Murtaza Şerhan

Kızıl Cebe


Скачать книгу

dünya kapanmış, Talğar’ın beyaz zirvesi ile bazen bulutlu bazen açık gökyüzünden başka bu Besağaştan hiçbir şey görünmüyor. Dünyada ne olup bittiği belli değil. Rus devleti ile Japonya savaşıyor dedikoduları yayılıyor. Bu neyin savaşı kim neyi paylaşamıyor, orası karanlık.

      Böylesine ayrı kalmış, “yabancılar” olarak adlandırılan küçük bir köye bolısın kendisi gündüz vakti gelip, Rıskul ile özel görüşmesinin sırrı neydi?

      Köy şaşkındı. Ahat da şaşkın görünüyordu. Bilge ihtiyarın şaşkın bakışlarını fark eden diğerlerinin umut ve endişeleri birbirine karışmış, ilgisiz bir haldeydi.

* * *

      Kara koyunun maliyeti pahalıya mal oldu. Az evvel bolıs da, “Er lokması er kursağında kalmaz” demişti. İşte bu lokma Rıskul’un boynuna bir yular gibi bağlanıp, boğmaya başladı. Bolıs Rıskul’un küçük hatasını bağışlamadı. Kara koyunu bahane edip, Rıskul’u başka bir çetin yola sürdü. Dediğini yapmazsa suçlu duruma düşecekti.

      Akşamın alaca karanlığında ahali hanelerine çekilirken Rıskul Şolak Şabdar’ı eyerleyip bindi. Çalılarla kaplı ovanın aşağısına doğru ağaçlar arasından aheste aheste ilerlemeye başladı.

      Bu yolculuğu Ahat’tan başka kimse fark etmedi. İhtiyarın kalbi yine bir şey sezmiş gibi titredi. İçinden “Aşağılık bolıs, bu yiğidi yine kesin atlara gönderdi. Tekrar bir belaya düşmeyeydik. Daha önce etraftaki kılkuyruklu toynaklıları bolısın açgözü doysun diye onun boğazını tıka basa dolduran Rıskul’un eline ne geçti, zavallı, ne kazandı? Bu işten zar zor el çektirmiştik. Kendisi de bundan sonra at almaya (çalmaya) gitmeyeceğine söz vermişti. Bu ne iş, bu ne gidiş, yahu! Demek, tekrar kapana sıkıştı, aslanım!” diye düşünerek, “ah” çekti. Rıskul’u yutan uçurumun dibindeki ürkütücü karanlığa uzun uzun baka kaldı. Obur, karanlık gece, tıpkı bolısın boğazı gibi çökmüştü, umursamazca baktı. Şabdar ile binici uçurum aşağısındaki patikadan usulca, kaplan yürüyüşüyle kayarak ilerliyordu. Birkaç kere yakınından yarasalar uçuştu. Ansızın karanlık dalların arasından gözleri ışıl ışıl parlayan bir baykuş belirdi. Baykuşa dönerek:

      “Ah, eğik gözüm, diyerek baykuşa gülümsedi. İkimiz de gece eşkıyasıyız. Bizim hayatımız gece başlar. Hee-e, tavşan avlamak için pusuda yatıyorsun demek” dedi. Bu sefer Rıskul at sürüsü alıp dönmeyecek. Bu seferki yolculuk sadece yalnız bir at için yapılacak bir eylem. O yalnız atı almaktansa, at sürüsünü getirmek daha kolaydı. Bolıs Rıskul’u bu sefer Tukımbay’ın meşhur Kızıl Cebesini çalmaya yollamıştı.

      Kızıl Cebe, ötesi Alban, berisi Kañlı, Istı, Janıs, Jalayır, Şapıraştı boylarının yerleştiği civarın yalnız parlayan yıldızı gibi ün salmış bir küheylanıydı.

      Kızıl Cebe, Kerim adında kasabadan bir çiftçinin salpı karın16 kara kısrağından doğma safi kırmızı bir tay. Sıska jabağıyken17 Karakemer’den gelen Kañlı boyundan Kerim’in bir dünürü gelip almıştı. Kızıl Cebe, kunan18dan dönen19 e geçişinde Nisan ayında boy veren lale gibi muhteşem bir küheylana dönüşerek, toy eğlencelerinde düzenlenen baygeleri20 kazanarak dillere destan oldu.

      Bir sene evvel Karakemer ovasında yapılan baygeye Rıskul Turar’ı atının arkasına bindirerek götürmüştü. Turar Kızıl Cebe’nin yaman bir koşu atı olduğunu o an anlamıştı. Daha sonra Besağaş’a döndüğünde çocuklarla koşarak oynarken yarışıp: “Ben Kızıl Cebe’yim!” diye bağırmıştı. Korğan ustanın oğlu Arman ise:

      – Ne Kızıl Cebesi ya, sen Şolak Şabdar’sın, diye tartıştı.

      Arman Besağaş’ta dünyaya geldi. Turar’la yaşıt. Babası ata topraklarına döneceği günü ümit ettiği için oğluna Arman adını vermişti.

      – Yok ya, ben Kızıl Cebe’yim, diye diklendi Turar.

      – Ya sen kendin bir düşünsene babanın bindiği at Kızıl Cebe değil, Şolak Şabdar dedi Arman, doğru söylediğini vurgulayarak.

      – Şolak Şabdar ben değilim, o Orazbak diye Turar cevap verdi. Orazbak Rıskul’un kardeşi Moldabek’in oğlu. Kibirli ve kendini beğenmişti.

      – Evet, evet Şolak Şabdar benim, diye Orazbak kibirlendi. Çünkü Şolak Şabdar Besağaş’ın en iyi atıydı. Bu durum Orazbak’ın övünmesi için yeterliydi.

      – İşte, dedim ya size, diyen Turar tartışmadan haklı çıktı. Artık onun Kızıl Cebe olduğunu kimse tartışmayacaktı.

      Şimdi Rıskul Tukımbay’ın Kızıl Cebesi’ni ne yapıp yapıp getirmek zorundaydı.

      Bolısın onunla az önce özel görüşmesinin sebebi buydu. Bolıs Tukımbay’dan Kızıl Cebe’yi almak istediği haberini ileteli epey zaman geçmişti.

      Tukımbay ise liyakat göstermedi. Kızıl Cebe’nin yurdu bizim köy. Kerim’in kara kısrağından doğduğunu kimse inkâr da etmiyordu. “Hayvanımızı geri yolla” diyerek, tehdit etmeyi de denedi. Bey buna da yanaşmadı.

      Tukımbay da sıradan birisi değildi. Son seçimde bolıs olmak için yarışmıştı. Bu nedenle Saymasay ile arası daha da açıldı. Sonrasında ise durum kavgaya dönüştü. Sayma-say “alacağım!”, dedi. Tukımbay “alamazsın!” dedi. Bir sonraki hedefi pis Tukımbay’ı ne pahasına olursa olsun aşağılamak.

      Rıskul neyle karşı karşıya olduğunu ve sonunda onu neyin beklediğini biliyordu. Kızıl Cebe’yi elde ettiği takdirde Saymasay’ın eli boş durmayacağını hissetti bile. Bolıs ile özel konuşurken tüm varlığını sarsan bu sonun şüphesini açıklamak istemişti, ancak bolıs:

      – Hey, yiğidim, senin işin sadece getirmek, sonrasında ne yapacağımı ben bilirim. Belki Kırgız tarafına aşırırım. Orasını bana bırak, diye niyetini biraz göstermişti. Ardından:

      – Bu sefer dileğimi yerine getirirsen, kazanırsın. Yanlışa düşmeden doğru bulanmaz. Dolayısıyla dediklerimi yaparsan, aramızdaki husumeti de unutmaya hazırım, sen de unut. Darılırsın, gücenirsin ancak benden hayırlısını bulamazsın. Aynı soydanız. Sen Şımır boyundan, bense Janıs boyundanım. Her iki boy da aynı ata anadan gelmekte. Kırk sene cenk yaşansa bile hısım hısıma kılıç çekmez, dahası kılıç kınını kesmez, demişti.

      Rıskul bolısın bu konuşmasından şüpheliydi. “Kökleri bir olan birbirine zarar vermezse, hısıma hasımlık edilmezse, Janıs boyu şöyle dursun, Şımır’ı Şımır boyu öz yurduna neden sığdırmadı, dışladı? Davılbay baba tarafından seninle kıyaslayınca bana daha yakın değil miydi?”

      Rıskul bu düşüncesini sesli dile getirmedi.

      Yine çaresiz “tamam, bolıs beyim” demekle yetindi.

      Saymasay’ın topraklarına yerleşmiş, suyundan içmiş, otlağını kullanmışsın o halde dediğini yapacak, emrine boyun eğeceksin. İtaat etmeyeceksen, yoluna git. Haydi, Doğu Talğar bolısının sınırlarından defol. Nereye istiyorsan oraya git.

      Doğu Talğar toprağına ayak basalı yirmi yılı aşmış. Yirmi yıldır göze görünmeyen o kıl boyunduruğu Rıskul boynuna geçirmiş. Bütün çırpınışına rağmen bu kölelik esaretinden kurtulamadı. Son bir sene bolıstan uzak durmak için çabaladıysa da yine