Murtaza Şerhan

Kızıl Cebe


Скачать книгу

diyor? dedi, Ahat sarkan gövdesine dayadığı başını sallayarak.

      Üsip’in appak basık başı sallandı. Elinin kuvveti kalmamıştı. Esen rüzgârın rahatsız ettiği sonbahar yaprakları gibi sürekli titriyordu.

      – Biz neler görmedik, ne zaman yok olacağımızı bir Allah bilir. Hısım kardeşimizi, aslan gibi yiğidimizi yalnız bırakıp, ata topraklarımıza döndüğümüzde neyin bereketini bulacağız.

      – Hani, bu halka bir çözüm önersen, yün gibi taranıp, zayıflardı diye Omar yine kızgınlığını gizleyemeyerek konuştu. Sürüsünden ayrılan kaybolur. Ata topraktan çıkalı yirmi beş yıl olmuş. Talğar’da evlatlarımızın sakal bıyığı terledi. Allahım, ata topraklara varamadan, akılsız kelebek gibi Saymasay’ın bir parça toprağından gidemez olduk. Bu azap ne zamana kadar sürecek? Çoğumuzun bir ayağı çukurda unutmayın. Yad yerde kemiklerimiz çürüdüğünde, oradaki atalarımızın ruhları sitem etmez mi? Bütün Salik, Şilmembet, Şımır boyuna leke çalınmaz mı? Bu ne büyük felaket? Yurda dönüp “yanıldık, hata ettik” desek, “yolunu kaybedenin ayıbı olmaz, tekrar yuvasına dönmüş” diye bağırlarına basmazlar mı? Karakoyun’a tekrar dönelim, bir arşın toprağa tohum ekip, aldığımız darıya karın doyururken boğazım tıkanıp ölsem, başka arzum yok. Siz yaparsanız yapın, ben dönmeye karar verdim. Ya tevekkül!

      Omar sözünü soluk soluğa anca bitirdi.

      Uykulu oturan ihtiyar yavaşça sağ elini kaldırdı. Pineklemiyordu, kadim zamanın mollası gibi büzülmüştü.

      – Evladım, Omar, sen şu an ortak konudan uzaklaştın farkında mısın? Sesi tifüsten yeni kurtulmuş adam gibi halsizdi. İnsanın kafası Allah’ın topu, hangi ovada kalacağı belli olmaz. Kısmetimizse, Allah izin verir, ataların ruhu bizi terk etmezse, topraklarımıza da döneriz. Ancak oradaki ahali: “Rıskul’u kurban edip, Davılbay’ın gönlüne yakınıp yalvararak, eninde sonunda geri döndünüz” demezler mi? Hepimizin yüreğinde ebediyen lanetlenme şüphesi kalmayacak mı, yani? Sağlıklı kanlı canlı bir yiğidimiz Rıskul, bu felaketten sağ salim kurtulduğunda yüzümüze tükürmez mi? Dahası onun bu sefer suçlu olduğundan kuşkuluyum. Burada mızrak boyu kadar uzun bir iftira olduğu aşikâr. Eğer böyle olmasa, geçen gün bolıs bizim köye neden geldi? Rıskul ile neden yalınız konuştu? İnciterek, kasten tuzak kurup, tüm gücüyle çukura atmadı mı? Onun hilekârlığı Davılbay’ı aşar. Evvela işin karasını akını ayıralım, sonra en tepedekine başvurup huzuruna çıkalım. En azından, ardına düşmezsek, insanlığımız, akrabalığımız nerede kaldı?

      – Büyükler de zaten bizi bekliyor, dedi Omar sesini yükselterek. Eskisi gibi inatçı, kızgın suratlı. Ancak sakinleşmişti. “Büyüklere ne yüzle gideceğiz, ne diyeceğiz? Bunu düşünmüyor musunuz? Aklınızı terazide tartın? Rus’un atının eti bizim köyde bulunduğu doğru değil mi? Doğru. Rıskul değilse, burada oturanlardan biri işlemiştir”.

      – Boş boş konuşma! dedi, Şınıbek dayanamayıp. “Rıskul fakir bir Rus’un cılız atını çalmaz. Burada bir mesele var. Ahat ihtiyar doğru der. Bolıs bizim köye neden geldi? Rıskul ile neden yalnız konuştu. Bana kalırsa, bir Allah bilir, bolıs onu eskisi gibi bir tehlikeye atmış olmalı. Rıskul istemeyince, o da kötülük etti”, dedi.

      Ahat başını aşağı eğdi. Dün gece Rıskul’un vakitsizce at binip aceleyle çıktığını sadece o fark etmişti. O gidiş boşuna değildi. Fakat Rus’un atını çalmakla ne kazanacaktı? Ne olsa da, kendisiyle konuşmamız gerek. Almatı’ya gidip görüşmeye izin almamız gerekir. İhtiyar bu düşüncesini toplananlara açıklamak istedi. Ancak kapı önünden çocukların gürültüsü duyuldu.

      Gürültüyü Moldabek’in Orazbak adlı oğlu yapıyordu. Bacak arasında bir sopa atı vardı. Toz içinde koşturarak, Turar’ı yakalamak için kovalıyordu. Yanında bir grup çocukta vardı.

      – Yakala, Kızıl Cebe’yi yakala! diye bağrışıyorlardı.

      – Kızıl Cebe’yi keseceğiz! Bu tarafa çevirin, önünü kesin! Kızıl Cebe’yi keseceğiz!

      Evdekiler duysa bile “çocuktur” deyip, tekrar Ahat’ı dinlemeye koyuldu. Ancak Ahat ihtiyar ağzını açmadı. Kapıya gözlerini dikmiş, kaşları çatık, suratı asıktı.

      Tukımbay’ın Kızıl Cebe’si kesildi. Sen de Kızıl Cebe’sin. Seni de keseceğiz, diye Orazbak Turar’ı iki büklüm altına yatırmıştı.

      – Bırak, kerata. Ağzından yel alsın! diye eşiğin yanında oturan Moldabek kapıdan başını çıkartarak oğluna seslendi.

      – Çağırır mısın, Orazbak’ı yanımıza, diye seslendi aksakal Ahat Moldabek’e.

      Moldabek soluk soluğa, yassı burnu hızlı hızlı açıp kapanan Orazbak’ı bileğinden sıkı tutarak, eve getirdi.

      – Selamın aleyküm! dedi Orazbak, ‘büyüklere selam verilmeli’ öğretisini unutmamıştı.

      O, yavrum! Dağ gibi yiğit ol! Daima böylece selamlaşmayı unutma, diye ihtiyar Ahat çocuğu keyiflendirdi. Orazbak yassı burnunu içeri çekti. Babası kolundan çekip yeninden silkeledi.

      – Orazbak, Kızıl Cebe’yi keseceğiz ne demek? Nerden duydun bu sözü? diye yavaşça sordu Ahat.

      – Eeee işte, bolısın Kaldıbek adlı oğlu söyledi ya, biraz önce biz Soldat ovasına böğürtlen toplamaya gittiğimizde söyledi. Biz gece yarısı Kızıl Cebe’yi kestik dedi. Yalan diyorsanız, kendisine sorun. Turar’ın ise “Ben Kızıl Cebeyim, Kızıl Cebeyim”, diye sürekli övündüğü malum. Kendisi her zaman çok övünür. İşte, Kızıl Cebe isen keseceğiz dediğim doğrudur. Şaka olsun diye. Yoksa, gerçekten kesmeyiz. Büyükler şaşkınlıkla bir birine baktılar.

      – Orazbak, yavrum. Bolısın oğlu biraz uçmuş gibi, değil mi? Aklı başında değil. Boş konuşmalar bunlar. Sen artık Kızıl Cebe’yi keseceğiz lafını söyleme. Tamam mı, yavrum.

      – Tamam dedem, söylemem. Turar’ı da kovalamam. Kendisi de ağlıyor. Babasını hapse atmışlar dedi sakin bir ruh haliyle.

      – Tamam evladım, sen oynamaya devam et. Yalnız Turar’a dokunmayın, dedi Ahat içini çekerek.

      “Büyükler azarlayacak” korkusuyla gelen çocuk, böylelikle kolay kurtulduğuna sevinerek evden dışarı fırladı.

      Oturanlar derin düşünceye daldılar. “Kızıl Cebe çalınmış!” haberini bunlar da öğrenmişlerdi. Ama atın sultanını kesmişler denilen felaket ne kadar gerçek, yoksa boş laf mı? Önceki sorunları azmış gibi omuzlarına daha bir ağır meselede yüklenmiş oldu. Çevik ve uyanık Omar da artık hüzünlü gözüktü. “Saymasay’ın tuzağına, Tukımbay’ın cehennemi de eklenmese bari!” şeklindeki düşünce kör endişe içindeki akıllarının kaçmasına sebep olup, derin düşünceye sürükledi.

      Artık onlar Rıskul ‘Rus’un atını çalmış’ denilen iftiraya da tövbe etmiş gibilerdi. Eğer Kızıl Cebe’nin suçu üzerlerine bulaşırsa ne edeceğiz endişesi dehşete dönüşmeye başlamıştı.

      İhtiyar Ahat eğri kapıdan dışarıya yaşaran kızıl gözlerini dikerek ‘Ya yaradan Allah’ım, bizi koru ve kolla!’ dedi. Dışarıda geniş, çatlamış dibek ile kırık sapı yatıyordu. “Kara su içsek de, gamsızlardan eyle, ya Rab” dedi, Ahat eliyle yere yaslanarak, ayağa kalkarken. Toplantı sona erdi.

* * *

      “Sora, sora Kâbe bulunur” derler. Ahat ile Moldabek sora sora Almatı cezaevini de buldu. Başkasını bilmese de halk hapishanenin