyundan gelen zavallı çocuk!” diye hüzünlendi Ahat. Öz oğlu olmadığını hatırlayınca tasalandı. “Ey, şaşkın baban şeker yer miydi? Bak, ona köyden yiyecek getirdik”, diye heybeyi gösterdi. Heybedeki kurut, tereyağı, haşlanmış et gibi yiyecekleri çıkararak gardiyana verdi. Memleketten getirilen yiyecekleri gardiyan tutukluya verecektir. Kural gereği öyle olmalıydı. Yiyeceklerin arasına bıçak, törpü gibi kesici aletler gizlenmesin diye kontrol edeceklerdir.

      Ahat sıska elini gölgeleyip, delikten bakmaya çalıştı:

      – Rıskul, neredesin evladım? Sağlık sıhhatin yerinde mi? Yiyecek sıkıntısı çekiyor musun? diye kulağında işitme sorunu olan kişiler gibi seslendi.

      – Sayıları az olan Şilmembetler keklik pisliği gibi dağıldık. Geriye kalan yarım yamalak malı da köy muhtarı hane vergisi olarak topladı gitti. Kış kapıda. Ne yapıp, ne edeceğiz? Sen ne zaman serbest kalacaksın, gözüm?

      Öte yandan Rıskul yüksek sesle konuşmakta. Ahat onun bir sözünü duysa, diğerini işitmiyordu.

      – Metrey’e mektup yazın, dedi Rıskul sesini yükselterek. “Rıskul cezaevinde suçsuz yatıyor” deyin.

      – A? A? Diyor, Ahat anlamasa da. “Hangi Metrey? Metrey de kim?”

      – Geçen sene beni de yanına alarak, Talğar’ın zirvesine tırmandığımız devlet erkânı Rus yok muydu? Unuttun mu? Hani, Petersburg’ta oturan. Mektubu nereye yazacağımı söyleyerek, bana bir kâğıt vermişti, diye delikten buruşmuş bir kâğıt parçası uzattı. “Cebimde dolaşa dolaşa yıpranmış biraz. Yazısı silinmemiş galiba. Mektup yazın ona. O, diğerleri gibi değil, merhametli biri. Bizim il başkanına mektup yazdı mı, iş tamam, Allah biliyor ya, beni salacaklardır!”

      – Kim bilir, evladım! Bolısın tercümanı olmasa, bizim sülaleden Petersburg’a mektup yazabilecek kimse var mı? Tercümana yalvarıp göreceğiz. Akraban Omar doğduğu topraklara geri dönelim, diye tutturdu, her gün sorun çıkarıyor. Ne yapacağız? Taşınmazsak, bolıs bize gözünü dikmiş. Sen gideli köyümüze dadandı. Yaşlı amcan bu durumda işte. Bugünlerde aklım başımda değil. Ata topraklara dönebilsem, orada ölsem, iki cihanda başka ne isterim ki. Dönmeye kalksak senin evini barkını nasıl bırakırız? “Aklı ayran, düşüncesi viran”.

      – Ya, amca, tamam, diye gardiyan Ahat ile Turar’ı kapı deliğinden uzaklaştırdı.

      – Hey, Rıskul söylesene! Ne yapacağız?

      – Metrey’e mektup yazın!

      – Gardiyan Ahat ile Turar’ı dışarı çıkardı. Çocuk kapıdan çıkmamak için direndi, avuç kadar deliğe tekrar tekrar bakıyordu.

      – Küçük şeytan, defol çık, diye gardiyan Rusça hakaret ederek, çocuğu tüfeğin dipçiğiyle itekledi.

      – Baba! diye haykırıyordu Turar.

      O an, birkaç ay sonra babasıyla aynı hücrede aylarca kalacağını hissetmemişti. Gelecekte onu neyin beklediğini çocuk elbette bilemezdi…

* * *

      Dönüş yolunda pazarın yakınından geçerken Ahat atın başını geri çekerek durdurdu.

      – Rıskul’un emanetini yerine getirelim. Petersburg’a mektup yazalım. Bu pazarda biri bulunur belki, diye Moldabek’e baktı.

      Pazarı dolaşırken, kapalı çarşıdaki dükkanında kumaş satan bir Tatarı gören Ahat:

      – Evladım, Müslümanmışsın, karşılığını ödeyeyim, bize bir mektup yazar mısın? dedi.

      Tatar tüccar biraz tereddüt etse de “karşılığını öderim” lafını duyunca kabul etti. Ahat, eline kâğıt kalem alan tüccara:

      – Yaz, dedi. Petersburg’taki dostum Metrey’e. Yazdın mı? “Saygıdeğer Metrey! Sağlığın, sıhhatin nasıl? Eşin ve çoluk çocuğun iyiler mi? Beyaz Çar’ın ailesi nasıl? Çar mertebeli erkân ile görüşüyor musun? Rıskul kardeşini unutmamışındır. Sana az da olsa faydam olmuştu, hatırlarsan. Sıkıntı çektiğinde mektup yaz demiştin! Yardım elini uzatacağını söylemiştin. İşte, ben bir belaya düştüm. Beni Saymasay bolıs, haksız yere cezaevine attırdı”.

      – Yazdın mı? diye Ahat parmağıyla kâğıdı işaret etti.

      “Şu anda hapisteyim. Köydeki ailemin durumu çok kötü. Akrabalarım da benim yüzümden sıkıntı çekmekteler. Bolıs bize